GÜNÜN KÖŞE YAZARI

Günün yazarı Ali Karahasanoğlu

Hem de Ali Karahasanoğlu’dan böyle bir yazı okumak ne büyük mutluluktu ya Rabbim?..

Günün yazarı Ali Karahasanoğlu

Yazıyı okumaya başladıktan sonra gözlerime inanamadım…
Yanlış kişiyi mi okuyorum diye bir kez daha dönüp en baştan baktım…
Yanlış kişinin değildi yazı…

*
Klavyesinin başına oturduğunda kalbine sevgi şırıngası yapılmış…
Kavgadan nefret etmesi için bir ilâç içirilmiş sandım baştan…
“Herhalde kafa buluyor” falan diye geçirdim içimden…
Ama hayır…
Baştan sona tam da özlemini çektiği bir yazıydı…
*
Sabahın köründe…
Hem de Ali Karahasanoğlu’dan böyle bir yazı okumak ne büyük mutluluktu ya
Rabbim?..
*
Ve…
Hemen karar verdim…
Günün Yazarı Ali Karahasanoğlu’dur…

BAYKAL’A ÖZEL UÇAK TAHSİSİ: ÜTOPYA MI BÖYLE BİR TÜRKİYE?

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal için “uçak
tahsisi” ve sağlığı ile yakından ilgilenişi, bana “Ütopya mı böyle bir Türkiye?”
başlığını attırdı..
Nasıl bir Türkiye?
İktidarı ile muhalefeti ile, gereksiz kavgadan kaçınan..
“Daha güzel bir Türkiye”ye kilitlenmiş..
Birbirini “güzellikler” için uyaran..
Karşı görüştekilere yönelik olarak “çelme takma”ya değil, “yol açma”ya
odaklanmış.
Birbirine zorbalık yapmayan insanlardan oluşmuş bir Türkiye..
Deniz Baykal somut olayından başlasak.. Şöyle bir Türkiye..

Hır-gürlü Türkiye’de, Deniz Baykal’ın tedavisi için tahsis edilen uçak olayına
yaklaşsak, ne dememiz gerekir?
Her şeyde bir kavga çıkaracağız ya..
Solcu kardeşlerimiz, kendi çizgilerinden bir siyasetçinin sağlığı için bu özel kullanım
gerçekleştiğinden, “özel uçak tahsisi”ne itiraz etmemeleri normal kabul edilebilir
de..
Mesela biz, eleştirel bakamaz mıydık bu konuya..
Mesela..
“Aaaa. Deniz Baykal’a özel uçak! Baykal’ın diğer vatandaşlardan ne ayrıcalığı var?
Bizim başımız kel mi?” diyebilirdik..
Farklı bir açıdan bakarak..
“Kanun önünde eşitliğe aykırı” diyebilirdik..
“Sosyal devlet ilkesine aykırı” diyebilirdik..
İtiraz etmek istedikten sonra..
Çok farklı noktalar da bulabilirdik..
Ancak..
Görebildiğim kadarı ile, medyada bu olaya bu açıdan yaklaşan hiç kimse olmadı..
Bir kısmımız, Tayyip Erdoğan’a saygısı sebebi ile, bu yönde bir eleştiriyi yapmadı..
“Reis böyle yapmış” dedi, dönüp bakmadı bile...
“Kendi liderimizi mi eleştireceğiz? Uçağı veren, Tayyip Erdoğan” dedi, sustu..
Veya.. Bir kısmımız da..
“Zaten devletin görevdeki üst yönetimi için demirbaşta bulunan bu ve benzeri özel
imkanlar, benzer olaylarda, eski bakanların ihtiyacında da kullanılması düşünülerek
alınıyor.. Alındığında ‘lüks-israf’ eleştirilerine katılmamıştık.. Tutarlı olmamız için,
şimdi eleştirmemeliyiz.. Doğru ve gerekli olan bu kullanımı alkışlamalıyız..” dedi,
durduk yerden kavga çıkartmaya kalkışmadı.
İyi de oldu..
İşte bu somut olayı vesile ederek..
Her olaya, iki açıdan bakılabileceğini gözardı etmeden..

“Ütopya mı” diye sorduğum Türkiye’yi kuramaz mıyız?
Sağcıların da, solcuların da..
Muhafazakarların da, ulusalcıların da..
Daha akılcı, daha mantıklı ve daha yapıcı bakış açısı ile olaylara yaklaşmalarını
gerçekleştiremez miyiz?

Mesela..
Şırnak’taki ruhsatsız kömür ocağı göçüğü olayını baz alıp..
“Bir siyasi iktidar.. İster Soma olsun.. İster Zonguldak.. İster Şırnak.. Kendi
ülkesinin vatandaşlarının madenlerde ölmesinden sevinç duyabilir mi? Tedbirsizlik olabilir.. İhmal olabilir.. Bunlara yönelik de eleştirilerimizi yapalım.. Ama hangi yönetici, böylesi üzücü ölümleri ister ki, Soma’da ‘Katil iktidar’ diyebiliyoruz?..

Şırnak’taki ölümlerde PKK’lıların etkinliği söz konusu olunca, susup oturuyoruz”
özeleştirisini yapıp..
Yapıcı uyarılara yoğunlaşsak..
İktidar tarafı da..
“İnsanların hayatları söz konusu.. Yerin dibine batsın kömürü de madeni de.. Dört
dörtlük tedbirler alınmadan.. Bu ocakların açılışına izin mizin yok. İzinsiz açılanları da, kesinlikle görmezlikten gelme yok” dese..
El ele verilse..
Olmaz mı?


Veya, AK Parti’deki belediye başkanlarının istifaları söz konusu olduğunda...
Mesela, Melih Gökçek hemen bugün Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan
ayrılsa..
Ama yerine gelen başkan, “Küçük küçük tepeleri ben yarattım” havasına girmeden..
Bir sorunla karşılaştığında, telefona sarılsa, “Başkanım.. Çeyrek asırlık başkanlık
tecrübeniz var.. Çok büyük deneyimleriniz var.. Şöyle bir problemle karşılaştım. Siz
neyi önerirsiniz” diyebilse..
Melih Gökçek de kendisini ağırdan satmadan.

“Sen misin başkan, ben miyim” demeden..
“Ben olsam, şöyle yapardım” diyebilse..
Bir haftadır her gün..
“Melih Gökçek bugün istifa edecek”, “Dün odasını topladı” haberleri ile
uğraşmasak..
Suni tartışmaları gündemden çıkartıp.. Gerçek sorunlarla uğraşsak..
AK Parti dışındakiler de..
Melih Gökçek seçime girdiğinde eleştirip..
Şimdi Melih Gökçek’in istifası istendiğinde de, “Olur mu ya.. Niye istifası isteniyor
ki?” moduna girmeden..
“Ne güzel.. Hep eleştiriyorduk, ‘Bu makamlar krallık gösterisi yapılacak yerler
değil’ diyorduk.. Bazı makamlar açısından da olsa, bu uygulama sevindirici”
deseler..
Yanlış mı olur?

Veya..
Bolu’da bir ilçenin, AK Partili belediye başkanı..
İşe girmek isteyen bir kadınla, önce içkili lokantaya uğrayıp.. Sonra eve kadar giden yolculuk sonunda..
Cinsel taciz ile suçlandığında..
AK Parti yönetimi, bu başkanı anında üyelikten ihraç ettiğine göre...
Solcu arkadaşlar, “Yargı, AK Parti’ye teslim oldu” önyargılarından vazgeçseler..
“Somut deliller sunulunca, AK Partili birisi de tutuklanıyor..” diyebilseler.
Hatta cinsel tacizle ilgili siyasi iktidara getirdikleri eleştirileri gözden geçirip,
“Adamı anında ihraç ettiler. Demek ki AK Parti’de tacize sıfır tolerans uygulanıyor”
diyebilseler...
AK Partililerin de, bu olaydan çıkaracağı dersler olsa..
İçkili lokantalarda gezen partilileri, kadınları evlerine götüren belediye başkanlarını
takip edip.. Adli olaylar yaşanmadan.. Şikayetler yapılmadan.. Can havli ile evden
kaçan kadınların mağdur olmalarına fırsat verilmeden..

Parti yöneticileri, böylesi yanlışlar içindeki partilileri tasfiye etseler..
“Bizim partimizin çizgisinde, böylesi nahoş görüntüler olamaz” deseler..
Bu tür kimlikleri, tasfiye ile de yetinmeyip.
Halka da ifşa etseler..
“Biz kendimiz bu adayı belirledik. Şimdi yanlışını görüp, hemen atarsak, halk bize
‘Bu adamı siz belirlediniz’ diye hesap sorar sonra” endişesine kapılmasalar..
“Her insan hata edebilir.. Yanlış aday tespiti yapmış olabiliriz.. Önemli olan, kendi
seçtiğimiz de olsa, yanlışını gördüğümüz an, gereken müeyyideyi ulgulamaktır”
deme cesaretini gösterseler..


Veya..
Hukuk bilgisi olmayanlar mazurdur ama..
Hukuki bilgisi olan solaklar bari..
“Müftüye nikah kıyma yetkisi” ile “Çocuk yaşta evlenme” arasında hiçbir ilişki
olmadığını kendi tabanlarına anlatsalar..
Bu içerikte pankartlar açıp, kendilerini güldüren solaklara fırsat vermeseler..
Daha güzel, daha huzurlu bir Türkiye’de yaşıyor olsak..
Bu basitlikteki talepleri, “Ütopya” olarak tanımlamasak..
Kötü mü olur?

ÇOK OKUNANLAR
Yorumlar