Çok talep edilmek, iyi olmak anlamına gelir mi?

Çok talep edilmek, iyi olmak anlamına gelir mi?

Başlıktaki soru, “piyasa” düzeni var olduğundan beri ortadadır.

Hemen herkes yanıtını bilir, hemen hiç kimse üzerine uğramaz.

Geçen gün Yakup Murat, haber sunarken samimiyeti işin içine karıştıran Fatih Portakal’ı eleştirdi, “Samimiyet, bilgi değil duygudur” dedi.

Bu konuyu yazmaktan klavyeme gına geldi.

Televizyonlarda en son aranması gereken şey “bilgi”, en az aranması gereken şey de “haber”dir.

Haber, en iyi örneğini Fox’da, Fatih Portakal’da göreceğimiz gibi, gerçeğin değil şovun bir parçası oldu.

Sunucu, izleyiciyi haberdar etmek kaygısından çok, haberi satmak kaygısını taşıyor.

Patronlar için gerekçe basittir, daha çok izlenip daha çok para kazanmak.

Haberin mutfağındakiler içinse (eğer mutfak diye bir şey kaldıysa) iyi haber yapmak yerine, satılabilir haber yapmak iştah açıyor.

Fatih Portakal’ın duygusal açılımlarından gına gelince, yayın yönetmeni Doğan Şentürk’e mesaj attım, “bu işin tadı kaçmaya başlamadı mı” minvalinde.

Doğan, beşikten habercidir. İyi habercidir. Haberin namusuna inanan az sayıda gazeteciden biridir.

Soruma, arayarak cevap verdi. Önce neden böyle düşündüğümü sordu, dedim ya doğru olanı aramaktan bıkmayan bir adamdır.

Anlattım.

Kendince cevaplarının arasına izleyicinin durumdan memnun olduğunu, çok izlendiklerini sıkıştırdı.

Evet, çok izlenen bir haber yapıyorlar. Ancak bu, ilkesel olarak iyi ve doğru haber yaptıkları anlamına geliyor mu?

Sunucunun duygu durumu iyi habere haksızlık etmiş olmuyor mu?

Konuştuk.

“Haber”e değerini vermek halâ mümkünse, ilk yapılması gereken “haber” programlarının reyting sisteminden çıkarılması olmalı.

Bu konuda, çocuk programlarına gösterdiği hassasiyet kadar olmasa da Cengiz Semercioğlu’ndan destek bekliyorum.

AHMET HAKAN’A NEDEN GICIK OLUYORUM?

Ahmet Hakan okurum. Okumayanı ayıplarlar zaten.

Ne var ki onun köşesinin olduğu sayfayı her açışımda, kendisine gıcık oluyorum.

Neden olmayayım ki, adam en kıytırık konuları bile çok önemliymiş gibi yazabiliyor.

Kim ne der, hiç umursamıyor.

Ağaç gölgesine uzanmış gibi ehl-i keyf yazıyor…

ERGUN BABAHAN’I NE KADAR ÖNEMSEMEK GEREKİR?

Ergun Babahan, durmuş durmuş, tekneyle Kos’a geçince Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırı için “Bu daha başlangıç” tweet’i atmış.

Savcılık da “suç ve suçluyu övmek”ten gözaltı kararı çıkarmış.

Babahan’ı bu kadar önemsemek gerekir miydi emin değilim.

Adamın kaçak oynamayı seven bir tarafı var.

TMSF, Sabah gazetesine el koyduğunda, Fatih Altaylı bir süre yayın yönetmenliğine devam etmiş, sonra yerine Ergun Babahan gelmişti.

Birkaç gün sonra. Sayfa editörüm aradı, “Artık yazmayacakmışsınız, vazgeçirmeye çalıştım ama olmadı” dedi.

Masamı toplamaya başladım. (Ne iş yaparsam yapayım masayı sahiplenip yayılmadığımdan toplamalarım en fazla 10 dakika alır.)

Odanın önünden geçen Yavuz Donat “Hayırdır hoca?” dedi.

Açıkladım.

“Olur mu öyle şey” dedi, “bunu Ergun’la konuşmam lazım.”

Gerek olmadığını anlatsam da dinlemedi, odasına gitti.

Geri döndüğünde, “Yazmamanızla ilgili kararı Ergun vermemiş, TMSF yönetimi vermiş” dedi.

TMSF’nin Sabah grubunun başına atadığı Mehmet Akif Yaşin durumu öğrenmiş, aramıştı, “Yazılarınızla ilgili yönetimde hiçbir karar alınmadı. Ergun Bey doğruyu söylemiyor, lütfen yazmaya devam edin” dedikten sonra “Yarınki yazınızı bekliyoruz” diyerek telefonu kapatmıştı.

Yayın yönetmenine rağmen yazı yazılmazdı.

Sabah’ta bana köşe veren Fatih Altaylı’yı aradım. Durumu anlattım.

“Bence yazmalısınız” dedi, “gazetenin patronu Ergun değil ki, onun kararının bir anlamı yok. Patron TMSF ve onlar yazmanızı istiyorsa yazmalısınız.”

Ona da aynı şeyi söyledim, yayın yönetmenine rağmen yazı yazılamazdı.

Canı sıkılan Yavuz Donat’a, Babahan’ın kendisine yalan söylemiş olduğunu, “kendi kararım” diyemediğini söyledim.

İşte Ergun Babahan böyle biridir.

PAZAR DİYALOGLARI

Yöresel pazarları gezmeyi seviyorum. Hele pazarın sesini dinlemeye bayılıyorum.

Geçen hafta Milas pazarındaydım. Yazlıkçıların uğrak yerinde.

İşte kulağıma çarpan karı-koca diyalogları:

1

Adam: Sallanma be kadın!

Kadın: Ne diyorsun sen, buraya koşturmaya mı geldik?

2

Adam: Bu kadar şeyi kim yiyecek, her gördüğünü alıyorsun!

Kadın: Önüne koyunca yemem demiyorsun ama.

3

Adam: Daha geçen hafta almadın mı fasulyeyi?

Kadın: Aldım da sakladım mı, fasulye bu her hafta alınır!

“AYDIN’I KEŞFET”

CHP’nin en çalışkan belediye başkanlarından sevgili Özlem Çerçioğlu, Aydın’ı uyandırıyor. Hakkını teslim ediyor.

Aydın’a da, işine da aşık bir kadın.

Gazetecilerin “Aydın’ı keşfet”meleri için özel bir etkinlik düzenlemiş.

Aydın’ı görünür kılma amacını taşıyan bu etkinlik, İstanbul medyasına da, Türkiye İstanbul’dan ibaret değil demek istemiş.

Ben en çok, Özlem başkanın Aydın’ın tüm plajlarının belediyeye devredilmesi için milletvekillerini göreve çağırmasına bayıldım.

Plaj işletmecilerinin “Kıyı Kanunu”nu hiçe sayarak, parası olanlar dışındakilerin denize ulaşmasını önlemeleri bana göre yasaları hiçe sayan bir tür modern eşkıyalık.

Kimse de bir şey demiyor. Parası olanın böyle bir derdi yok, parası olmayanın da sesini duyan yok da ondan.

TAMAM ANLADIK

Anladık, Futbol Milli Takımımız Fatih Terim’in şahsi mülküne dönüşmüş durumda.

Anladık, her başarısızlıkta Terim yerinde kalıyor, yenilen takımı yapan sanki o değilmiş gibi takım yeni baştan kuruluyor.

Anladık, Terim’in adalet anlayışı fazlasıyla duygusal.

İyi de bu Futbol Federasyonu ne iş?

AKLIMDA KALAN

Ceraplus Harekâtını yorumlayanların uyandırdığı merak: Harekâtı tartışan uzmanlara bakıyorum. Bilmiş bilmiş konuşmalarını inceliyorum. Sanırsınız ki, masa başında harekatı kendileri planlamışlar, o kadar konuya hakim görünüyorlar. Harekâtın başındaki isimler bunları izledikçe katıla katıla gülüyorlar mıdır, çokmerak ediyorum.