O'nu daha çok konuşsaydık, daha az hata yapardık...

O'nu daha çok konuşsaydık, daha az hata yapardık...

Nuran Yıldız nuran@nuranyildiz.com

Ankara'nın göbeğinde. Türkiye'nin orta yerinde. Devletin merkezinde. Patlayan bomba yüklü araç, terörün kalleş yüzünü göstermekle kalmadı, görmemiz gereken şeylerin altını da çizdi;

Mesela, "neo-liberal" siyasetin, başarısızlıkla sonuçlanmasının kaçınılmaz olduğunu gösterdi.

Mesela, agresif dış politika stratejisinin, sistemi (üretimden denetime) elinde bulunduranların bizden daha akıllı olması nedeniyle çöktüğünü gösterdi.

Demagojik özgürlükle, gerçek özgürlük arasında hiç ama hiçbir ilişki kurulamayacağını, dahası özgürlüğün konu bile olmadığını gösterdi.

Dünyanın her yerinde "birey", "halk", "millet" odaklı siyasi söylemin, "devlet" odaklı siyaset karşısında hiçbir hükmünün olmadığını gösterdi.

Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin önüne "küreselleşme masalları" atıp, dünyada barışın yolunun kendi ülkendeki barıştan geçtiğinin unutturulduğunu gösterdi.

Sahi, biz hiç düşündük mü, Mustafa Kemal "Yurtta sulh, cihanda sulh" ifadesini kullanırken, neden "yurda" öncelik vermiş olabilirdi ki?

Şimdi birileri şu geyiği çevirebilir, "Sen de amma cahilsin, bu ülkede olan her şeyin dış mihraklarla bir ilgisi var!"

Kesinlikle var.

Var ama. O mihrakların bomba yüklü bir aracı, devletin burnunun dibine kadar sokabilmesinin de "yurt"la bir ilgisi var.

Tam da Mustafa Kemal derken...

Kimi çok bilmiş görünen cahiller, ki sorunlarımızın asıl kaynağı onlardır, fazla naif bulabilir ama yine de yazacağım;

Eğer, iktidar partisinden muhalefet partisine kadar Mustafa Kemal'i yeterince konuşabilseydik, ülke politikalarında daha az hata yapabilirdik.

Sırf ideolojik nedenlerle üzerini çizmek yerine, en zayıf anımızda, en güçlü dünya devletlerini alt edip, üstüne bir de saygı gördüğümüz stratejinin arkasındaki dehanın hakkını verebilseydik, başka türlü olurduk kesin.

Öyle yapmadık. İktidar partisi O'nu "diktatör olmak"la, "eskimiş olmakla" itham etti.

Bizzat kurucusu olduğu CHP ise, O'na kozmetik bir unsur olarak bile sahip çıkmaktan kaçınır oldu.

Oysa. Mustafa Kemal'in devlet felsefesi, yönetim anlayışı her yeni koşulda yeniden yorumlanmaya açıktır.

"Beni sevmeyin, beni anlayın" derken kastı da buydu.

Gelelim buradan Fatih Portakal'a.

Fox'un haber sunucusu Fatih Portakal'a kızmıştım geçenlerde.

Haberde yorum yaparken duracağı yeri bilmediği için.

Bir siyasi partinin genel başkanına "oturma o koltukta" deme hakkı olmadığını, hakkı olsa da bulunduğu pozisyona uymadığını yazmıştım.

Pek bir tepki görmüştüm. Portakal'cılar tarafından.

Oysa benim derdim kişilerle değildir. İlkelerledir. Bu tavrımdan vazgeçmeye de niyetim yok.

O gün eleştirdiğim Portakal, birkaç gün önce Mustafa Kemal'in bir sözünü paylaştı izleyicisiyle;

"Mutlaka şu veya bu sebepler için, milleti savaşa sürüklemek taraftarı değilim. Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır. Gerçek kanaatim şudur: Milleti savaşa götürünce vicdanımda azap duymamalıyım, öldüreceğiz diyenlere karşı, ölmeyeceğiz diye savaşa girebiliriz. Lakin millet hayati tehlikeye maruz kalmıyorsa savaş cinayettir."

Bu hatırlatma için Fatih Portakal'ı yürekten kutluyorum. Habercinin siyasetçiden istifa isteme hakkı yoktur ama, gerçekleri hatırlatma sorumluluğu vardır.

Sözün özü; Mustafa Kemal'i yeterince konuşabilseydik, bu kadar sorun yaşamazdık.

BENİ GÜLDÜREN İKİ ŞEY

Bir, Anayasa Komisyonu için toplanan masanın dağılması:

Şöyle düşünün, bir otel var. Otelde de bir restoran. Restoranda da birbirlerinden hoşlanmazlar zoraki yemek yiyor.

Otelde yangın çıkmış. Cayır cayır yanıyor her taraf.

Masadakilerin umuru değil. "Ben bu yemeği yemem"cilerle, "yiyeceksin"ciler laf yarıştırıyor.

İki, Deniz Baykal'ın "Kılıçdaroğlu çekilsin" açıklaması:

Yok, açıklamaya gülmüyorum. Bu açıklamayı CHP içinde karışıklık bekleyecek kadar ciddiye alan Ankara gazetecilerine gülüyorum.

İLHAN KESİCİ'DEN KATKI

Değerli siyaset adamı İlhan Kesici, önceki yazımdaki "fitne" konusu üzerine bir mesaj gönderdi.

Mesaj şöyle: "Ayet-i kerime: 'El fitnet-ü eşeddü minel katl' / Fitne katillikten çok daha kötüdür."

Keşke Kesici, siyasette daha çok fikir belirtse...

BİRİ BAHÇELİYE DEMELİ Kİ;

Biri Devlet Bahçeli'ye siyaset yapmanın, her vahim durumdan sonra "işbirlikçiler amaçlarına ulaşamayacaklardır" açıklaması yapmaktan daha ciddi bir şey olduğunu söylemeli.


BAKIŞAÇISI FARKI

Kilis Belediye Başkanı, nüfuslarından fazla mülteciye kapılarını açtıkları için "barış ödülü"nü hak ettiklerini söylüyor.

Kilis'deki kadınlar ise, kocalarının Suriyeli kadınları ikinci eş olarak istemelerinden alabildiğine korkuyor.

Erkeklerin "barış" gibi gördükleri şey, kadınlar için "korku" demek oluyor.

Ne yaman çelişki ama...

AKLIMDA KALAN

Burak Yılmaz'ın sözü: Galatasaray'ın futbolcusu Burak, küskün, kırgın ve de mecbur Çin'e giderken şöyle dedi: "Kimsenin beni sevmesine ihtiyacım yok." Futbolu Türkiye ortalamasının üzerinde olan bir oyuncu, böyle bir lafı neden eder? Bir kere kendisini çok yalnız hissettiği içindir. Haksızlığa uğradığını düşündüğü için olabilir. İsyan etmek istediği için de olabilir. Kırgınlığını dolaylı ifade etmek istiyordur. Her ne olursa olsun, onun böyle hissetmesinin tek sorumlusu Galatasaray camiasıdır. Ve sevgili Burak, baştan sona seni yanlış yönettiler ama sakın unutma, sevilmeye ihtiyacı olmayan kimse yoktur. Mesele, yıkıcı sevgi ile yapıcı sevgiden hangisinin odağı olduğundur.