Özkök’ü neden mi eleştirmiyorum?.. Çünkü...

Özkök’ü neden mi eleştirmiyorum?.. Çünkü...

Adnan Berk Okan adnanberkokan@gmail.com

Ben onlara “Klavyeli Teröristler” diyorum…

Çünkü…

Eli silahlı olanı kafasına koysa, bir defa öldürür…

Bunlar “düşmanlarını” her gün öldürüyor…

Ne zaman kızsalar yazdıklarıma, hemen ilk cümle şu oluyor, “hapis yatmış eski hükümlü”…

Yahu doğru…



Evet Küçük'lerim...


Klavyeli teröristlerden biri diyor ki:

 “Bizi eleştirdiğin gibi Ertuğrul Özkök’ü de eleştirsene…”
Tamam…
Eleştireyim…
Ama neden?..
Niçin eleştireyim?..
Şimdi aklıma geldi…
Hagi’nin Galatasaray’da oynadığı ilk sene idi…
Akşam’da hem siyaset/ekonomi hem de Galatasaray maçlarını yazıyordum…
Gaziantep’e gittim Gaziantepspor – Galatasaray maçını izlemeye…
Yanlış hatırlamıyorsam  Gaziantep’i Sakıp Özberk çalıştırıyordu…
Ve yine yanlış hatırlamıyorsam…
Özberk, Mustafa isimli futbolcusunu “Hagi’yi tut Hagi’yi!” diye uyarıyordu sürekli…
Mustafa sonunda kenara kadar gelip hocasına cevap verdi:

“Hocam Hagi’yi tut diyosun
ama adam hiç koşmuyo ki nesini tutayım?..”

Mustafa haklıydı…
Hagi hiç koşmuyordu…
Ama…
Döktürüyordu…
Durduğu yerde topla buluştuğunda öyle toplar atıyordu ki;  Galatasaraylı forvet oyuncuları kaleciyle karşı karşıya kalıyorlardı…

Ertuğrul Özkök de o misal…                                               
Hani adam eleştirilecek bir şeyler yazar…
Sağa sola küfreder, hakaretler savurur…
Ben de o zaman “Kendine gel, küfür etme!” falan derim…
Öyle bir şey yapmıyor ki…
Ama…
İktidar medyasında ve hatta muhalif kimi gazetelerde de Ertuğrul’a hitaben yazılan bazı sıfatları paylaşayım sizlerle de görün…

“Irkçı, Faşist, Bölücü, Hitler, Nazi, Suratına tüküreyim, kof, Şaklaban, Puşt…” 
(Bir Beyaz Türk’ün Hafıza Defteri. Ertuğrul Özkök. Sayfa: 18. Doğan Kitap).

Evet, Küçüklerim…
Bunları Ertuğrul için sizler yazıyorsunuz kuytu köşelerinizde…
Haydi, hemen arşive girin…
Ve…
Bana…
Ertuğrul’un yazılarından herhangi birinin içinde bu sizin kullandığınız sıfatlardan birini sizlerden birinizi tanımlamak için kullandığını gösterin…
Hepinizden milyonlarca kere özür dileyeyim…
Yok, bulamazsınız…
Yahu adam düşüncelerini yazıyor…
Size göre tabi ki “yanlış”…
Zaten “doğru” olsa küfür etmeyeceksiniz…
Oysa…
Ertuğrul’u veya sizin gibi düşünmeyen herkesi eleştirebilirsiniz tabii…
Bunu yapan başka arkadaşlarınız da var…
Ama…
Onlar sizin gibi hakaret ve küfür etmiyorlar…
Ertuğrul 
ya da bir başkasının görüş ve düşüncelerinin “yanlış” olduğunu belirtip sonra da kendi doğrularını yazıyorlar…
Ama siz doğrudan küfür ve hakaret ediyor; iftira atıyorsunuz…
Ne yapayım yani?..
Ben de sizin gibi aidiyet duygusuyla mı yapayım yorumlarımı?.
Yok kardeşim yok…
Sizin gibi olamam…
Çok şükür aklım da vicdanım da yerinde…
Ve ben o iki değerimle yazıyorum makalelerimi…
Yazmaya da devam edeceğim…
Yani…
“Eleştirsene” dediğiniz adamı eleştirmeyeceğim çünkü adam küfretmiyor, hakaret etmiyor, iftira atmıyor…
Sadece işini yapıyor…
Hem de çok iyi yapıyor…

35 yıl önce seksen gün hapis yattım…

Ama…

“Hükümlü” değilim…

Ki olsam ne olur?..

O zaman da 35 sene suç işlememiş sıkı bir tövbekâr olduğum anlaşılır ki alkışlanması gerekmez mi?..

Hz. Lut büyük günahkârlığından sonra peygamber oldu…

Allah o atamasında hata mı yaptı yani?..

Yahu nasıl Müslümansınız siz?..

Hz. Peygamberi öldürmek için kapısına dayanan ama öldürmekten son dakikada vazgeçen günahkâr(!) Hz. Ömer’i 1400 yıldır sevmekten usanmadınız (Ki usanmayın da)…

Beni ise 35 yıl önce yattığım 80 gün hapis yüzünden Reza’dan beter yapıyorsunuz…

 

Sevgili Küçük’lerim…

Bütün gazete okurları ve TV/Radyo dinleyicileri bundan 20 yıl önce (Çünkü ulusal medyada çalışmaya 20 yıl önce başladım) benden öğrendiler hapis yattığımı…

“Utanılacak bir suçum olsa gizler miydim?”

Bilmiyorum…

Hiçbir zaman utanılacak bir suç işlemediğim... 

Ve…

Hayatımın bütün cezaevi günlerini bundan yaklaşık 35 yıl önce yaşadığım o seksen güne sığdırdığım için doğru cevap veremeyebilirim…

Ancak…

Yakınlarım “utanılacak bir suç işleseydin de kamuoyuyla paylaşmaktan çekinmezdin” dediklerine göre bir bildikleri olmalı benle ilgili…

 

Ben de öleceğim, herkes gibi…

Ey güzel insanlar!..

Kendisini eleştirdiğim klavyeli teröristlerden birinin bana attığı mesaja bakar mısınız?..

“Zaten bir ayağın çukurda…”

Eeee…

Ne olacak bir ayağım çukurdaysa?..

Bir insanın ayaklarından birinin çukurda olması ayıp mı?..

Suç mu?..

Günah mı?..

Yooo…

Madem doğdum…

Vakti saati geldiğinde ben de öleceğim, herkes gibi…

Kazık çakan mı var?..

Bir başkası ise,  “Yaşından başından utan” diyor…

İyi de neden utanacakmışım yaşımdan ve hem de başımdan?..

Altmış yaşını geçmek ve buna rağmen yaşamak ayıp mı?..

Suç mu?..

Günah mı?…

Başımın kel olmasından ben mi sorumluyum?..

Babacığım da keldi, iki dayım da…

Genetik yani…

 

“Düşmez kalkmaz bir Allah…”

İyi ama evlâtlarım!..

Sizler sütten çıkmış “Ak” kaşık mısınız?..

Deyin ki bugün öylesiniz…

Ama hele durun yahu…

Daha yolun başındasınız…

Hem…

 “Ne oldum” demeyin...

“Ne olacağım?” deyin…

Zira…

Önünüzde yürüyeceğiniz çok yol var…

Ne demiş atalarımız?..

“Düşmez kalkmaz bir Allah…”

Yahu durun hele…

Bugün ayaktasınız…

Kabul ama…

Yarın düşmeyeceğinizin garantisi yok ki…

Yeter ki düştüğünüz yerde kalmayın…

Rahmetli babacığım beni arkadaşlarına tarif ederken:

“Düşse de yerden bir avuç toprak alır da kalkar” dermiş…

 



Biliyor musunuz?..

Küçüğümün beni mahvettiğini iddia ettiği Aydın Doğan hiçbir patronuma telefon edip de veya araya birini sokup da beni kovdurmayı akıl edemedi…
Ya da öyle bir şey hiç geçmedi, aklından…
Ama…
Klavye teröristleri…
Ve patronları…
Beni kovdurmak için hemen her dakika çabalıyor…
Başaramıyorlar…
Haaa…
Bir gün kovulur muyum?..
Tabii kovulabilirim…
Ama…
Bilin ki o gün onlar istediği için değil Hadi’ye zarar verdiğim için kovulmuşumdur…
Ve…
Gıkım dahi çıkmaz…
Özel sektör kökenliyim…
Daha önce de kovuldum birçok gazeteden…
Beni kovan patronlarımdan hiçbiri ile kırgın değilim…
Hepsiyle aram iyi…
Eğer o işadamlarının medyalarında değil de diğer şirketlerinden birinde çalışırken hata yapsaydım kovulmayacak mıydım?..
Tabii ki kovulacaktım…
Ben de çok kişi kovdum yöneticilik hayatım boyunca…
Yani…
Beni, şikâyet üzerine kovulmak çok incitir…
Hata yaptığım için kovulmak değil…
Hata yaptırsam elbette bedelini ödeyeceğim…
Ödemeliyim de…


Asla düştüğüm yerde kalmadım…

Evet…

Şu yaşıma gelinceye kadar zirvelerde olduğum günlerim de oldu…

Süründüğüm günlerim de…

Ama…

Asla düştüğüm yerde kalmadım…

Önce dizlerimin üzerine dikildim…

Sonra ayağa kalktım…

Bir süre ağır ağır yürüdüm…

Sonra yine koşmaya başladım…

Bugün yürüyorum…

Koşmaya başladığımda yine düşebilir miyim?..

Yahu tabii düşebilirim…

Ama…

Temel’in birkaç metre önünde muz kabuğu gördüğünde “Allah kahretsin; yine düşeceğim” dediği gibi olmayacak…

Yani...

Muzu görürsem birkaç metre önümde…

Üstüne basmadan geçip gideceğim bu kere…

 

Biliyor musunuz?..

“Küçük çocuk” gözüyle baktıklarımdan biri beni “kendisini mahvedenlere köle olan adam” diye tanımlıyor yazılarında…

Kimmiş beni mahvedenler?..

Ona göre Aydın Doğan ve sahibi olduğu medyanın yazarlarıymış…

Hani olur ama bu kadar büyük yalan olmaz…

28 Şubat sürecinde Aydın Doğan Gurubu ve yazarlarıyla mücadele ettiğim doğru…

Ama…

Arşivler orada duruyor…

Emin Çölaşan hariç hiçbiri bana hakaret etmedi…

Ben de onların hiçbirine (Emin Çölaşan dâhil) küfür ve hakaret etmedim…

Aydın Doğan başta olmak üzere (Emin Çölaşan hariç) hiçbir yazarıyla davalık olmadım…

Ne ben dava açtım onlara…

Ne onlar beni şikâyet ettiler savcılığa…

Ya da hukuk mahkemelerine koşup benden “Tazminat” adı altında para istediler…

Çölaşan beni çok dava etti…

Hiçbirini kazanamadı…

Ben ise onu ciddiye almadığım için avukat dostlarımın “mutlaka dava açalım büyük paralarını alırız” dedikleri halde dava konusu etmedim…

“Etti” diyen olursa bu işi hemen bırakacağıma şeref sözü vereceğim…

Ama…

Biliyor musunuz ki…

28 Şubat sürecinde sadece iki yıl işsiz kaldım…

Ak Parti iktidar olduktan sonra ise tam 6 yıl işsiz kaldım…

Hadi Özışık cesaret edemeseydi bugün halen işsizdim…