RÖPORTAJ

Dünyaca ünlü yazar Amin Maalouf: İlerici solcular muhafazakar oldu!

Habertürk TV Yayın Koordinatörü Kürşad Oğuz, dünyaca ünlü Lübnanlı yazar Amin Maalouf'un Paris'teki evine konuk oldu. Amin Maalouf dünyadaki gelişmelerden, siyasete ve Türkiye’ye kadar çeşitli konularda açıklamalarda bulundu.

Dünyaca ünlü yazar Amin Maalouf: İlerici solcular muhafazakar oldu!

Fransız Akademisi üyesi ve 'Semerkant', 'Afrikalı Leo' ve 'Tanios Kıyıları' gibi kitapların dünyaca ünlü yazarı Amin Maalouf, HaberTürk'ten Kürşad Oğuz'ın sorularını yanıtladı.

Söyleşinin ilk kısmında dünyanın battığına inandığını ifade eden Maalouf, “Yeni bir dünya kaçınılmaz olarak doğacak” tespitini yaptı.

Maalouf'a birçok konuda soru yönelten Oğuz, ünlü yazarın son kitabı "Uygarlıkların Batışı"ndan yola çıkarak şöyle sordu: "Bu kez gemi battı, umudun tükendi mi? Dördüncü kitap olmayacak mı?"

Maalouf, "‘Batış' dünyanın sonu değildir. Dünyanın battığına inanıyorum ama yeni bir dünya kaçınılmaz olarak doğacak. Biz ikisi arasındaki safhadayız şu an. Dünün dünyasının yok olduğunu görüyoruz, yarının dünyasının ne olacağına dair de fikirlerimiz var. Şu an bizim kuşağımızın yaşadığını bir ayrıcalık olarak da, bir lanet olarak da görebiliriz. Her halükârda iki dünya arasında kalmış bir kuşağız. Yarının dünyasının bugün hayal ettiğimizden çok farklı olacağına inancım yüksek. Çünkü çok hızlı bir dönüşüm var. Bizim gençliğimizden bu yana tanıdığımız dünya yok oluyor ama bu, dünyanın sonu değil. Yeni bir şey ortaya çıkacak. İnançlı olmamız ve yeni ortaya çıkacak şeyin çok daha iyi olacağını ummamız lazım" şeklinde cevap verdi.

İşte Kürşat Oğuz'un Amin Maalouf ile yaptığı o söyleşi:

"BİR HATA VARSA ÖNCE ARAPLARDA"

Yine üç kitabı dikkate alırsak, eleştirilerin giderek Batı'dan ziyade Arap-Müslüman topluma kayıyor sanki. Bu, o coğrafyayı bir umut olarak görüp sonradan yaşadığın hayalkırıklığı yüzünden mi?

"Hatalarda herkesin payı vardır. Yüzyıllar süren tarihte Batı önemli rol oynadı ve bu ona önemli sorumluluklar verdi. Batı'nın bu sorumlulukları en iyi şekilde üstlendiğinden emin değilim. Son 50 yıla bakalım. Soğuk Savaş'ın bitiminde yine bir Batı gücü yani ABD en merkezi rolü üstlendi. Tek süper güç dedik ona. ABD'nin de bu rolü lâyıkıyla yerine getirdiğini söyleyemeyiz. ABD yapması gerektiği gibi yapmadı, davranması gerektiği gibi davranmadı. Yine de hatalar paylaşılmalı. Benim anavatanım ve ana kültürüm olan Arap dünyası da tarihsel çıkmazından kurtulmak için kendi menfaatine olan şeyleri yapmadı. Yani bir hata varsa önce Araplardan kaynaklandı."

“KÜSTAH, KAPTANI OLMAYAN BİR GEMİDEYİZ”

“Titanik gibi modern, ışıl ışıl, kendinden emin ve asla batmaz denen bir transatlantik, tüm ülkelerden ve sınıflardan yolcularıyla birlikte, orkestra eşliğinde yok olmaya doğru ilerliyor” diyorsun. Bu geminin kaptanı kimdi, kim batırdı? Kimler içinde veya dışında?

"Çok ilgimi çektiği için Titanik metaforunu çok kullanıyorum. 30 yıl önce yazdığım Semerkant'ın son bölümünde batışından bahsettim. O dönem Titanik'le ilgili çok şey okudum. Yolcularının büyük bölümünün Yakın Doğu'dan, yani bizim bölgemizden geldiğini keşfetmiştim. ABD'ye göç etmek istiyorlardı ve maalesef bu yolcu gemisine bindiler. 1912'de 1500'den fazla kişi öldü o gemide. O dönemde en mükemmel şekilde inşa edildiği söyleniyor, “batması mümkün değil” deniyordu. Batınca öyle olmadığı anlaşıldı. Kurtarma botları bile yolcu sayısı değil, çok yüzeysel şekilde geminin yüzölçümü dikkate alınarak hesaplanmıştı. Battığında seyahat şirketinin yöneticisi, “biz yönetmeliği uyguladık” dedi. Ama yönetmelik aptalcaydı. İnsanlar bir yüzeyden ibaret olamaz. Bunu düşündüm hep. Çok küstah, bütün krizleri sorunsuzca çözeceğini sanan ve gerçek bir kaptanı olmayan bir dünya bu. Yine de bazı ülkeler belirli dönemlerde kaptan rolünü oynayabilirdi."

BÜYÜK ALT ÜST OLUŞ YILI: 1979

Büyük değişim veya altüst oluş yılına, 1979'a gelelim. Sana göre bugünün dünyasını belirleyen ne olduysa o yıl oldu… O yıl yaşanan olayların dünyanın her yerinde zihniyetlerde ve tavırlarda kalıcı bir değişime yol açtığını söylüyorsun…

"Bugüne gelirken neler yaşandığını anlamak için bütün bu olayları tekrar gözden geçirmek istedim. Ve bugünkü dünyayı belirleyen en temel anın, 1970'lerin sonu olduğunu gördüm. O tarihte her yerde önemli olaylar oldu. 1979 Mayısı'nda İngiltere'de Margaret Thatcher iktidara geldi. Bu da, devletin rolünü mümkün olduğunca azaltmayı hedefleyen yeni yönetim tarzının başlangıcıydı. Thatcher'dan bir yıl sonra, yine devletin rolünü azaltmak saikiyle Ronald Reagan ABD başkanı seçildi. Ki o, “Devlet çözüm değil, sorunun kendisi” diyordu. Thatcher ve Reagan'ın bu tavrı dünyanın hemen her yerinde yönetim biçimini değiştirdi. Başka bir önemli olay da, Şubat 1979'daki İran İslam Devrimi'ydi. Ayetullah Humeyni'nin İran'da iktidara gelişiyle bölgede ve yansımalarıyla dünyanın her yerinde değişim başladı."

İKİ MUHAFAZAKAR DEVRİM

Aynı yıl yaşanan iki muhafazakâr devrimden bahsediyorsun.

"Evet, biçimleri farklı olsa da iki muhafazakâr devrim. İkisinde de muhafazakâr kabul edilecek güçler, devrimci güçler gibi tavır sergiledi, çünkü değişim istiyorlardı. Thatcher reformlarını “muhafazakâr devrim” olarak adlandırıyordu. İran'daki de İslam devrimiydi. Aynı dönemde belirleyici başka olaylar da yaşandı. 1978 Aralıkı'nda yani İran Devrimi'nden iki ay önce, Deng Xiaoping Çin'de iktidarı ele aldı ve Mao Zedong'un devrimine karşı bir devrim başlattı. Merkeziyetçi sosyalist politikaya karşı, serbest pazar yasalarını dikkate alan ekonomik gelişmeye girişti. Çin bu sayede o tarihten 40 yıl sonra dünyanın en büyük ekonomik güçlerinden biri. Başka olaylar da var. Afganistan Savaşı'nın başlaması mesela. Bütün bunlar, 1970'lerin sonunda bir şeylerin dönüştüğünü gösteriyor bize. Bu yeni bir mevsimdi ve dünyada farklı bir şeyler oluşmaya başlamıştı. Biz bugün 40 yıl önce dövülmeye başlayan bir dünyada yaşıyoruz."

“İLERİCİ SOLCULAR MUHAFAZAKÂR OLDU”

Özetle 1979'dan sonra Siyasal İslam devrimci; kapitalizm ve sosyalizm de muhafazakâr mı oldu? Bu paradoks değil mi?

"Batı'dan Müslüman dünyaya kadar her yerde, geleneksel olarak muhafazakâr kabul edilen güçlerin kendini devrimci ilan ettiği bir dönemdi bu. Tepki olarak da solcu sayılan güçler, kazanımlarını korumaktan başka hedef bulamadılar. Batı'da hükümetler devletin rolünü, sosyal korumacılığı azaltırken sendikalar ve sol partiler ne yaptı? Bu hareketi geciktirmeye ve o güne kadarki kazanımlarını muhafaza etmeye çalıştılar. Böylece onlar eski sosyal düzeni korumak isteyen muhafazakâr partilere dönüşürken, muhafazakârlar eski sosyal düzeni altüst eden güçlere dönüşmüş oldu."

Yani muhafazakârlar devrimci oldu.

"Bir fetihçiye dönüştüler. Muhafazakârlık bazı şeyleri muhafaza eden bir güç olarak davranmadı artık. Dünyanın her köşesinde küçük farklarla muhafazakâr bir devrim yaşandı. Bu muhafazakâr güç modeli çok daha rekabetçi ve saldırgan hale gelirken, geleneksel olarak ilerici sol güçler sosyal korumacılığın ve bu yoldaki sol kazanımların yıkılmasını engellemek için bir baraj kurmayı denediler."

Röportajın tamamı için

ÇOK OKUNANLAR
Yorumlar