Oray Eğin yazdı: Can Dündar'ın elinde artık tek bir seçenek var
Habertürk yazarı Oray Eğin, Can Dündar'ın bir gazeteciden çok siyasi bir figür olma yolunda ilerlediğini yazdı.
Can Dündar'ın Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Almanya ziyareti sırasında sergilediği performans üzerine yazan Oray Eğin, "giderek mağdur bir Türk gazetecidense Türk hükümetine meydan okuyan bir siyasi figüre dönüşüyor" dedi.
Oray Eğin'e göre ; "Can Dündar’ın basın toplantısına
katılma ısrarı da çoktandır kendisine biçilen misyonun devamı
aslında. Bir şov ya da meydan okuma diye küçümsemiyorum, ama
onun gazeteciyle aktivist arasındaki muğlak çizginin
tam ortasında durmadığı da kesin. Bana kalırsa
çoktandır bir gazetecidense siyasi figür. "
İŞTE ORAY EĞİN'İN O YAZISI
Can Dündar’ın geçen hafta Almanya’da Eroğan ve Merkel’in
ortak basın toplantısına akredite olması görmezden gelinse, Türk
heyeti tarafından mesele edilmese ne olurdu? Sıradan bir soruya
verilecek sıradan bir yanıtla geçiştirilebilir, konu iki lider
arasında bir görüş ayrılığına varmaz ve orada
kapanırdı.
Oysa çoktandır neredeyse bütün Batı dünyasında Türkiye’deki
basın özgürlüğü ihlalinin yüzü olan Dündar’ın biraz daha fazla
adını duyurdu bu olay. Batı
ülkeleri kendilerinin ne kadar ileride olduklarını üçüncü dünya
ülkelerinden seçtikleri birer simgeyle kendilerine sık sık
hatırlatmayı seviyor, Dündar da bu
sistemin bir parçası oldu. Merkel’in de Macron’un da onu bağrına
basması şaşırtıcı değil.
Ancak giderek mağdur bir Türk gazetecidense Türk hükümetine
meydan okuyan bir siyasi figüre
dönüşüyor.
Mesela, basın toplantısına katılıp soru sormanın sınırlı bir
gazetecilik olduğunu çok iyi biliyor olmalı.
Sonuçta bu gibi toplantılar
siyasiler ve gazeteciler arasında önceden anlaşılmış bir
koreografiye dayanır; kimin ne
soru soracağı çoğu zaman önceden tespit edilir. İşin doğası
bu.
Basın toplantısında lideri zor durumda bırakan gazeteci rolü
daha çok filmlerde olur, gerçek hayatta değil.
SİYASİ FİGÜR MÜ GAZETECİ
Mİ?
Can Dündar’ın basın toplantısına katılma ısrarı da çoktandır
kendisine biçilen misyonun devamı aslında. Bir şov ya da meydan
okuma diye küçümsemiyorum, ama
onun gazeteciyle aktivist
arasındaki muğlak çizginin tam ortasında durmadığı da
kesin. Bana kalırsa çoktandır bir
gazetecidense siyasi figür.
Kendisiyle benzer süreçlerden geçen Mustafa Balbay, Tuncay
Özkan, Enis Berberoğlu gibi gazeteciler siyaseti seçti. Üstelik
gazetecilik doğulan bir kimlik, insanı hayatının sonuna kadar
bağlayan bir pranga da değil. Çeşitli sebeplerden gazeteciliği
bırakmak, ya yeniden dönmek ya da bambaşka bir kulvarda devam etmek
mümkün. Can Dündar’ı bir siyasetçi
olarak görmek isteyecek insanların sayısı da Kemal Kılıçdaroğlu’nu
CHP’nin başında kalmasını isteyenlerden daha fazla olacaktır
eminim.
İyice politize olmuşken bir tercih yapması, durduğu yeri
netliğe kavuşturması gerekir mi? Sorunun net bir yanıtı yok
aslında. Zaten derdim Can Dündar
bahanesiyle gazeteci kimliğinin
sınırlarını biraz tartışmaya açmak; böyle bir
sınırdan hala söz edilebilirse tabii.
Epeydir üzerinde
düşünüyorum, yaşadığı
mağduriyetlere rağmen bir gazeteci kan davası güder gibi bir
siyasetçiyle uğraşmalı, konuyu şahsileştirebilir
mi? “Önce insanım, sonra gazeteci”
diyenler için bu sorunun yanıtı belli. Ama yazılı veya geleneksel
etik kurallarının gazeteciyi bağlayan tarafları var. Kimi yayın
organları çalışanlarının oy vermesini bile
engelliyor.
Siyasi bir mücadeleye girdiğimiz an her sözümüz ve satırımız
kendi şahsi hikayemizle tartılacak, inandırıcılığı da tartışmaya
açılacaktır kaçınılmaz
olarak. Mücadele alanı
gazetecilikten siyasete kaydığında taraflar oluşacak, çoğu zaman
“atış serbest” bir politika oyununun içine düşülecek ister
istemez. İşte “ajan” dendiğinde
inananların çıkması da siyasetinin tıpkı futbol takımları gibi
kendi taraftarlarını yaratması yüzünden.
Halbuki gazetecilik herhangi bir
mahallenin mensubu olmaya doğası gereği ters;
dünyanın her yerinde bu kurala her zaman uyulmasa bile.
GAZETECİNİN TARİHE GEÇME
MERAKI
Öte yandan, bütün bunları ufuktaki büyük ödülü düşünüp göze
almak da mümkün: Tarihe geçmek herhalde bir gazeteci için en büyük
onur. Hele hele “hükümet deviren gazeteci” olmak ego’nun çok
belirleyici olduğu bizim meslekte epey şatafatlı bir mertebe.
Oysa gazeteciler biraz da kendi
tarihlerini yazdıkları için böyle
efsaneler üretiliyor. Mesela tuğla kadar kalın bazı Watergate
kitaplarında haberi ortaya çıkaran gazeteciler “Woodstein”in adları
bir-iki yerde geçiyor, o
kadar. Vietnam Savaşı da eğer
Walter Cronkite ekrandan “Bitsin” demeseydi bile zaten bitecekti,
çarklar dönmeye başlamıştı. Buna
karşılık 17-25 Aralık örneği verilebilir; hükümet devrilemedi çünkü
iklim henüz buna uygun değil, bugün olduğu gibi toplumsal bir
altyapısı ve dayanağı yoktu bu arzunun.
Her gazeteci gibi Can Dündar’ın da bu kahramanlık
hikayelerinden etkilenmemesi mümkün değil.
Sanırım birçoklarını tarih boyunca
kriz yaşayan, insanı zengin etmeyen, herhangi bir iş güvencesi
olmayan gazeteciliğe çeken de biraz bu mitoloji. Ama
Can Dündar farkında olsa da olmasa da giderek bu dünyadan bir
başkasına doğru hızla ilerliyor. Eminim bir siyasi figür olarak
tarihte ona yer vardır.