Yılmaz Özdil ülkelerin makam araçları ile uçaklarını kıyasladı!

Sözcü gazetesi yazarı Yılmaz Özdil, “Gözyaşıyla söner mi?” başlıklı yazısında ülkelerin makam araçları ve yangın söndürme uçaklarını kıyaslayarak, Türkiye’nin orman yangınlarıyla olan imtihanını dile getirdi.

Dünyadaki birçok ülkenin yangın söndürme uçaklarının sayısının Türkiye’den fazla olduğunu belirten Yılmaz Özdil, aksine makam araçları sayısında da Türkiye’nin ön sırada geldiğini yazdı.

Özdil yazısının bir kısmında basının yangınlar konusunda yıllardır değişmeyen tavrını eleştirdi.

İşte o yazı...

“18 yaşındaydım, ciğerlerimiz yandı yazıyorlardı, emekli oldum, hâlâ ciğerlerimiz yandı yazıyorlar.

Hissetmez, umursamaz, düşünmez, ama sanki ciğerinden hissetmiş gibi rol yaparak, hep aynı başlığı atarlar.


Kimse kusura bakmasın ama, bu memlekette başımıza her ne geliyorsa, işte bu sikindirik yaklaşım yüzünden geliyor.)”

İşte Yılmaz Özdil’in yazısı:

Gözyaşıyla söner mi?

Yunanistan'ın iki makam uçağı var, devleti yönetenler sarayda oturmuyor, 39 adet yangın söndürme uçakları var.

Fransa'nın sekiz makam uçağı var, babanın malı gibi kullanamazsın, Fransa başbakanı mesela, seyahata giderken yanında iki oğlunu götürdü, oğulları için kendi cebinden devlete 2.500 euro bilet parası ödedi, devleti Elysee Sarayı'ndan yönetiyorlar, bizim saray Elysee'den 30 misli büyük, bizim yazlık saray Elysee'den dokuz misli büyük, 32 adet yangın söndürme uçakları var.

İspanya'nın üç makam uçağı var, biri kral'ın, hükümet sarayda oturmuyor, şu anki kral bile babasının sarayında oturmuyor, 17'si kendilerine ait, 57'si kiralık, 74 adet yangın söndürme uçakları var.

İtalya'nın sekiz makam uçağı var, hükümet ve cumhurbaşkanı kendilerine tahsis edilen sarayı sadece çalışma ofisi olarak kullanıyor, oturmuyor, kendi evlerinde oturuyorlar, Vatikan'ın serveti dünyadaki bütün uçakları satın almaya yeter ama, Papa'nın makam uçağı yok, ülkelerarası seyahata gidecekse, İtalyan devletinin havayolu şirketi Alitalia'dan yolcu uçağı veriyorlar, onunla gidiyor, 19'u kendilerine ait, 88 yangın söndürme uçakları var.

Bizde 13 makam uçağı var, bizimkinin son makam uçağı Beyaz Saray'da bile yok, ABD başkanının Air Force One tabir edilen makam uçağı bizimkinin bir alt modeli… Asrın liderimiz 1.150 küsur odalı saray yaptırdı, 300 odalı yazlık sarayyaptırdı, Ahlat'a göl manzaralı saray yaptırıyor, Vahdettin Köşkü'nü, Dolmabahçe Sarayı'nı, Beylerbeyi Sarayı'nı, Huber Köşkü'nü, Yıldız Sarayı Mabeyn Köşkü'nü, Beykoz Kasrı'nı kullanıyor, Savarona'yı kullanıyor, Abdülaziz'in altın varaklı padişah koltuğunu kullanıyor, kendimize ait yangın söndürme uçağımız yok, anca üç adet kiraladık.

ABD dedim aklıma geldi… ABD başkanı bile bizimkinin bir alt modeli makam uçağını kullanırken, ABD'nin orman yangınlarına müdahale etmek için sahip olduğu ve her yangın sezonu başında kiraladığı toplam uçak ve helikopter sayısı kaç biliyor musunuz?

1000!

Yazıyla, bin!

ABD'de dünyanın en büyük yangın söndürme uçağı var, Boeing 747-400… Yolcu uçağıydı, modifiye edildi, yangın söndürme uçağı haline getirildi. 90 bin litre su taşıyabiliyor. 90 bin litre söndürücü köpük türevi kimyasal taşıyabiliyor. Özel pompalama sistemiyle isterse yağmur gibi serpintili olarak bırakıyor, isterse 90 tonu aynı anda foş diye bırakıyor.

Piste iniyor, 30 dakikada yeniden dolduruluyor. Her seferinde, 50 metre genişliğinde, 5 kilometre uzunluğunda bir alanı söndürüyor. Sacramento havalimanında park ediyor, 960 kilometre hızla uçuyor, ülkenin her yerine acilen yetişebiliyor.

Kanadalı altın madencisi geliyor, sayın hükümetimizin izniyle, 195 bin ağacımızı köklüyor, söküp atıyor, bütün dünyada Alplerden sonra oksijen oranı en yüksek bölge olan Kazdağları'na siyanür döküyor, zümrüt gibi ormanlarımızı mahvediyor, meteor çarpmış hale getiriyor… Kanada'da bir tek dal bile kesemezsin, bayrağında bile akçaağaç yaprağı var, 136 adet yangın söndürme uçağı var.

Hırvatistan'ın toplam yüzölçümü bizim sadece Ege bölgesinin yarısı kadar ama, sekiz adet yangın söndürme uçağı var.

Fas'ın yarısından fazlası çöl, beş adet yangın söndürme uçağı var.

Kıbrıs Rum Kesimi bizim Antalya'nın anca dörtte biri büyüklüğünde ama, bizden fazla yangın söndürme uçakları var.

(Henüz 18 yaşındaydım. İzmir'de muhabir olarak işe başlamıştım, gündüz okula gidiyor, gece çalışıyordum.

Saat 23 sularıydı, polis telsizinden cayır cayır anons geçmeye başladı, Nif Dağı'nda orman yangını çıkmıştı. Fırladık hemen…

Orman yangını denilen hadiseyi hayatımda ilk kez orada gördüm. O güne kadar ben de sizler gibi sadece gazete sayfalarında veya televizyonda görmüştüm. Yakından hiç de öyle değildi.

İnanılmaz bir gürültü, derinden gelen bir uğultu vardı.

Sanki ağaçlar yanmıyor da, yanardağ patlıyor gibiydi, yer yarılıyormuş gibiydi, ağaçların arasından koştura koştura fil sürüsü çıkacakmış gibiydi, öylesine ürkütücü bir sesti.

Kor haline gelmiş kozalaklar, tetiğine basılmış mermi gibi, şarapnel gibi etrafa saçılıyordu, taa 20 metre uzağı, 30 metre uzağı tutuşturuyordu, ormanın öfkesi adeta makineli tüfekle ateş eder gibiydi, dehşetti.

Gündelik kıyafetleriyle, hiçbir koruma önlemi olmadan alevlerin üstüne atılan orman işçilerinin ne kadar cesur insanlar olduklarını, isimsiz kahramanlar olduklarını ilk o gece fark etmiştim.

Havada geniz yakan, kesif bir is kokusu vardı, soluk almakta güçlük çektiğimi hatırlıyorum.

Güya uzakta durmaya çalışıyorduk ama, üstümüz başımız kül olmuştu, kül yağıyordu, öyle böyle değil, lapa lapa kül yağıyordu.

Hangi yönden estiği belli olmayan tuhaf bir rüzgar üfürüyordu, yüzümüzü tütsüler gibi yalıyordu, sanki devasa bir fön makinesiydi.

Kaçamayan tavşanları, nereye gideceğini bilemeyen sincapları, kaçması mümkün olmayan kaplumbağaları, börtü böceği ilk o gece düşünmüştüm… O güne kadar hiç düşünmediğim için utanmıştım.

Aniden içinde kaldığı zifiri dumana teslim olan minicik sığırcığın biblo misali cansız bedenini ilk o gece görmüştüm, kanatları bile kurtulmasına yetmemişti, çaresizlikle hatırlıyorum.

Kavrulduğu için tekrar yeşermesi kimbilir kaç yıl sürecek olan kapkara toprağı ilk o gece avuçlamıştım.)

(Hiç unutmuyorum, fotoğrafladık, yazdık, taşra baskısı bitmişti, şehir kalıplarına yetişmesi için yazı işlerine teslim ettik.

“Ciğerlerimiz yandı” başlığını attılar!

Sayın basınımızın bıkıp usanmadan kullandığı klişe manşetlerden biridir bu… Her orman yangınında fotokopi gibi aynı başlığı atarlar.

18 yaşındaydım, ciğerlerimiz yandı yazıyorlardı, emekli oldum, hâlâ ciğerlerimiz yandı yazıyorlar.

Hissetmez, umursamaz, düşünmez, ama sanki ciğerinden hissetmiş gibi rol yaparak, hep aynı başlığı atarlar.

Kimse kusura bakmasın ama, bu memlekette başımıza her ne geliyorsa, işte bu sikindirik yaklaşım yüzünden geliyor.)

(Fidan dikelim kampanyalarımız da pek meşhur… Dikelim elbette ama, yananın hesabını sormazsan, diktiğin orada kalır mı? 200 yıllık, 300 yıllık ağaçlar kül oluyor, diktiğin onların yerini tutar mı? Şekilden mi ibarettir orman… Kaplumbağayı da mı dikeceksin? Dört vatandaşımız hayatını kaybetti, kaç fidan dikersek geri getirebiliriz?)

Bir ülke her yıl tekrar tekrar yanıp, her yıl tekrar tekrar gafil avlanır mı kardeşim?

Bu önlenebilir felaketlerin sorumlusu “şatafat zihniyeti” değil mi?

Bakın, Türk Hava Kurumu'nun yangın söndürme uçakları hangarda çürüyor, pilotlarını bile işten attılar, Türk milleti çaresizlikten dizlerini döve döve yangın haberlerini seyrediyor, Türk Hava Kurumu’nun başına kayyum koydukları AKP Bakanı düğüne gitmiş…

Bu vebal şatafat zihniyetini alkışlayanların değil mi?

Orman yangını gözyaşıyla söner mi?”