Vedat Milor'u çıldırttılar! Kimlere cahiller aşağılıklar dedi?..
Türkiye'nin en tanınmış gurmelerinden Vedat Milor, sosyal medya canavarlarını yazdı ve kendi kendine sordu: "Nasıl bu hale gelmiş olabilirim?"... Ardından da ekledi: "Cahiller, aşağılık kompleksli demagoglar ve iftiracılar.”
Vedat Milor'un sosyal medya ile başı fena halde
dertti. Geçen hafta bir takipçisinin paylaştığı iki fotoğrafının
ardından yaptığı “Telefonu denize düşünce umursamayan biriyken, bu
hale nasıl geldim ben?" yorumunu bu hafta Hürriyet gazetesinde
kaleme aldığı köşe yazısına da taşıdı.
Hayatında çevresinden gelen iyi niyetli müdahalelerle iki kez
karşılaştığını belirten Vedat Milor, "İşte Twitter’da denk geldiğim
ve beni hayli güldüren yan yana konulmuş fotoğraflarım da bu sosyal
medya mevzuunu çok daha fazla düşünmeme yardımcı oldu. Bu mecrada
atılan mesajlara bakarsak; öğrenciler ve okurlar benim empati
kurabildiğim, nispeten homojen grupları oluşturuyor" dedi.
İşte Vedat Milor'un o yazısından ilgili
bölümler...
Yukarıda gördüğünüz iki fotoğraf da benim... Hayır, aralarında
zaman açısından büyük bir fark yok. Tek farkı; bu fotoğrafı
yayımlayan takipçim (@TweetciHanim)tespit etmiş: Biri Twitter’dan
önce, diğeriyse ben Twitter’a girdikten sonra çekildi. Stres,
sinir, kızgınlık… Ne ararsanız var. Geçen hafta Instagram’dan artık
Türkiye’deki restoranlardan video paylaşmayacağımı duyurdum.
Tepkiler beni yıldırdı. Bu fotoğraf, o kararı açıkladığım videodan
alınmış. Daha önce programım ‘Tadı Damağımda’da yemek yerken
telefonumun denize düşmesini umursamamış, “Ondan artık hayır
gelmez” diyerek önümdeki yemeğe ve çekime devam etmiştim. Böyle
umursamaz biriyken nasıl bu hale gelmiş olabilirim? Sosyal medya
bana ne yaptı?
Ünlü olmak zerre kadar umurumda olmasa bile bazıları bu statüyü
bana yakıştırıyor.
İşte Twitter’da denk geldiğim ve beni hayli güldüren yan yana konulmuş fotoğraflarım da bu sosyal medya mevzuunu çok daha fazla düşünmeme yardımcı oldu. Bu mecrada atılan mesajlara bakarsak; öğrenciler ve okurlar benim empati kurabildiğim, nispeten homojen grupları oluşturuyor. Yorum yapanlar arasında çoğunlukta olan iki grup var: Beni uzun yıllardır gazete yazılarından takip edenler ve yazılarımı bilmeyip televizyondan tanımış olanlar. Bu yorumcularla diyalog kurmak zevkli. Onların sevgisi pozitif enerji yaratıyor. Onların yazdıklarını okuyunca düşünüyorum, yeni şeyler öğreniyorum, yazılar için ilham alıyorum. Ayrıca bu kitle arasında zaman zaman gayet düzgün bir dille çok yerinde eleştiriler yöneltip beni hem kendim hem kamu yararına daha iyisini yapmaya özendirenler yüksek sayıda. Takipçilerimin yüzde 90’ı bu kesime giriyor. O yüzden paylaşımlarımı yorumlara kapatmak istemiyorum. Hatta yanımda olsalar o tanımadığım insanlara sarılacağım. Ama işte madalyonun bir de öteki yüzü var: Sosyal medya canavarları...
O insanlara sarılmak istiyorum
Sosyal medya canavarları her yaştan insan barındıran, çok tehlikeli bir grup. Tehlikeli çünkü asıl amaçları benim paylaşımlarımın içeriği hakkında yazmak değil. Amaçları, benim ve dişlerini geçirecekleri başkalarının paylaşımlarını kullanarak farklı kazanımlar elde etmek. Örneğin, benim vereceğim yanıta bağlı olarak kendi takipçi sayılarını artırmak, negatif iletişimle kendine yüksek değer atfetmek veya sadece dijital sosyalleşme... Ona buna saldırıyor, herkese, her şeye yorum yapıyor, daima takdir bekliyor, aksi takdirde kavga etmeye çok hazır ve provokatif. Bu sosyal medya canavarları arasında da üç farklı tipte insan var: Cahiller, aşağılık kompleksli demagoglar ve iftiracılar.
Sosyal medya canavarları
Cahiller
Bu grup çoğunlukta. Mesela bir yorumda beni bir otomobile
yakıştırıyorlar. Kendi dünyamda yaşadığım için ne olduğunu
bilmiyorum. Soruyor, öğreniyorum. Ne olduğunu anladıktan sonra da
komik olduğunu düşündüğüm bir tweet atıyorum: “Doblo’yu inceledim.
Ülkedeki ihtiyaçların hepsini tek bir potada eritip optimal çözüm
sağlayan bir buluş. Tebrik etmek lazım. (Siz söylemeden belirteyim:
Hayır, Fiat ile reklam anlaşmam yok).” Bu tweet’teki ironiyi bir
şempanze bile anlar. Ama hayır. Şempanze zekâsına ulaşmamış insan
sayısı azımsanmayacak miktarda. Aynısı menemen sorusunda da başıma
gelmişti. ‘En büyük gastronomik problemimiz (!)’ gibi bir ifadeyle
bu konunun çok irdelenmesini iğnelemek istemiştim. Ancak iğne filan
fayda etmedi. Devasa tsunami dalgasının önünde duramadım.
Kompleksli demagoglar
Bunlar her fırsatta kendilerinin ne kadar erdemli olduğunu göstermek için yanıp tutuşan bir kesim. Neden-sonuç ilişkileri konusunda sekiz yaşın ötesine geçememişler. “İnsanlar açlıktan ölürken sen mideni düşünüyorsun”, “Hastanede insanlar can çekişirken sen yemek programı yaptın” türü tweet’ler... Bu tip büyük lafların gerisinde çok ciddi psikolojik yaraların, patetik bir kıskançlığın yattığını bilmek için psikoloji doktorası gerekmez. Bu insanlara biraz acıyor ama çoğunlukla kızıyorum. İçimden, “Benim elimde yetki olsa sizi toplatıp mülteci kamplarındaki bahtsızlara yardıma gönderirim” diye geçmiyor değil. Ama sonunda boş veriyorum.
İftiracılar
Sosyal medya onlar için bir iftira ve hakaret aracı. Mesela,
restoran eleştirmeninin bir restoranı ücret karşılığı övmesi
herhalde o mesleğe yapılacak en büyük ihanet. “Nesnel olabilmek
için restoranlarla maddi ilişki içine kesinlikle girmiyorum”
şeklinde izahatta bulunma zorunluluğuysa bir eleştirmen için en
büyük utanç. Ne var ki bunu anlatmak mümkün değil. Bazen kötü
deneyim yaşadıkları bir restoranı beğenmişsem hemen o restorandan
para aldığım sonucunu çıkarıyorlar. Daha da vahimi var: Lokantanın
adı verilmeden, yok falanca ilçedeki bir mekândan para istediğim,
yok her ay ünlü bir restorana serbest meslek makbuzları kestiğim
gibi şeyler yazılıyor. Üstüne gidince bu insanlar hemen kaçıyorlar.
Atmaya çalıştıkları pislik yanlarına kalıyor. Tıpkı bir yaya
geçidinde yayaya çarpıp kaçan sürücü gibi.