KİTAPLIK

Gazeteci Fügen Ünal Şen mübadeleyi yazdı

Gazeteci Fügen Ünal Şen Türkiye ile Yunanistan arasında 2 milyon insanı etkileyen herc-ü merc ortamını Mübadeleyi son romanında anlattı.

Gazeteci Fügen Ünal Şen mübadeleyi yazdı
GAZETECİLER.COM - Gazeteci Fügen Ünal Şen yeni kitabı "Bir Avuç Mazi" yi İnternetHaber'e anlattı. Şen, kitap yazım sürecini anlatırken, "Çok enteresandı. Kafamdakini yazmak için bilgisayarın başına geçiyordum, ama bambaşka şeyler yazıp kalkıyordum. Bir an geldi ürktüm bile bu duygudan, ara verdim yazmaya..." diyor.

Deneme"Bakmayin son zamanlarda sürekli mübadeleden söz edilmesine, mübadil torunlarının dedelerinin, ninelerinin anılarını duygusal kelimelerle anlatmasına. Mübadele, mübadiller için bir travmadır ve ancak üç nesil sonra konuşulabilen bir konu olmuştur..."

Yukarıdaki sözler yeni romanı "Bir Avuç Mazi"de, 1924 yılında evini, toprağını, mazisini, memleketini bırakmak zorunda kalan bir ailenin hikayesini anlatan gazeteci yazar Fügen Ünal Şen'e ait.

Çağan Irmak'ın geçtiğimiz günlerde seyirciyle buluşan "Dedemin İnsanları" filmiyle gündeme taşınan Mübadele olgusu, o günleri yani 1923-1924 yıllarında yaşanan anaforu anlatan "Bir Avuç Mazi" ile tartışılır olmaktan çıkıp yaşanır oluyor.

Kendisi de bir mübadil torunu olan Yazar Fügen Ünal Şen ile "Bir Avuç Mazi"yi konuştuk.

MÜBADELE GELEN İÇİN DE GİDEN İÇİN DE TRAVMA

- Mübadele bu toplumun pek de üzerinde konuşmadığı bir konuydu şimdiye kadar. Ama son zamanlarda hızla ve çeşitli boyutlarıyla hayatımıza giriyor gibi, ne dersiniz?

- Evet. Mübadele gelen için de giden için de bir travmadır. Bu nedenle bir iyileşme sürecine ihtiyaç vardı mutlaka. Gelenler de gidenler de bu travma nedeniyle içe dönük bir yaşam sürdüler. Ancak sonraki nesiller köklere doğru duygusal bir yolculuk yapma şansını ve imkanını buldular.

Sizin bu dugusal yolculuğunuz nasıldı? neler hissttiniz yazarken?

Ben zaten duygusal bir insanım. Bir de bir roman yazmanın heyecanına ve telaşına zaten çok az ayrıntısını bildiğim anne akrabalarımın hikayesine ulaşma çabası da eklendi. Gerçekten garip bir yazım süreci geçirdim.

Nasıl garip?

Bunu anlatabilmem çok zor. Yaşarken zaman zaman çok ürktüm. Zira kendi kurguma göre yazacaklarım belliyken oturuyordum bilgisayarın başına, ama hiç düşünmediğim şeyler yazıp kalkıyordum. Sanki içimde, çok derinlerde belki de genlerim işte bana dikte ettirdi bu kitabı. Böyle söyleyince garip görünüyor ama yaşadığım tam da buydu...

- Kitabınızdan bahsedelim biraz... MÜbadele günlerini, bir yolculuğu anlatıyorsunuz degil mi?

- Önce bir ansiklopedik bilgiyle başlamalıyım. Her ne kadar bu topraklara 1920'lerde itibaren 600 bini bulan Mübadil gelmişse de mübadele nedir pek bilinmiyor. Ben mübadeleyi iki farklı biçimde tanımlıyorum aslında. Biri, tarih kitaplarında anlatılan biçimi o da şu: Lozan antlaşması sırasında, Yunanistan'daki Müslüman azınlıkla, Türkiye'deki Ortodoks Rumlar'ın ne olacağı düşünülüyor. Buna da çare olarak iki halkın mübadelesine karar veriliyor. Ve 30 Ocak 1923'te, Lozan Anlaşması'na ek bir madde olarak konuluyor.

-Nedir o madde tam olarak?

-Kelimesi kelimesine şudur: "Türk topraklarında yerleşmiş, Rum ortodoks dininden Türk uyruklarıyla, Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyruklarınının, 1 Mayıs 1923 tarihinden başlayarak zorunlu mübadelesine girişilecektir. Bu kimselerden hiçbiri, Türk Hükümeti'nin izni olmadıkça Türkiye'ye, Yunan Hükümeti'nin izni olmadıkça Yunanistan'a dönüp yerleşemeyeceklerdir. Mübadele İstanbul'da oturan Rumları ve Batı Trakya'da yaşayan Türkleri kapsamayacaktır.

2 MİLYON BEDENİN RUHUNDAN AYRILDIĞI GÜNLERDİ MÜBADELE

-Sizin yaptığınız o ikinci mübadele tanımı nedir?

- Yaklaşık 2 milyon bedenin ruhundan ayrıldığı ve bir daha hiç buluşamadığı günlerin adıdır Mübadele. Tarih kitaplarında o maddeyi yazabilirsiniz ama ruhların savrulmuşluğunu, kaybolmayı, kimsesiz kalmayı, kökünden kopup gelmeyi kimse tarif edemez.

-Siz tarif ettiniz ama...

- Yok, yok o anaforu tarif etmeye çalıştım ben sadece. O günleri yaşayanlar tarif edememişken benim haddim olmazdı zaten. Ben sadece o günlerde yaşananlardan bir kesit sundum kitabımda. Mübadil bir aileden gelen okur farklı okuyacak, mübadilliği bilmeyen yeni bir bakış açısı yakalayacak satırlarımda. Hedefim de buydu...

-Yukarıda mübadeleyi tarif ederken "zorunlu" kelimesine vurgu yaptınız...

- Mübadilliğin kanatan yarası budur kanımca. Mübadili göçmenden ayıran da budur. Göçmen, yaşadığı tüm zorluklara rağmen toprağını bırakmama seçeneğine sahiptir. " Ölsem de burada kalacağım" diyebilir. Gideceği, yerleşeceği, gitme zamanını, yanına alacaklarını kendisi seçebilir.

-Ya Mübadil?

-Mübadillerin böyle bir şansı yoktu. Devletler karar verdi, "şu tarihte, şu gemiyle, şuraya gidiyorsunuz, şu işi yapacaksınız" dendi. Söz hakkı, seçme hakkı tanınmadı.

-Mübadele olmasaydı ne olurdu?

- Mübadele oldu... Bunu düşünmek o yarayı hep açık tutar, kanatır. Yara bir türlü kabuk bağlamaz.

- O günlerde neler yapıldı, yaşandı peki?

- Mübadelede yaklaşık, 1 .5 milyon Anadolu Rumu Yunanistan'a gitti. Oradan da yine yaklaşık 600 bin müslüman Türkiye'ye geldi. Şimdi şu gerçeği gözden kaçırmamalıyız. Bu gerçekten çok büyük bir koordinasyon gerektiren bir gel-git olayı. Yıl 1923-1924... Bu topraklarda yaşayanlar Kurtuluş Savaşı'ndan çıkmış. O imkansızlıkların içinde çok büyük bir organizasyondur, unutmamak gerek.

Gelecek olanlar için gemiler ayarlandı, aşılanmalar yapıldı. Getirilen kişiler elbette çok zor şartlarda da olsa barındırıldı, karınları doyuruldu ve yeni evlerine yerleştirildiler. Muazzam bir iş yani. Görüyoruz, 2012 yılında Van'daki yurtdaşlarımıza doğru dürüst hizmet götürülemedi hala.

SİZ DE MÜBADİL TORUNUSUNUZ DEĞİL Mİ?

-Ya siz yazarken neler düşündünüz? Siz de bir mübadil torunusunuz değil mi?

-Evet benim anne tarafım bir dönem Selanik'e, sonra da Manastır'a bağlı olan Alasonya'dan 1924'te gelmiş. Ancak şunu önceden belirmeliyim, bu roman benim ailemin geliş hikayesi değildir. Onların yolculuğu değil anlatılan ve elbette onlardan bir çok iz de var. Sadece kendi ailemin hikayesini yazmak o günlere, gelenlere ve gidenlere, topyekün mübadillere, yaşadıklarına haksızlık olurdu.

- Yazım sürecini anlatır mısınız? Gittiniz mi örneğin Alasonya'ya...

-Evet, elbette gittim. Osmalı'dan kalan bir Cami ve taş köprü var Alasonya'da... Oralarda saatlerce dolaştım. Yazık ki anneannemlerin Alasonya'daki evlerinin nerede olduğunu bilmiyordum, o nedenle "acaba burası mı? Bu bahçede mi oturdular? Bu pencereden mi baktılar?" diye diye her eski evi dolaştım. Gerçekten çok dugusal anlardı. Onların bırakıp geldikleri toprağa, bir daha dönemedikleri memleketlerine sanki onlarla birlikte gitmişim gibi hissettim. Ve hiç yabancı hissetmedim kendimi. Sanki bütün sokaklar benimdi, o Alasonya'ya tepeden bakan Olimpos Dağı'na sank bin defa çıkmıştım. Selanik'e de gittim. Kitaptaki diğer mekanları, Adana ve Mersin'i zaten daha önce görmüştüm. Ankara'da Devlet Arşivleri'nde çok zaman geçirdim Ve elbette İstanbul'daki Lozan Mübadilleri Vakfı'nı sık sık ziyaret ettim. Ne zaman bir konuda takılsam onlardan destek aldım. Çatalca'daki Mübadele Müzesi de o günlerin soluğunu getirdi bana... Ama galiba en büyük destegi genlerim verdi.

-Ne kadar sürdü yazmanız?

-Dört yılı geçti.

-Kitabınızda buradan giden bir Rumun durmunu da okuyoruz...

-Evet, Mitra... Bu Ege'de yaşanan bir med -cezir. Bir tuhaf yanı da bence şu: Buradan giden Rumların bazıları, Yunanistan'daki müslümanların evine yerleştiriliyor. Sürekli bir içiçelik var. Ne olursa olsun o içiçe geçmişlik sürüp gidiyor yani...mDostluklar kadar düşmanlıklar da yaşansa da o içiçelik hala devam etmiyor mu? Selanik 'e gittiğimde babası, annesi Nevşehir Suvermez'den mübadelede gönderilen Yannis'le uzun sohbetlerim oldu. O bana kendi anne babasının yaşadıklarını, ağlayışlarını, topraklarına hasret ölüp gidişlerini ve hala sürdürdükleri geleneklerini anlattı. Mitra'nın duygularını anlamama, anlatmama yardım etti bu.

- Bugün mübadiller ne durumda?

-Benim gözlemim şu: Gelen ilk nesil içine kapanmış, ezilmiş, bu topraklara alışmaya çalışmış. Çoğu birkaç klasik cümle dışında birşey anlatmamış önceleri. İkici kuşak ayakta kalma mücadelesi vermiş. Eskinin savrulmuşluğunu toparlama görevi ikinci kuşağın olmuş. Benim gibi üçüncü kuşak ise şanslıysa birinci kuşaktan dedelerin, ninelerinden yaşadıklarını masal gibi dinlemiş. Hep hayıflansak da' keşke daha fazla sorsaymışım. Daha ciddi dinleseymişim' desek de kulağımıza üflemişler birşeyler. İmkanlarımız da daha fazla olunca köklerin peşine düşme şansı bizim kuşağın oldu. Baksanıza mübadil gezileri yapılıyor, buradan otobüslerle ata topraklarına yolculuk yapıp orada bırakılan evleri görme şansımiz var. Buradan gönderilen Rumların torunları da gelip büyüklerinin izini arıyorlar bu topraklarda.

ÇOK OKUNANLAR