Yılmaz Özdil'den bomba Aydın Doğan yazısı
Sözcü gazetesi köşe yazarı Yılmaz Özdil, Doğan Grubu'nun, Demirören Medya Grubu'n satılmasını köşesine taşıdı...
Bünyesinde Hürriyet, Fanatik ve Posta gazeteleri ile Kanal
D ve CNN TÜRK kanallarını da bulunduran Doğan Medya Grubu, önceki
gün Demirören Grubu’na satıldı.
Satışın yankıları sürerken Sözcü gazetesi yazarı Yılmaz
Özdil, 3 yıl önce Hürriyet gazetesiyle yollarının ayrıldığı dönemde
kaleme aldığı Aydın Doğan hakkındaki yazıyı tekrar köşesinden
paylaştı.
"Bu bir orman yangınıdır" diyen Özdil, "Bu satırları fikri
hür, vicdanı hür, irfanı hür bir gazetede, Sözcü'de yazmaktan onur
duyuyorum. Aydın Doğan'ın yanında durmak, yurttaşlık görevidir."
dedi.
Özdil'in "Aydın
Doğan" başlıklı yazısı şöyle;
Sene 1994…
İzmir'den İstanbul'a gelmişim.
Milliyet'e.
Patron, Aydın Doğan.
*
Doğrusu, Milliyet olmuş, Hürriyet olmuş, pek
farketmezdi.
Çalıştığım yerlere tutkuyla bağlı olduğum
söylenemez.
Kurumlara aidiyetim sıfırdır.
Namusumuzla çalışacağız… Neticede kazık çakacak halimiz yok.
Ya kovulacağız, ya başka yere transfer olacağız, hep böyledir, en
azından benim açımdan hep böyledir.
Dolayısıyla, piyasadaki tüm medya patronlarıyla çalıştım,
Aydın Doğan'ın da benim nazarımda diğerlerinden farkı yoktu, patron
patrondu, nikah kıyacak değiliz, çalışırız, ayrılırız, hepsi
buydu.
*
Neyse, yazı işleri müdürüydüm.
O zamanlar köşe yazmıyordum, birinci sayfanın spotlarını
yazıyordum.
Bismillah, üç gün geçti geçmedi, binayı taradılar iyi
mi!
O günkü Milliyet binası, bugünkü Hürriyet'in binası, kavanoz
gibi, komple cam, güya kurşun geçirmez diye efsane var ama, hikaye,
tül perdeyi geçer gibi geçti mermiler… Yanlış hatırlamıyorsam, dört
veya beş el sıkılmıştı, uzun namlulu silahtı, tem'den geçerken
otomobili durdurup ateş etmişler, topuklamışlardı.
Sadece camlar delinmişti, tesadüfen kimseye zarar gelmemişti
ama, panik yaşanmıştı. Herkes bahçeye fırladı. Televizyonların
kameraları geldi, röportajlar falan, iki üç saat sonra hayat
normale döndü, yeniden içeri girdik, klavyenin başına geçtik,
çalıştık.
“Yıldıramazsınız korkutamazsınız” filan, klasik cümlelerle
attık tuttuk, sayfayı bağladık, baskıya gönderdik.
*
Gece saat 22 civarıydı. İşim anca bitti. Yorgunum, evime
gideceğim.
Çıktım ön kapıdan, bahçede cıgara tüttürerek otoparka
yürüyorum.
Hava karanlık.
O da ne?
Biri var orada!
Yüzünü binaya dönmüş, ellerini dua eder gibi açmış, öylece
dikiliyor.
Yaklaştım.
İnsan kaynaklarında çalışan bir ağabeyimizdi.
Yanılmamışım, hakikaten mırıl mırıl dua ediyordu.
Bekledim yanında, okumayı bitirdi, üfledi.
“Hayırdır?” dedim.
Onca gazetede, onca televizyonda çalıştım, hayatımda ilk defa
duyduğum bir şeyi söyledi bana…
“Buradan ekmek yiyoruz, kendi evimin penceresine kurşun
sıkılmış gibi hissettim, Allah patronu ve gazeteyi korusun diye dua
ettim” dedi.
*
Evet… Babıali'de arkasından küfür edilen patronları çok
gördük ama, arkasından dua edilen patronu, ilk defa Aydın Doğan'ın
gazetesinde gördüm.
*
Vay efendim, eskiden şu konuda yanlış yapmış da, bu konuda
hatalı davranmış filan, geçiniz kardeşim… Nasıl bir cendere içinde
bulunulduğuna, nasıl yalnız bırakıldığına, nasıl zorlu bir mücadele
verildiğine, bizzat şahidim.
*
Gazete denilen kavram, sizin gazeteci sandığınız egosu patlak
üç beş köşe yazarından ibaret değildir.
Muhabirinden matbaa işçisine, santralinden arşivine,
ulaştırmasından dağıtımına, binlerce isimsiz kahramandan, binlerce
aileden oluşur.
Üç bin kişiyi kurtarmak için, bazen mecburen üç kişiden
vazgeçilebilir.
Kişisel sıkıntıları abartmamak gerekir.
Gidersin başka yerde yazarsın, olur biter.
*
Ayrıca, gazete denilen kavram, sadece ticari bir ürün
değildir.
Sosyal ihtiyaçtır.
Arz-talep dengesini parayla kuramazsın, anca haberle-bilgiyle
kurabilirsin.
Halk isterse satın alır, zorla okutamazsın.
İstediğin kadar havuz kur, istediğin kadar yandaş gazete
dağıt, istediğin kadar tek sesli hale getir, Pravda bile
başaramadı!
*
Hal böyleyken, haksız vergi cezaları kesiliyor, mitinglerde
hedef gösteriliyor, yandaş manşetlerde iftiralar atılıyor, gazete
binası baskına uğruyor, taşlanıyor, yazarları tehdit
ediliyor.
Çünkü…
Senelerdir anlatmaya çalıştığımız, orman yangınıdır
bu.
Ne kaplumbağa kaçabilir, ne ceylan kurtulabilir.
Nasıl olsa kanatlarım var zanneder ama, alevler kontrolden
çıktıktan sonra kuşların akıbeti bile aynıdır.
*
Bu satırları fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bir gazetede,
Sözcü'de yazmaktan onur duyuyorum.
Aydın Doğan'ın yanında durmak, yurttaşlık
görevidir.
Ya hep birlikte söndüreceğiz, ya hep birlikte
yanacağız.
Üçüncü seçenek yoktur.
NOT…
Bu yazıyı üç sene önce yazmıştım, pek kavranamamıştı. Belki
bu defa anlaşılır umuduyla tekrar yazıyorum. Kişisel menfaat
çatışması nedeniyle, kişisel husumet nedeniyle “oh olsun, olacağı
buydu” filan diyen arkadaşları boşverin. Mesleği boyunca broşür
bile yönetmemiş tahta kafalı tiplerin, basın ilkeleri üzerine ahkam
kesmesinden gına geldi artık… Atatürkçü, yurtsever, demokrat, çok
iyi bir aile babası Aydın Doğan'ın tasfiye edilmesi, Doğan
Grubu'nun imha edilmesi, Türkiye için çoook çook çok kötü bir
gelişmedir. Sadece siyaseten değil, sosyal hayatı, Türkiye'nin
yaşam biçimini felç edecek bir gelişmedir. Kuzey Kore'ye ramak var…
Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil misali bir kez daha
altını çizelim, Sözcü köprüden önce son çıkıştır.