Reality showlar tartışılıyor, seyirci bunu mu istiyor

Reality showlar son yirmi yıldır olduğu gibi yine tartışmaların odağında... Star gazetesi Cumartesi eki reality showları masaya yatırdı.

Ekranlarda hiçbir filtre uygulanmaksızın aile içi şiddet, taciz, tecavüz, cinayet gibi suçların en ince ayrıntısına kadar konuşuluyor. Ekranda kurulan adalet terazisinde suçlu bulunup, yargılanıyor. Sonrasında da canlı yayında polisler tarafından tutuklanıyor. Kimilerine göre bu tür yayınlar derde derman oluyor. Polisin bile bulamadığı suçluları adalete teslim ediyor. Ancak gün ortasında milyonlara ulaşan dehşet hikâyelerinin oluşturacağı toplumsal tahribat sağladığı faydadan çok daha büyük. Medyanın kendi içinde de reality showlar tartışma konusu.  

Reality showlarla imtihanımız yeni değil. Özellikle 1990’lı yıllarda ekonomik ve çok izlenen bir format olduğundan dolayı tercih edilen bu tür olarak hayatımıza girdi. Kimi ibret alarak ‘iyi ki benim başıma gelmiyor’ diye izledi, kimi ‘yaa ne hayatlar var’ diyerek. Seyircinin ‘merak’, ‘mahremi gözetleme’ duygusunu iyi bilen yapımcılar için son derece verimli bir mecraydı. Bu yüzden yirmi yılı aşkın zamandır hep bir şekilde yer buldu ekranlarda kendine reality showlar. Ancak son dönemde iş çığırından çıkmaya başladı. Toplumda infial uyandıran bir dehşet sarmalının kahramanları konuşuluyor günlerdir. Ortaya saçılan ifrazat öylesine korkunçtu ki Başkan Erdoğan bile grup toplantısında rahatsızlığını dile getirdi ve “Bu tür şiddet içerikli yayınlara müdahil olunabiliniyor mu? Yayın yasağı getirilebilir mi? Çalışma başlatın” şeklinde ifadeler kullandı. RTÜK’ün şiddet içerikli yayınları takip etmediğini belirten Erdoğan, bunlara gereken cezanın vermemesini de eleştirdi ve bu tür şiddet içerikli dizilere reklam verilmemesi için de çalışma yapılmasını istedi. Toplumun tüm kesimlerinde rahatsızlık uyandıran reality showlara medya içinde deb üyük tepki var. TV ve haber mutfağından önemli isimler reality showların bize neler ettiğini açıkladı...

HATİCE KÜBRA ÖZDEMİR / İNTERNET HABER ANKARA TEMSİLCİSİ

KÖTÜLÜĞÜN SIRADANLAŞMASI VE REALİTY SHOWLAR 

Medya, toplumu bilgilendirmek gibi kamusal sorumlulukları ve görevleri olan bir kitle iletişim aracı mıdır yoksa kar amacı güden bir ticarethane midir? Bu ikisinden de bağımsız bir medya düzeni düşünülemediği sürece ölçüyü belirleyecek olan elbette hangisinin daha ağır bastığıdır.  

90’lı yıllarda özel televizyonların da yayına girmesiyle birlikte televizyon kanalları bol ratingli bir tür keşfetti: reality show. “Gerçeklik gösterisi” anlamına gelen bu televizyon türü, gerçeğin izlenimini yaratarak ya da gerçeği aracısız izleyiciye sunma iddiasıyla ortaya çıkmış ve daha ilk örneklerinden itibaren kendisine alıcı bulmakta hiç zorlanmamıştı. Gazetelerin üçüncü sayfalarında görmeye alıştığımız polis-adliye haberleri canlı canlı ekrana gelirken, filmlere taş çıkartacak nitelikteki olayların bir “dizi” halinde yayınlanması izler kitleyi hemencecik sarmıştı.  

Eli kanlı katiller, tecavüzcüler, çocuk istismarcıları, sapıklar, işkenceye uğramış kadınlar ve çocuklar, türlü türlü aile dramları, reality show adı altında oturma odalarımızdan hayatlarımıza böylece sızdı. En korkuncu da bu programların gücünü ve meşruiyetini “gerçekliğinden” almasıydı. Nitekim son yıllarda popülerlik kazanan evlilik programlarının kurmacası ya da “sahteliği” ortaya çıkmaya başlayınca, bu “rezilliğin” daha fazla devam edemeyeceğine kanaat getirildi ve onlar da yerini daha fazla dehşet içeren polisiye reality sbhowlara bıraktı. 

HANGİ KAMU YARARI? 

Aslında sesini duyuramayan sıradan insanların özel hayatlarını kamusallaştıran bu programlar, bir nevi kurtarıcı rolü üstlenmiş ve adalet dağıtmayı kendine görev edinmiştir. Kimi zaman canlı yayında bir suçun itiraf ettirilişine, olay mahallinden canlı bağlantıyla bir delil bulunuşuna ya da bir telefon bağlantısıyla kayıp bir kişinin ortaya çıkışına şahitlik ederiz. Bir nevi suç ve suçlu avına dönüşen bu programlarda söylem olarak sürekli devletin kolluk kuvvetleri ve yargı mekanizmasına vurgu yapılırken, eylem olarak belli başlı devlet aygıtlarının temsilcisi gibi davranıldığını görürüz. Peki bu Reality Show’lar sıradan insanların polis adliye vakalarından derlenmiş dramlarını gözler önüne sererken; mağdurun yanında olup, suçlunun açığa çıkmasını sağlayarak bir kamu yararı sağlıyor mu?  

Her şeyden önce tacizin, tecavüzün, ensest ilişkilerin, çocuk istismarının, şiddetin ve işkencenin aleni bir şekilde konuşulduğu, üstüne dakikalarca yorum yapıldığı bu programlar gündüz kuşağında ve tam da çocukların evde olduğu saatlerde yayınlanıyor. Bir yarışma programında kazananı açıklarmış gibi heyecan ve atraksiyon yaratılarak açıklanan DNA sonuçları havada uçuşurken ekranda kopan gümbürtü muhtemelen evdeki çocuğun da ilgisini çekiyordur. Ya da akla hayale gelmeyen işkence yöntemlerinin tane tane anlatıldığı, türlü rezilliklerin itiraf edildiği, üzerine uzman görüşlerinin alındığı, ilk duyduğumuzda kanımızı donduran ama zamanla eşimizle, dostumuzla üzerine yorum yapar hale geldiğimiz o korkunç olaylar... Bütün bunlar kötülükten ders alınmasına mı yoksa kötülüğün sıradanlaşmasına mı hizmet ediyorlar dersiniz.   

SAİD ERCAN / USMED BAŞKANI 

BU TÜR PROGRAMLAR SUÇ İŞLEMEYİ ÖĞRETİYOR

Bu tür TV programları suçu ve suçluyu öne çıkararak toplumdaki güven algısını köreltiyor, medya okur yazarlığı eğitimi olmayan insanlar, meşhur suçlular ve showman suçlular yüzünden bir anlamda suça teşvik ediliyor. Araç masumdur ama aracı amacı dışında kullanmak, medya ve televizyonun imgebilim anlamında bilinç altına hangi mesajları gönderdiğini bilmek önemli. TV’ye çıkan bir potansiyel suçlunun ve kötü karakterin sosyal medyada fenomene ve mizah ürününe dönüşmesi dejenerasyonu en iyi şekilde ortaya koyuyor. Bir süre sonra bu tür programlar suç öğretmeye ve aile kurumunu çökertmeye kadar gidiyor. Son dönemde Türkiye’de medya önünde yaşanan bazı rezil durumlar geç gelen adalet duygusu gibi bir algı oluşturuyor. Ekranlarda bir jüri oluşturuluyor ve hüküm veriyorlar. Hukuk herkese lâzım ve mizah, eğlence ve en önemlisi rating konusu olmayacak kadar önemlidir. Suçluların bulunduğu yer TV stüdyoları değil adalet saraylarıdır. 

Sosyal medyada özellikle gençlerin yaşadığı hayal kırıklığı, bu tür programların toplum üstündeki etkisi bize bir gerçeği işaret ediyor; toplum önünde suçların ve suçluların ortaya konulması maalesef fayda vermiyor. İnsanlar bir süre sonra mahkeme ve savcı yerine adalet için TV programlarına koşmaya başlıyorsa işte orada sorun vardır. Bu tür programlar bir dizi etik sorunu da beraberinde getiriyor. RTÜK böylesi programlara ve içeriğine direkt müdahale etmeli, programdaki uzmanlara ve stüdyodaki izleyicilere kadar kurallar koymalı denetlemelidir. 

ALİ BÜYÜKASLAN / MEDİPOL ÜNİVERSİTESİ İLETİŞİM FAKÜLTESİ DEKAN VEKİLİ

KÖTÜLÜKLER İFŞA EDİLDİKÇE ÇOĞALIR

Topluma verdiği zararlar ortadayken realityshow formatının farklı biçim, isim ve içeriklerle devam ettirilmesinin nedeni nedir sizce? 

Kitle iletişim araçları hemen her platformda etkisini hissettirmeye başladığı andan itibaren izleyicisine, dinleyicisine ulaştığı her anda kamusal sorumluluk beklentilerinin ötesinde içerik üretmeye başlamıştır. Bu öncelikler her medya kuruluşunun kendi anlayış ve duruşuyla şekillenmektedir. Reality show ya da başka biçimlerde kendini gösterse de ticari bir yapılanmanın gereği olarak medya kuruluşları izleyicide karşılığı olduğunu düşündükleri sürece toplumsal dönüşümün oldukça hızlı ve negatif bir yönde seyretmesini çok dikkate almıyorlar. Toplumsal zararın aşikâr olduğu bir konuda “Seyirci istiyor” türünden gerekçeler ortaya konulmamalıdır. 

Toplumsal olumsuzlukları en başta dile getiren ve mutlaka suçlu bulma telaşıyla hareket eden medyanın çuvaldızı kendine batırması da bu konuda gecikmiş bir eleştirel yaklaşım olarak düşünülebilir. Bundan dolayıdır ki 15-20 sene öncesinin reality showları her ne kadar çok hızlı değişim gösterse de, toplumda hâlen bir karşılığı olur umudu ve beklentisiyle ısıtılıp başka başka formatlarla seyirciye sunulmaktadır. Bugün şikâyetçi olduğumuz birçok şeyin dün seyredilen programların, oynanan oyunların, hayran olunan karakterlerin bir bileşeni olduğu unutulmamalıdır. Reality showlar etkilerini çok derinden hissettiren programlardır. 

Kimi bir anda enjekte edilen ilaç gibi derhal kana karışır, kimi yavaş yavaş zerkedilen ilaç gibi uzun sürede etkisini gösterir. 

Toplumun şiddetin artmasından yakınıyoruz ancak şiddet pornografisi yapılan programlar da gündemin ilk maddesi. Bu kısır döngüden nasıl kurtulabiliriz? 

Neyi önceleyeceğimize iyi karar vermeliyiz. İçerik üreticilerinin toplumsal beklentilere cevap vermek yerine toplumsal beklenti oluşturmak ve beklentileri yönetmek düşüncesiyle hareket etmeleri içinde yaşadıkları toplumdan kopuk olduklarını ya da toplumu hiç tanımadıklarını gösterir. Konuya, ister içerik üreticisi isterse içerik tüketicisi olarak yaklaşalım, toplumsal sorumluluğun göz ardı edildiği bir yayıncılık anlayışı sorunludur. Kendi aralarında hayatın olağan akışı dışında bir davranış sergileyen kişilerin yaşam biçimlerini hayatın zorunlu bir gerçeğiymişçesine dillendiren programların sorun çözme temelli olmaktan daha çok izlenme kaygısıyla hareket ettiği düşüncesindeyim. Sorumluluk, o hissi taşıyanların onun gereğini yerine getirmesiyle anlam kazanır. Aksi takdirde sorumlu yayıncılık mottosuyla yayın yapanların, şiddeti ortadan kaldırmaya çalışırken şiddetin tanıtımını yapar hale gelerek her türlü çatışmanın kaynağında yer alma ihtimali olacağı unutulmamalıdır. 

Hiçbir filtre mekanizması olmaksızın kötülüklerin TV ekranından ifşası iletişim bilimleri açısından seyircide özellikle çocuklarda nasıl etkilere yol açar?  

Marshall McLuhan, “Araç mesajdır” derken kitle iletişim araçlarının bizatihi kendilerinin dönüştürücü bir güç, bir araç haline geldiğine dikkat çekmek istiyordu. Kurgusal gerçekliği hayatın gerçekliği olarak gören bir seyirci profili oluşturmayı başaran kitle iletişim araçlarının bu etkisi, hayatı kurgusal gerçeklik gibi gören, değerlendiren yeni bireylerin oluşmasına yol açar. Kurguyla gerçeğin ayırımına çocuk yaşlarda varılmasının güçlüğü düşünüldüğünde çocuklarda oluşacak travmayı en iyi anlatan örnek yakın zamanlarda birçok gencin ölümüne neden olan Mavi Balina isimli oyundur. 

Kötülükler ifşa edildikçe çoğalır. Bu noktada, ifşanın icraya dönüştüğüne de tanıklık ederiz. Bugün acı olarak tattığımız meyveler dün ektiğimiz acı tohumların ürünüdür ve bu tohumların sulanmasına kitle iletişim araçları maalesef bazı programlar ve bazı formatlardaki yayınlarıyla aracılık etmişlerdir. 

Neden insanlar adalet arayışını kamera önünde gerçekleştirir? 

İnsanların adalet arayışlarını kamera önünde gerçekleştirme arzusu, düşüncesi, isteği, mecbur kalışı (!) vb. birçok ifadenin kendince gerekçeleri illa ki vardır. Ancak burada TV ekranlarında bulunuyor olmanın kişiye nasıl bir haz verdiğini bilmek kolay olmasa gerek! Köşesinde hayatı kıyısından yaşayan birilerinin bir anda herhangi suç ya da çirkin bir eylemle de olsa, programlar için aranan, vazgeçilmez olan birtakım işlere girişmesi hazzın TV ekranlarında vücuda gelmiş bir başka ifade biçimi olsa gerek!.. Kamera önünde itiraf etme, eğer ceza-i işlem gerektiren bir suç değilse, bir tür arınma seramonisi olarak da değerlendirilebilir. Ama tüm yaşantısında arınmak gibi bir eylemin kendisine yabancı olduğu birinin bunu kamera önünde yapmaktan bir haz duyuyor olma ihtimali de göz ardı edilmemelidir. 

RTÜK yeterli önlemleri alıyor mu sizce?  

RTÜK’ün yasaların kendisine verdiği belli yükümlülükleri vardır. RTÜK’ün yeterli önlemleri alması ceza kesmenin ötesinde bu iş birliğinin getirdiği sorun çözücü yaklaşımlarla gerçekleştirilebilir. RTÜK’ün eylem gerçekleştikten sonra ceza uygulaması benzeri eylemlerin yapılmayacağının garantisi olmayacaktır. Ancak RTÜK ve medya kuruluşlarının sıkı bir iş birliği içerisine girmesiyle olası birçok yol kazasının önlenebileceğini düşünüyorum. 

SEMANUR SÖNMEZ / KANAL 7 HABER MÜDÜRÜ

RATİNG RAPORLARI MANEVİ KÖRLÜĞE YOL AÇIYOR 

Reality showlar Türkiye’de ilk dönemlerde -ki yaklaşık 20 yıl öncesinden bahsediyorum- topluma, o güne kadar bilmedikleri, farkında olmadıkları şeyleri gösterme açısından kısmen faydalı olmuştu. Ancak zamanla amaç bilgilendirme/öğretme olmaktan çıktı ve bu programların ilk ve tek hedefi daha fazla rating almak oldu. Bu da hızlı bir bozulmayı beraberinde getirdi. Rating mıknatısı dediğimiz şiddet ve cinsellik içerikli konular ön plana çıkarıldı. Zaten çirkin olan olay ve hikâyeler, hiç bir mahremiyet sınırı gözetilmeksizin ortaya dökülmeye başlandı. Sonunda geldiğimiz noktada duyduğumuz cinayet, tecavüz, vahşet içerikli haberler bizi şaşırtmıyor. Dahası, bu korkunç olaylar benzer bir durumda tekrarlanmak üzere toplumun bilinçaltında yer ediniyor. Kartopu gibi büyüyen ve tekrarlanan olaylar da bu durumun gerçekliğinin acı bir göstergesi.

TOPLUMUN RUH SAĞLIĞI GÖZETİLMELİ  

Medyanın polis ve adliyenin alanına girmesinde iki temel neden görüyorum. Birincisi, bu konuların yüksek rating karşılığı olması, ikincisi de polisin ve adliyenin yetersiz kalması. Zamanında aydınlatılamamış olaylar bir şekilde ekrana taşınıyor. TV programları sözkonusu olduğunda iyi niyetten değil reklamdan/paradan söz etmek daha doğru olur bence. Nihayetinde TV’ler hayır kurumları değil ticari kuruluşlardır. Rating kaygısı etik değerlerin önüne geçiyor. İçerik kalitesinin değil ertesi gün rating raporlarına yansıyan rakamların önemsendiği bir dünyadan bahsediyoruz. O dünya için de seviyenin çok önemli olduğunu düşünmüyorum. Hatta patronların, yayınlanan programların içeriği ve o programlarda ele alınan konular hakkında yeterince bilgi sahibi olmaması bile ihtimal dahilinde. Gönül ister ki RTÜK’e gerek kalmadan otokontrol devreye girsin, toplumun ruh sağlığı gözetilsin ama rating şehveti, diğer kanal ve programları geride bırakmanın hazzı da bir tür manevi körlüğe yol açıyor anlaşılan. 

MURAT ÇİÇEK / 24 GENEL YAYIN YÖNETMENİ 

Temel sorulardan biri şudur, bu ekrana taşıdığın şeyi ailenden biri yaşıyor olsaydı onu da yayınlar mıydın? Kem-küm etmekten başka cevabı yok bunun. “Kendi ailemden biri trafik kazası geçirse önce resmini çeker, sonra yardım çağırırım! Mesleğim bunu gerektirir!” safsatasına inanmıyorum. Ben önce insanım, sonra gazeteciyim kardeşim. İşimiz haber vermek. Ama bunun elbette ahlaki sınırı olmalı. Özel televizyonculuğun başladığı yıllardan 2000’li yılların ortasına kadar kan, kavga, gözyaşı, cinayet, kaza, intihar görüntülerini çıplak vaziyette yayınladık. Oysa bizden önce bu işi yapan Batı televizyonları yayınlamıyordu. Bunun toplumdaki negatif yansıması biliniyordu. Biz bunu sonradan öğrendik. 2000’lerden itibaren de –henüz RTÜK sınır getirmemişken bile- bu çizgiye dikkat ettik. Bir yayıncı ve yönetici olarak bu ahlak çerçevesinde ajanstan aldığım görüntünün tamamını seyirciye seyrettiremem. Beni denetleyen bir RTÜK var ama aynı zamanda beni denetleyen toplumun ahlak kuralları da var. Müge Anlı’nın programı sadece kendi hassasiyetleri bakımından değil, RTÜK’ün getirdiği sınırla, birçok etik kurala dikkat edilerek yapılan bir program. Aksi durumun cezası var. Temelde kolaycılık gibi görünse de ortada bir mal ve onun da alıcısı varsa, devlete düşen bunu regule etmektir. Bu da yapılıyor. Ama benim tarzım değil. Televizyonun karşısına on ila yetmiş yaş aralığında herhangi biri oturabilir. Bildiğim şu; bunları ne kadar detaylı ve planlı anlatırsanız, birilerinin kafasında bir ışık yanmasına sebep olmuş olabilirsiniz.  

ZEYNEP TÜRKOĞLU / 24 PROGRAM YAPIMCI-SUNUCUSU

ŞİDDETİ MEDYA “OLAĞAN”A ÇEVİRİYOR 

Son yıllarda iç karartıcı olay veya durumlar karşısında hayret ve tepki göstermek için söylenen bir kalıp var; “Biz hangi ara bu kadar kötü insanlar olduk?” Doğrusu biraz kolaycı, üzerine çok düşünülmemiş bir söz bu. İnsan bütün hallerinin toplamıdır. Dünya, şiddeti ilk defa bu dönemde görmüyor. Fakat şiddetten rating ile şöhret ve para kazanmanın türlü yolu var. O yüzden şahit olduğumuz şiddetin insanın potansiyeli sebebiyle eski olduğunu, ama günümüzde bunu medya eliyle yaygın ve türlü şekilde “olağan”a çevirmek üzere bulunduğumuzu düşünüyorum. Çünkü; “İzleniyor!” Yani, satıyor. Bunu medyaya sürenlerin bir savunma cümlesi olduğu için kullanıyorum. İlgi çektiği doğrudur da, kendimize açtığımız yaraların farkında mıyız? Bir arabadayız, tekerden biri medya, biri seyirci, biri sermaye, biri devlet. Mesuliyet kimde? Veya devrilince “Ama şu teker daha hatalıydı” dememin ne anlamı var? Tabii kültür-sanat içeriği üreten bir medya mensubu olarak kendime bakıyorum. Olmaması gerekeni söylüyorum, yerine ne koyabilirim diye bir arayışım da var. Diyelim ki, insanî olanı estetik ve yumuşak bir formda güncele taşıyıp, etkisini çoğaltmaya çalışarak yapabiliriz bunu. Yani alternatif üreterek. Buna da kararlılık, ciddiyet ve ahlak lazım. Sanatın insanileştiren damarına kriz anında ağrı kesici muamelesi yapmadan, gerçekten ihtiyacımızı fark ederek, uzun, sahici, tutarlı bir yola çıkmamız gerekiyor. Tabii şahsi olarak hazırım da, diğer paydaşlar ne durumda diye sormadan edemiyorum. Açıkçası zaman zaman yalnız hissettiğim doğrudur.