Müteahhitlerin yatacak yeri yok. Çünkü deprem değil çürük bina öldürdü!

Ev sahiplerinin evimin değeri düşmesin diye bin bir takla attığı bir ortamda çürük olan her binayı şikayet edin. Yoksa Elazığ ve Malatya son olmaz ve millet olarak daha çok acılar çekeriz. Umarım ülkemiz bir daha böyle bir acı yaşamaz.

Türkiye 24 Ocak Cuma günü saat 20.55’te son dönemlerin en büyük acılarından birini yaşadı. Elazığ ve Malatya, 6.8 ile sarsıldı. Türkiye’yi yasa boğan deprem, Tokat’tan Samsun’a, Suriye’den Gürcistan’a birçok yerde hissedildi.

Yaşanan bu elim olayda 41 kişi hayatını kaybederken binlerce insan yaralandı. İçimize su serpen olay ise enkazdan tam 45 kişinin sağ olarak çıkarılmasıydı.

Kaybettiğimiz vatandaşlara üzülürken de enkazdan sağ çıkarılan vatandaşlara sevinirken de gözyaşları sel oldu.

Bu acı olayın ardından konuşulacak çok şey var ama önce Türkiye’nin son 50 yılında gerçekleşen en büyük depremlere göz atalım.

1970 Gediz depremi:

28 Mart 1970 tarihinde merkezi Kütahya'nın batısındaki Gediz olan 7.2 büyüklüğündeki depremde 3 bin 500 ev tamamen yıkılmış, yaklaşık olarak 80 bin kişi evsiz kalmış, 6 saniye süren depremde 800 kişi hayatını kaybetmiş, 520 kişi yaralanmıştı.

1971 Bingöl depremi:

Bingöl’de 22 Mayıs gününde gerçekleşen depremin şiddeti 6.8 olarak ölçüldü. Depremde 878 kişi hayatını kaybetti, 700 kişi yaralandı, 9 bin 111 bina hasar gördü veya yıkıldı.

1975 Lice depremi:

6 Eylül 1975 tarihinde Diyarbakır'ın Lice ilçesi ve köylerinde oluşan ve 23 saniye süren depremin büyüklüğü 6.6 olarak ölçüldü. Depremde 2 bin 385 kişi hayatını kaybetti, 8 bin 149 bina hasar gördü veya yıkıldı.

1976 Çaldıran depremi:

24 Kasım 1976 tarihinde merkez üssü Van'ın Muradiye ilçesi Çaldıran bucağı olan 7.5 büyüklüğündeki depremde, 3 bin 840 kişi hayatını kaybetti, 9 bin 232 bina hasar gördü. 2 bin kilometrekarelik bir alandaki evlerin %80'i yıkıldı.

1983 Erzurum depremi:

Erzurum merkezli ve 6.9 büyüklüğündeki bu depremde, bin 155 kişi hayatını kaybetmiş, 537 kişi yaralanmış ve 30 bini aşkın hayvan telef olmuştur.

1992 Erzincan depremi:

13 Mart 1992 tarihinde Erzincan’da meydana gelen depremin büyüklüğü 6.8 olarak ölçüldü. Depremde 653 kişi hayatını kaybetti, 8 bin 057 bina hasar gördü veya yıkıldı. Kuzey Anadolu Fay hattında bulunan Erzincan, bu depremle beraber tarihindeki altıncı büyük depremi yaşamıştır.

1998 Adana-Ceyhan depremi:

27 Haziran 1998’de Ceyhan’da meydana gelen depremin büyüklüğü 6.2’ydi. Depremde 145 kişi hayatını kaybetti, bin 500 kişi yaralandı, binlerce vatandaş ise evsiz kaldı.

1999 Gölcük depremi:

Türkiye’nin en büyük ve hazin depremlerinden biri olan 99 Gölcük depremi, tarifi imkansız acılara sahne olmuştu. Marmara Depremi ya da 17 Ağustos 1999 depremi olarak tarihe geçen depremin büyüklüğü 7.5 olarak ölçüldü. Depremde İstanbul ve çevresinde 17 bin 480 kişi hayatını kaybetti, 23 bin 781 kişi yaralandı. Bu deprem gösterdi ki “deprem değil bina öldürür”

Yakın tarihimizin en acı olaylarından biri olan 17 Ağustos’un ardından “büyük İstanbul depremi ne zaman” sorusu her yıl sorulmaya başlandı.

1999 Düzce depremi:

Türkiye, 17 Ağustos depreminin yaralarını sarmakla uğraşırken aylar sonra, 12 Kasım’da meydana gelen bu deprem yine büyük acılara sahne olmuştu. 7.2 büyüklüğündeki ve merkez üssü Düzce olan deprem, 30 saniye sürdü ve Ukrayna’dan bile hissedildi. Depremde 845 kişi hayatını kaybederken 4 bin 948 kişi yaralandı.

2003 Bingöl depremi:

1 Mayıs 2003’te Bingöl’de meydana gelen 6.4 büyüklüğündeki depremde 176 kişi hayatını kaybetti, 625 bina hasar gördü. Depremin en acı olayı ise Çeltiksuyu yatılı öğrenci yurdunda 84 öğrencinin hayatını kaybetmesiydi.

2011 Van depremi:

23 Ekim 2011’de Van’da meydana gelen 7.2 büyüklüğündeki deprem de yakın tarihimizin en acı olaylarından biriydi. Yaşanan bu büyük sarsıntıda 604 kişi hayatını kaybederken, 4 bin 152 kişi de yaralanmıştı.

Son 50 yılda yaşanan depremlerde verdiğimiz sınav ortada.

Fakat son Elazığ depremi özellikle AFAD açısından son derece iyi bir sınav oldu. AFAD’in ve diğer kurumların hızlı ve etkili müdahalesi ile 45 can, enkaz altından kurtarılırken ölü sayısının artmasının da önüne geçilmiş oldu. Bu açıdan hem AFAD’a hem de diğer arama kurtarma ekiplerine ülkemiz adına teşekkür ediyorum. Bunun yanında bakanların hızlı ve organize şekilde bölgeye intikal etmesi ve “sürekli bilgi akışının” sağlanması da sürecin önemli konularından biriydi. Açıkçası bu durum bana “Nereden nereye” dedirtti.

Fakat deprem ve sonrası ile ilgili dikkat çekilmesi gereken bazı hususlar var.

İlk olarak ben de “deprem öldürmez çürük bina öldürür” diyerek malzemeden çalan müteahhitlerin yatacak yerinin olmadığını belirtmek isterim. Vallahi artık bıktık. Üç kuruş daha fazla kazanmak için insanların canlarını tehlikeye atmak ne vicdana sığar ne de insanlığa. Buna ek olarak depreme dayanıklı olmamasına rağmen o binalara iskan veren belediyeler de ayrı problem. Ya denetim yapılmıyor ya da birileri bu binalara göz göre göre iskan ve ruhsat veriyor. Denetimin doğru yapıldığı bir ortam sağlansaydı belki o çürük binalar metruk olacak ve can kaybımız daha az olacaktı. Ah vah etmeyi bir kenara bırakarak devletin ilgili makamlarının acilen harekete geçmesi ve başta İstanbul olmak üzere her ilimizde bulunan çürük ve kaçak yapılarla ilgili gerekli işlemleri yapmaları gerekiyor. Umarım bu deprem ders olur ve bu konuda bir şeyler yapılır.

Şimdi size depremin oluştuğu anda ortaya çıkan bir tablodan bahsedeceğim.

O akşam Elazığ ve Malatya ile beraber birçok ilde sarsıntı olmuş ve yürekler ağızlara gelmişti. Twitter başta olmak üzere sosyal medya da ilk andan itibaren adeta çalkalanmıştı. Herkes birbirleriyle haberleşmek veya depreme ilişkin sosyal medyadaki bilgilere ulaşmanın derdindeyken bazı zıpçıktı isimler ortaya çıkmış ve depremin şoku ve acısı henüz çok tazeyken siyasi söylemlerle ortalığı birbirine katmıştı. Berna Laçin gibi isimler işin vicdanına değil şov kısmına tebelleş olurken bazı siyasi kimlikli isimler ise hükümete sallamıştı. Hükümetin deprem politikasını savunacak değilim. Hatta belki birçok eleştiriyi dile getirenlerden biriyim. Fakat milletin acısı henüz çok tazeyken yapılan şeyin en basit ifade ile ukalalık olduğunu belirtmeliyim. Milletin acısına ortak olmak ve doğru bilgi akışını sağlamakla uğraşmanın, siyasi çıkar için atılan tweetlerden daha önemli olduğunun farkında olduklarını düşündüğüm bu isimlere “keşke biraz bekleseydiniz, birkaç gün sonra bu konuları hep birlikte zaten konuşacaktık” diyorum.

Böylesi büyük olaylarda sosyal medyanın önemi bir hayli kendisini gösteriyor. Bu tip hayati durumlarda “doğru bilgi akışı” son derece önemli. Bu açıdan o gece sabaha kadar sosyal medyada vurguladığım bir şeyi tekrar etmekte fayda görüyorum. Lütfen korku psikolojisi yaymaya çalışan ve “şu saatte çok büyük deprem olacak” şeklinde kirli bilgileri yayan kimseye inanmayın. Depremi tahmin edenlerin varlığını inkar etmemekle birlikte bir depremin meydana geleceğini kimsenin önceden bilemeyeceğini tekrar tekrar vurgulamak istiyorum. Halkımızın bu tip bilgilere itimat etmemesi gerektiği zaten resmi ve ilgili kurumlar eliyle de duyurulmuştu.

Bir başka sosyal medya faciası da yapılan iğrenç paylaşımlardı. Elazığ’ın Kürt nüfusunu ön plana çıkararak tweetler atan, Google aramalarında “Elazığ Kürt mü?” sorgusunu üst sıralara taşıyacak kadar alçalan faşist zihinleri buradan lanetlediğimi açıkça belirtiyorum. Bir canı kurtaran Suriyeli Mahmut’a karşı yapılan linç girişimini de lanetliyorum. Bu ırkçı söylemleri kabul etmeyen halkımızın bu tavrını alkışlamakla birlikte bu sorunun giderek bir dip dalgaya dönüştüğünü ve kafatası milliyetçiliğinin nesilleri zehirleyecek boyutlara doğru ilerlediği gerçeğini de hatırlatıyorum. Bu faşistliğe karşı oluşan birlik ve beraberlik bloğunu da asla bozmamak gerekiyor.

Depremin yaşandığı andan itibaren başlayan yardımlaşma ve dayanışma havası, futbol sahalarından stüdyolar, sosyal medyadan sokaklara kadar kendisini hissettirdi. Bu milletin vicdanlı bir millet olduğunu bir kez daha gördük ve şahit olduk. Fenerbahçe taraftarlarının sahaya atkı ve bere yağdırmasından tutun Acun Ilıcalı’nın 73 milyon TL bağış toplayarak deprem bölgesine yönlendirmesine kadar, herkesin elini taşın altına koyması veya koymak istemesi gerçekten göz yaşartıcı bir etki uyandırdı.

Fakat yardım ederken de kurum ve kuruluşlar eliyle yapılması, bölgeye giderek yardım yapmak isteyenlerin de sadece AFAD veya yetkili kurumlarla beraber hareket etmesi hem bir zorunluluk hem de en doğru adım olacaktı. Nitekim bu konuya ilişkin duyuruların yapılması ile sağlanan yardımlar hızlı bir şekilde bölgeye ulaştı. Kızılay ile ilgili sosyal medyada oluşturulmaya çalışılan algının da yine millete zarar vereceğini söylemeliyim. Evet varsa bir usulsüzlük ortaya çıkarılmalı ama yapılan 10 liralık yardımların önüne geçmeye çalışmanın “art niyetten” başka bir açıklaması yoktur.

Gelelim deprem uzmanları meselesine.

Her depremden sonra günlerce ekranlarda yer alan deprem uzmanlarının bilimsel olarak konuşanlarının işlerine derin bir saygı duyuyorum. Fakat lütfen artık “Büyük İstanbul depremi ne zaman?” diye bir soru ile gündeme gelmeyin artık. Gına geldi. Her kafadan bir ses çıkıyor. Doğal olarak da halk panik oluyor. Bunun yerine depremlere ilişkin bilimsel verileriniz koyun ve biraz da alınacak tedbirlerden bahsedin. Halkı galeyana getirmek yerine sağduyulu davranmaya çağırın. Korkmayın reytingten bir şey kaybetmezsiniz ama “millete faydalı olmak” gibi büyük bir hizmete imza atmış olursunuz.

Ha bir de HAARP meselesi var. Ülkece bayılıyoruz komplo teorilerine. Artık her deprem sonrası HAARP'ı görmekten sıkıldık. Ama belli ki birçok kişiyi etkisi altına almış bu komplo teorileri. Yahu her şeyi HAARP'a bağlarsak doğal depremleri nasıl bileceğiz. Lütfen gerçekçi olalım ve bu tür safsataların yerine tedbir alalım. 

Tedbir demişken sözün özü ile bitirelim yazımızı.

Deprem veya diğer doğal afetler her zaman yaşanması muhtemel olan şeylerdir. Yarın ne olacağını hiçbirimiz kestiremeyiz. Fakat her duruma karşı tedbirli olmak ve önlemlerimizi almak zorundayız. Meseleyi bir deprem çantasına indirgeyerek basitleştirmeden, alınması gereken her türlü tedbirin alalım. Devletin binalar ve müteahhitler ile ilgili yapması gerekenleri tekrar etmeye gerek yok. Acil kodu ile bu konu devletin tüm kurumlarınca gündeme getirilmelidir. Deprem sonrası müdahalesi ile göz dolduran devletin deprem öncesi tedbirler konusunda da en az bu seviyeye gelmesi için ne gerekiyorsa yapılmalıdır. Kentsel dönüşümden deprem denetimlerine kadar her binanın tek tek incelenmesi gerektiği ortada.

Devlete düşenlerin yanında halkımızın da deprem ve diğer afetlere karşı ihtiyatlı davranması elzemdir. Özellikle hasarlı veya depreme dayanıksız olduğunu bildiğimiz hiçbir evde oturmayın. Lütfen kendinizi de ailenizi de tehlikeye atmayın. Ev sahiplerinin evimin değeri düşmesin diye bin bir takla attığı bir ortamda çürük olan her binayı şikayet edin.

Yoksa Elazığ ve Malatya son olmaz ve millet olarak daha çok acılar çekeriz. Umarım ülkemiz bir daha böyle bir acı yaşamaz.

Not: Yaşanan bu üzücü depremde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına ve ülkemize baş sağlığı diliyorum. Şu an hastanelerde bulunan yaralılarımıza acil şifalar diliyorum. Sokaklarda ve çadırlarda kalan tüm depremzedelere geçmiş olsun dileklerimi sunuyorum. Bu acı hepimizin!

Yorumlar