Kabuklara sevdalandık...

Ulusal davalarımız da hayatımızı belirleyen olgular da kabukları ile varlar ve biz onları ancak kabukları ile tartışabiliyoruz.

Medya şamar oğlanı mı?

Bu soruyu birçok medyacı ve gazeteci adına soruyorum.
Mesleğimizin albenili bir yanı olsa da sürekli algı operasyonu, manipülasyon ve yalanla itham ediliriz.

Elbette medyanın bu söylenenlerle bir ilintisi vardır. Yalan haber yapanlar, algı yönetenler ve manipületörler vardır medya dünyasında. Fakat bunların olması hatta çoğunlukta olması tüm medyayı bu şekilde karalama hakkını vermez kimseye.

Bunun yanında medyaya yüklenmek, birçok şahsın ve kurumun sığındığı bir kale gibidir. Hata yapanlar, yanlış yapanlar, maşeri vicdana aykırı davrananlar medyaya bu tür atıflarda bulunarak suçlarını ve hatalarını örterler. Aslında tek suçlu medyadır ve mahkum edilmesi gerekir. Medya denilince elinize muğlak bir yapı geldiği için yargılayamaz ve cezasını da kesemezsiniz. Bu açıdan son derece elverişli bir kaçış yoludur medyayı taşlamak.

E ne diyelim... Özeleştirinin ruhuna Fatiha okunduğu bir dönemde medyanın canavarlaştırılması da normal geliyor artık bize. 

Bunun en büyük nedeni de medyacıların kendisidir diyerek özeleştirimizi de yapalım...


Kabuklara sevdalandık...

Dünyada nasıldır bilmiyorum ama Türkiye'de kabukların bir hayli sevildiği ve itibar gördüğü bir gerçek.

Ulusal davalarımız da hayatımızı belirleyen olgular da kabukları ile varlar ve biz onları ancak kabukları ile tartışabiliyoruz.

Özüne inemediğimiz veya indiğimizde para etmeyen konuların kabukları daha cazip ve daha çok gündemimizde.

Mesela İslamcılık da Atatürkçülük de kabukları ile ele alınıyor ve kabukların savaşına şahit oluyoruz...

Kılık kıyafetten ayrımcılık çıkarmak, şekilcilik, cinsiyetçilik, ırkçılık ve daha birçok toplumsal hastalık da buradan çıkıyor.

Milliyetçiliğin, liberalizmin, komünizmin ve diğer ideolojilerin sadece kabuğunun konuşulması da bunun bariz örneği. 

Neden bu kadar seviyoruz kabukları? Çünkü duygusalız, soğuk kanlı değiliz, akılcı ve rasyonel değiliz.

Bunun yanında meselelerimizi kabukları ile tartışmak kolay iken özünü tartışmak zor ve çetrefilli. Mazallah inandığımız davanın bir eksiğini görür de kabul ederiz sonra ihanet etmiş oluruz diye korkuyoruz.

Yine meseleleri tartışırken aklımızın ve zihnimizin yerine egomuzu tatmin etmenin peşindeyiz. O yüzden sesimiz yüksek çıkıyor ama sözümüzün kalitesi yerlerde...

Bundan dolayı her kabuktan (kabukları ile tartışılan konulardan) militan üretmeyi başarıyoruz ve bu militanları bir şeylerin savunucusu olarak piyasaya sürüyoruz.

Sonra da zıpçıktı tipler çıkıyor meydana ve asıp kesiyor. Kimi silahına davranıyor kimi de kalemine. Araç ne olursa olsun militanlar, hep zarar veriyor.

Hepten karamsar olmayalım; gerçekten meseleleri özü itibariyle tartışan, konuşan, açıklayan ve bedelini ödeyen insanlar da var...

Eski bir yazımdan bahsedeyim

Bazı sitelerde gördüm; başkalarının adına yayımlanmış.

El insaf, bir insan nasıl olur da yazmadığı bir şeyi yazdım der. Ne yalan söyleyeyim kendi yazımı başkalarının adına görünce içim bir hoş oldu. Çünkü ben yazdığım yazılara evlat muamelesi yapmayı sevenlerdenim...

Yıllar önce öğrencilik yıllarımda kaleme almıştım kısa ve öz olarak. Buradan da tekrar yazalım.

"Yazmak; her şeyin mekanikleşitiği bir dünyada hala bir parça da olsa duygunun var olduğunu haykırmaktır.
Yazmak; haksızlığın erdem sayılmaya yüz tuttuğu bir ortamda hakkın sesi olmaktır.
Yazmak; yüreğin sancısını dile oradan da kaleme dökmektir.
Yazmak; birazcık cesaret birazcık bilgi birazcık da adalettir.
Yazmak; yaşanmışlıkları ortada bırakmamaktır.
Yazmak; her şeye rağmen yine de bir yerlerde susmayan ve doğru sözü söyleyenlerin var olduğunu ispatlamaktır.
Yazmak; serinlik olmaktır düşüncelerdeki kızgınlıklara.
Yazmak; savaşmanın diğer adıdır meydanlarda adalet için.
Yazmak; mücadele edebilme gayretinin hiç bitmeyeceğini göstermektir.
Yazmak; yaşlı dünyanın gençleşmesi için akıtılan bir kaç damla göz yaşına şahit olmaktır.
Yazmak; hür olmanın mutluluğunu dibine kadar yaşamaktır.
Yazmak; hakikatin dilinin sert olduğunu ve bir gün mutlaka sözün hakikate geleceğini bilmek ve bu hayalle yaşamaktır.
Yazmak; ulaşmaktır göklere yani tüm insanlığın zihin gökyüzüne.
Yazmak; kavgadan sağ çıkmayacağını bilsen de vazgeçmemektir.
Yazmak; bilginin yetmeyeceğini bilerek her öğrendiğini sindirmek gerektiğinin bilincine ulaşmaktır.
Yazmak; yaradır. yani her yazdığın kelimenin yüreklerde yaraya dönüşmesidir.
Yazmak; göğüs germektir tüm zorluklara.
Yazmak; İkra’yı kaleme söyletmektir.
Ve yazmak; bir annenin evladını bağrına basması gibi sevmektir hayatı."

Yorumlar