Yaşar Taşkın Koç günün yazarı...
Yaşar Taşkın Koç’un bugünkü Yeni Şafak’ta “Tutmayan Hesaplar” başlığı altında yayımlanan yazısıyla günün yazarıdır...
Biliyor musunuz?..
Şu kadar yazı yazıyorum…
Günün televizyoncusu, günün yazarını, günün muhabirini
seçiyorum…
Kiminizi alkışlıyor…
Kiminizi kazandırıyorum…
Hiç birinde zorlanmıyorum…
Ama yok mu şu “günün kaybedeni”?.
İşte orada feci sıkıntı yaşıyorum…
*
Yaşar Taşkın Koç’un bugünkü Yeni Şafak’ta “Tutmayan Hesaplar”
başlığı altında yayımlanan makalesini okuyunca yaşadığım sıkıntı
konusunda kendime de “kaybetti” dediğim için bana gücenen, kırılan
ve hatta öfkelenen meslektaşlarıma da hak verdim…
*
Ve…
Az sonra okuyacağınızı umduğum ve tabii tavsiye de ettiğim
makalesiyle Yaşar Taşkın Koç’u günün yazarı seçtim…
TUTMAYAN HESAPLAR
Günümüzle ne alâkası var, var mı
gerçekten, yoksa bu bir köşe yazarının kafasına göre bir kalem
oyunu mu… planlar, hesaplar tutsa bunları bugün konuşacaktık ama
olmadı.
Bağıra çağıra Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanımanın ve
böylece büyükelçiliğini Tel Aviv'den taşımanın gürültüsüyle iş
başına gelen Trump'ın bu taşınmayı iki yıl erteleyen kararı
imzalayacak olmasına değinebilirdim.
Trump acaba daha hangi sözlerini tutmaz, kendisini iktidara taşıyan
temel meselelerdeki hangi tutumlarını değiştirir, dış politikada
bizi ilgilendiren daha hangi yeniliklere kapıyı açabilir… diye
tartışmayı umuyordum.
Ortadoğu'da İsrail'e böyle bir başkent çalımı bu kadar kolay
atılabiliyorsa bugün Amerika Birleşik Devletleri'yle hiç de öyle
güçlü şekilde imza altına alınmamış ittifaklarına güvenerek yarın
kurmak isteyenlerin iki kere daha düşünmeleri gerektiğine
değinebilirdim.
Hepsinin ötesinde elin oğlu ne yaparsa yapsın kaderimizi bizim
kendimizin belirleyeceğine dair fikrimi yeniden bi kere daha altını
çize çize hatırlatmayı umuyordum.
Her anının her olayın her anmanın her tartışmanın yeniden gelip
bizi asgari iki ortalama olarak üçe dörde bölmesinden bıkmamamıza
değinebilirdim.
Olmadı…
Köşe yazarı da insan… onun da başına beklenmedik şeyler
gelebiliyor.
O da hepimizin başına gelenlerden hepimiz gibi etkilenebiliyor.
Çanakkale, Kayseri, Malatya diye üçe bölünmüştü karşımdaki
televizyon ekranı ben bu yazıyı yazmaya çalışırken. Üçünde de
askerler, subaylar, ağlayan analar, kol kola girmiş birbirine
destek olmaya çalışan kadınlar, sessiz hüzünlü erkekler vardı.
Üçünde de cenaze namazları kılınıyordu.
Ara ara illerden biri Ankara diğeri İstanbul öteki Konya olurken,
altyazıda “Helikopter kazası şehitleri son yolculuklarına
uğurlanıyor" okunuyordu.
Ezan okunuyordu, salâ okunuyordu, dua okunuyordu…
Salânın sedası cana dokunuyordu. Türküdeki sözlerin gerçekten cana
dokunduğunu anlamak için yaşamak gerekiyordu.
Şırnak Şenoba'da düşen askerî helikopter yürekleri şenden yasa
çevirmişti bütün ülkede.
Terörle mücadelenin bir A Takımı'nın aynı kazada şehit olması mı,
sınır ötesindeki gelişmelerle ilgili kritik kararların alınıp
açıklamaların yapılmasıyla neredeyse aynı saatte yaşanan kaza mı,
helikopterlerimizin basit ve yaygın olarak kullanılan engel tespit
sisteminin bu helikopterde olmaması mı… hangisine yanacak hangisini
sorgulayacak insan bilemiyor.
Geride kalanların hikâyesi mi gidenlerin tek tek başarıları,
maceraları mı…
Tabutun başındaki bir ana veya henüz küçücük bir oğul mu, tabutun
içinde gitmekte olan mı…
Hangisi?
Köşe yazarı da bir insan nihayetinde; sizin gibi tıpkı.
O nerden bilsin bu kadar sorunun cevabını?
Gücü anca sizinle beraber paylaşmaya yeter acıyı, tabuta bir omuz
daha, cenaze namazında arka saflarda bir gölge olmaya…
Ama o istiyor ki bulursa imkân aynı kahkahayı atalım sadece.
Beraberce gülümseyelim huzurla mübarek ayda…
Olmuyor.