27 Mart 1994 yerel seçimlerinde bir adam çıktı
ortaya. "Benim adım Recep Tayyip Erdoğan. Bana oy
verirseniz, İstanbul'u kısa sürede yaşanabilir bir dünya
şehrine dönüştüreceğim" diye söz verdi.
İstanbullu ona güvendi, yüzde 25,19 oy oranı ile
"Başkan" seçti.
Genç nesil o günlerin İstanbul'unu çok iyi bilmez. İnsanlar
hava kirliliğinden dolayı nefes alamadığı için sokaklarda gaz
maskeleriyle dolaşırdı.
Bırakın sokakları, caddelerde biriken çöpler bile haftada bir
toplanırdı. O çöplerin üzerinden atlamadan işe gitmek mümkün
değildi. O günün gazeteleri, "Kaldırın şu
pisliği" diyerek yerel yöneticilere ateş
püskürürdü.
Tarihler 1993 yılının 28 Nisan'ını gösterdiği gün, İstanbul
yerküre üzerinde eşine, benzerine rastlanmamış bir facia yaşadı.
Koca şehrin orta yerindeki Hekimbaşı Çöplüğü volkanik bir dağ gibi
patladı.
Öyle bir patlama ki İstanbul ve çevre illerin tamamında
hissedildi. Yüzlerce ev, gökten ölüm gibi yağan çöplerin altında
kaldı, 27 kişi hayatını kaybetti. Kaybolan diğer 12 kişinin
cesetleri bugün dahi bulunabilmiş değil!
Suları akmazdı mega kentin...
Haftada belki bir gün, bir iki saat, o kadar! Abartısız
söylüyorum, insanlar sokaklarda kokarca gibi dolaşırdı. Şehrin
belli noktalarındaki kuyu çeşmelerinde kıyamet gibi kuyruk olurdu.
Sıra kavgası yüzünden cinayetler işlenirdi.
İstanbul'un içme suyu temin etmekle görevli kurumu İSKİ'nin
Genel Müdürü Ergun Göknel ise o sıralar bu sorunları çözmek yerine
uçkur derdine düşmüştü.
Sevgilisiyle evlenebilmek için nikahlı eşine o günün
parasıyla 1 milyon dolar tazminat vermeyi kabul eden Göknel bu
parayı belediyenin kasasından ödemiş, ama eşinin kıskançlığı sonucu
yakayı ele vermişti.
Haliç denilen bölgeden geçerken kusmamak elde değildi.
İstanbul'un merkezindeki bir bataklıktı Haliç... Kokusuna tahammül
edemeyen bölge halkı, çareyi başka semtlere taşınmakta
bulurdu.
Doğalgaz yoktu.
Daha doğrusu vardı da Türkiye'nin getirecek imkanları yoktu.
Rezidansların salonlarında dahi soba bacaları vardı. Göğe
uzanan binaların bacalarından dahi katran karası dumanlar
yükselirdi.
Uzatmayayım...
Recep Tayyip Erdoğan böyle bir şehrin
"Başkan"ı oldu. Sadece 5 yıl görevde
kalabildi!
"Tek adam" olarak!
O 5 yılın sonunda sokak ve caddelerdeki çöp dağları yok oldu.
Hekimbaşı'nda 27 kişiye mezar olan çöp dağının yerine akıllara
ziyan bir çöp dönüştürme tesisi, yanına da göz kamaştırıcı bir spor
kompleksi kuruldu.
Bataklığa dönüşen Haliç temizlendi, insanı kendine aşık eden
masmavi bir göz bebeğine dönüştü.
Doğalgaz hizmeti yıldırım hızıyla yayıldı, hava kirliliğinden
eser kalmadı.
Kuş uçmaz, kervan geçmez yerlerden akan suların güzergahı
İstanbul'a döndürüldü. Hem de ne zahmetlerle. Dağlar, bentler
aşıldı ve İstanbul hasret kaldığı suya kavuştu. Barajlar ağzına
kadar suyla dolduruldu...
Bugün IMF'ye olan borç nasıl kapatıldıysa, o gün belediyenin
dağlar kadar olan borçları da aynı yöntemle
kapatıldı.
1999 yılında Recep Tayyip Erdoğan Siirt'te şiir okuduğu
bahanesiyle hapse atıldığında bütün İstanbul karara isyan
etti.
Kimse arkasından kem söz söyleyemedi. "Sözünü
tutamadı" diyen, "Çaldı,
çırptı" diyen bir tek adam olmadı.
Hapisten çıktığında bu kez, "Bana oy
verirseniz bu ülkeyi virüs gibi saran pisliklerden
kurtarırım" diye söz verdi. Bu kez Türkiye O'na
güvendi, yetki verdi.
Yanına aldığı güvenilir bir kaç adamla birlikte canını ortaya
koyup çalıştı. "Bitti, battı"
denilen Türkiye'yi ayağa kaldırdı ekibiyle
beraber.
IMF ve Dünya Bankası'na olan borçları bitirdi. Koca
Türkiye'yi koca bir şantiyeye çevirdi. Patikaları duble
yollara, kağnı yavaşlığındaki lokomotifleri hızlı trenlere
dönüştürdü. Dağların içine asfalt, denizlerin altına ray
döşedi.
Parası olmadığı için hastanelerde rehin kalanları kurtardı.
Kitap alamadığı için çocuğunu okutamayanların imdadına
yetişti.
Karşısına bin tane engel çıkarıldı. Kah partisi kapatılmak
istendi, kah e - muhtıra yedi. Kah Anayasa Mahkemesi'nin uyduruk
kararlarına takıldı, kah bürokratik
engellemelere...
Gezi'yi yaşadı, geri adım atmadı. 17/25 Aralık'ı yaşadı pes
etmedi. Kanlı darbeyi gördü, "Ölümüne,
ölümüne" diyerek üzerine çığlıklar atarak gelen
ölüme meydan okudu.
Değer verdiği herşey onu bir tuzağa çekmek için
kullanıldı.
Dostluğa değer verdi, dostlarının ihanetini gördü. Dini
inançların özgürlüğüne önem verdi, dindar görünen dinsiz bir
hain tarafından sırtından hançerlendi.
Aldatılan, kandırılan oldu belki ama asla kandıranlardan,
aldatanlardan olmadı. Hayatının her döneminde zayıf olana
değil, zalim olana, hain olana karşı zalim oldu.
Özetle...
1994 yılında, "Beni başkan seçin, İstanbul'u
pisliklerinden temizleyeyim" diyen ve sözünü
tutan adam bir kez daha yetki istiyor. "Ne
kadar mücadele edip çabalasam da ülke bu sistemle yerinde sayıyor.
Beni bir kere daha başkan seçin, Türkiye'yi bütün eski
pisliklerinden temizleyeyim" diyor.
Karşısındakiler buna itiraz ediyor, "Tek adam
olmaz" diyor, "Tek adama mı oy
vereceksiniz?" diye itiraz ediyor.
Ben de diyorum ki...
Tek adamsa tek adam! İstanbul bu adam sayesinde, Türkiye bu
adam sayesinde düze çıktı!
20 koca yıldır etrafa dönüp baktığımızda Türkiye'yi
yönetebilecek kabiliyette bir "Tek adam"
görüyorsak bu bizim eksikliğimiz değil, sizin
yobazlığınız!
Keşke siz de adam olsaydınız da yanına birkaç adam daha
katabilseydiniz!
twitter.com/slymnoz
facebook.com/slymnoz
instagram.com/suleymanozi