Serdar Turgut: Yayın yönetmenliği insanı delirtir...

Habertürk gazetesi yazarı ve Washington Temsilcisi Serdar Turgut'un, mizah yazılarının bugünkü konukları eski ve yeni genel yayın yönetmenleri oldu...

Son dönemde "Sedat Ergin'miş gibi yazılar yazmaktan muzdarip olduğunu" belirten Serdar Turgut, Habertürk gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Selçuk Tepeli'yi "tamamen delirmiş" ilan etti...

"Genel yayın yönetmenliğinin insanları delirttiği biliniyor" diyen Serdar Turgut kendisinden başlayıp, Sedat Ergin, Fatih Altaylı ve Ertuğrul Özkök'ten örnekler verdi, "deliliklerinin kanıtlarını" sıraladı ve ekledi:

"Sedat Ergin, Fatih Altaylı, Ertuğrul Özkök’ü alın örneğin. Bunlar önceden de tam normal değillerdi ama yayın yönetmenliğinde zırdeli oldular!"

İşte Serdar Turgut'un medya dünyası üzerine yazdığı son iğneli mizah yazısı:

CİDDİYETİMİ MAZUR GÖRÜN...

Washington’dan Sedat Ergin’mişim gibi yazılar yazmaya başladım. Oysa ben bu kadar fazla ciddiyetten ebola virüsünden hoşlandığım kadar hoşlanırım. Bu yazılarımı bir tür kader mahkûmiyeti olarak görüyorum.

Oysa buradaki mizah konularının üstüne bir de gerçek mizah konusu ayağıma kadar geldi.

Selçuk Tepeli -ki kendisi yayın yönetmenimdir-, “Bir gece ansızın gelebilirim” sloganına uyarak geldi.

Mizah konusu yanımdayken ciddi konularda yazmak zorunda kalmam trajikti...

Burada Selçuk ile samimi sohbetler yaptık.

Kendisini yakından inceleme fırsatını buldum ve gördüm ki o ne yazık ki artık neredeyse tamamen delirmiş durumda.

Genel yayın yönetmenliğinin insanları delirttiği biliniyor.

İsimleri sayacağım ama sadece bana baksanız bile ne demek istediğimi anlarsınız. Şimdi ambulansla gelseler, deli gömleğini giydirip beni kilitleseler ve anahtarı da denizin dibine atsalar, buna ben dahil, kimse itiraz edemez.

Sedat Ergin, Fatih Altaylı, Ertuğrul Özkök’ü alın örneğin. Bunlar önceden de tam normal değillerdi ama yayın yönetmenliğinde zırdeli oldular!

Sedat Ergin’in bu derecede ciddi olabilmesi bence deliliğin bir sonucu. Bunun başka açıklaması olamaz.

Fatih Altaylı ise tourette sendromundan mustaripmiş gibi dolaşıyor etrafta. Vücudu ve beyni kendi kontrolü dışındaymış gibi. Bulunduğu ortama en uymayan lafı daima söylemesi onun delilik türü.

Ertuğrul Özkök’ün ise bir tane bile normal yanı yok, o nedenle şu hali deliliğini gösterir diye vurgulayacağım bir nokta da yok. Onun genel rutin haline bakın yeter deliliğini anlamanız için.

Selçuk ise aslında kendisini iyi tutuyordu. Daha birkaç ay önce Goethe’nin Genç Werther romanındaki masum âşık çocuk gibi dolaşıyordu gazetede. Gerçi ben onun sakinliği altında bastırılmış bir öfke olduğunu görüyordum ve bu yüzden yanına fazla yaklaşmıyordum. Çünkü bu tür insanlar ideal bir seri katil adayıdırlar.

Burada korktuğum halde kaçamadım yanından.

Ben “Hazır bir yayın yönetmeni bulmuşken bari beni güzel bir yemeğe çıkarsa” dedim ve lokantaya gittik.

Asıl acılar orada başladı.

Önce “Acaba Çin’den ABD’ye uçmasından dolayı nükseden bir muazzam jet lag hastalığından dolayı mı bu kadar absürt konuşabiliyor?” diye düşündüm.

Örneğin bana birdenbire köylülüğü övmeye başladı. Köylü sınıfına karşı Stalin kadar sıcak duygular besleyen bir insanın bunu yapması bence bir intihar arzusunun göstergesiydi. Sonra yine birdenbire benim hiçbir talebim olmadan “Biliyor musun, ben istesem muhtar seçilebilirim ve çok da iyi muhtar olurum” dedi. İşte ben o anda son derece tehlikeli bir deli ile oturmuş yemek yediğimi anladım.

Muhtarlık ideali üzerine konuşması uzayınca ben onun martinisini de içtim ve “Bak, bu lokantanın altında inanılmaz büyük ve karanlık bir şarap mahzeni var, biraz daha konuşursan seni oraya gezmeye götürürüm” dedim ve... O da benim deli olduğumu bildiğinden mesajımı aldı, hemen sustu.