Nuray Mert kavgası sürüyor! Mine Kırıkkanat şimdi de...
Cumhuriyet gazetesinde bir süredir devam eden Nuray Mert kavgası sürüyor.
Daha önce Cumhuriyet gazetesi yazarı Orhan Bursalı “Nuray Mert kapının önüne konmalı” diye yazmıştı. Ayrıca Nuray Mert’in Atatürk’ü ve Cumhuriyet’i hedef alan yazısına ilişkin Cumhuriyet yazarları Erdal Atabek ve Mine Kırıkkanat da tepki göstermişti.
Mine Kırıkkanat o açıklamalarına bugünkü yazısında
yenilerini ekledi. "Kalkanı kağıt olmak" başlıklı
yazısında Kırıkkanat, "bu yazımı, kendisine ithaf
ediyorum" diyerek, "Bunlar, camide ateizm
propagandası; ateist dernekte de din propagandası yapılmayacağını
çok iyi biliyorlar. Zaten yapmaya da cesaretleri yoktur, ödleri
kopar" ifadelerini kullandı.
İşte Kırıkkanat'ın o
yazısı...
New York, 1958. Yüz Yirmi Altıncı Sokak’la Sekizinci
Cadde’nin kesiştiğiköşede, Braddock Bar. Dışarıda karlı buzlu bir
şubat ayı. İçeride soğuğu buzlu alkolle kesmeye çalışan
zavallılar.
Burası Harlem.
Bütün müşterilerin çehresinde küçük haydutluğun ürkütücü
karanlığı var.
Masalardan biri devriliyor ansızın. İki siyahın sustalı
bıçakları parlıyor, salonun loşluğunda. Birbirlerine saldırıyorlar.
Sustalılar inip kalkıyor rakibin kollarına, güğsüne. Birinin deri
ceketinde, ötekinin uzun paltosunda derin yaralaraçılıyor. Ancak
kan akmıyor. Çıka çıka, kurumuş matbaa mürekkebi yüklü kâğıt
şeritler çıkıyor bıçak deliklerinden...
Çünkü yoksulluk paltolarının altında, kat kat gazete
kâğıtları var.
İki baldırı çıplak, içlerine gazete sararak korunmaya
çalışmışlar kışın ayazından. Birbirlerini yaralamak için değil,
kâğıt zırhlarını parçalamak için vuruşuyorlar. Gazetelerden oluşan
kalkanı parçalanan zenci, soğuktan ölmeye aday.
Chester Himes’ın “Beş Köşeli Meydan” adlı polisiye romanından
bu bölümü okurken, bir Türk gazetesinin çok eskiden yaptığı reklama
gidiyor aklım.
İstanbul, 1970’li yıllar. Radyoda, sıcaklığıyla ürperten bir
kadın sesi. “Küçük ve çelimsiz bir çocuktum” diye anlatıyor. “Fazla
paramız yoktu. Soğuk kış günlerinde okula giderken, çok üşürdüm.
Annem, paltomun içine gazete sayfaları koyardı. Göğsümü ve sırtımı
o gazete korurdu, soğuktan.”
***
Kadın, Türk sinemasının gelmiş geçmiş en büyük yıldızı,
Türkan Şoray. O zamanlar basının ‘amiral gemisi’ diye anılan, artık
kendi hayaletini bile güçlükle taşıyan gazetenin reklamını yapıyor,
bu sözlerle. Ama anlattıkları gerçek, duyguları içten.
Gazete bir kalkandır. Yoksulları soğuktan, varsılları
budalalıktan korur. Kâğıdı ekmek gibidir, hamurdan
yapılır.
Sözcükler su gibi dizilir sütunlarına, yukarıdan aşağı
akar...
Gözlerle içilir, akılla okunur. Kimisi kötü bir yiyecek gibi,
midesini bulandırır insanın. Kimisi lezzetli bir şarap gibi, daha
çok içme isteği uyandırır.
Resmi tarihi yargılar, peşin yargıları dengeler, kuşku
duymayı öğretir, düşünmeye yöneltir.
Gazete.
Son yıllarda Türkiye, basından politikaya, her alanda
‘aşağıya doğru yükselen’ değerlerle doldu. Gazetelerin hâlâ
soğuktan korunmaya yaradıklarına kuşkum yok. Ama budalalıktan yana
nasiplerini, hem de bol kepçelerle aldıkları kesin. Aşağı düzeye
yükselen Türkiye değerlerini değiştirmek, elbette bir gazetenin, bu
sütunların harcı değil. Ancak karanlıkta ışıyan ateşböcekleri gibi,
bir tutam aydınlık için, insanı insan yapan ne varsa ve evrensel
düşünce adına savunulacak ne kaldıysa, mürekkebimin son damlasına
kadar savunacağım.
Söz veriyorum.*
***
Yukarıdaki satırlar, Radikal gazetesinin 13 Ekim 1996 tarihli
ilk sayısında yayımlanan ilk yazımdan altıntıdır.
Gazeteciliği 1986’dan 1991’e kadar dış muhabir olarak
çalıştığım Cumhuriyet’te öğrenmiştim. Arada büyük bir kriz
atlatılmış, gazete Birinci Cumhuriyet’çilerle İkinci
Cumhuriyet’çiler arasında gidip gelmiş, yine bir darboğazdan
geçiyordu. İlhan Selçuk, “Gönül rahatlığıyla git” demişti. “Yine
gelirsin!”
Ölümünden sonra haklı çıktı. 2010’da geri geldim. Neden mi?
Çünkü yukarıda verdiğim sözü tutmaya çalışmış, kaypakların
“esneklik meşrebi”ne uymamıştım.
Bugün düşününce, çalıştığım bütün gazetelerde yaşanan
sorunların, son toplamda Atatürkçülerle “liberal” denilen esnekler
arasındaki mücadele olduğunu anlıyorum. Başka bir deyişle, ilkeleri
olanlarla ilkeleri zamana ya da mekâna, daha çok da hırslarına ve
çıkarlarına göre değişenler arasındaki mücadele.
Liberallerin esneme yeteneği pek yüksek. Ama bu esneklik
nedense, asla Cumhuriyet’in temel ilkeleri, örneğin ulusal birliğe,
bütünlüğü, laikliğe falan kaymıyor. Nedense hep tersine,
ötekileştirmeye esniyor.
***
Üstelik çok örgütlüler. Birlikte hareket
ediyorlar.
Adeta bir misyonları var: Girdikleri bütünü parçalamak, eğer
bu bütün Cumhuriyetçi bir gazeteyse, batırmak. Başarıyorlar da. Ben
liberal esneklerin ele geçirdikleri bir gazeteyi batırmadan
bıraktıklarını görmedim! Çünkü patronlar da esnek mi esnek, yeri
öpmeye hazır zaten...
Bunlar, camide ateizm propagandası; ateist dernekte de din
propagandası yapılmayacağını çok iyi biliyorlar. Zaten yapmaya da
cesaretleri yoktur, ödleri kopar.
Ama Atatürk’ün kurduğu ve adını verdiği bir gazetede,
Atatürk’e dil uzatabiliyorlar. Acaba bu cüreti nereden buluyorlar?
Kuşkusuz bizim demokratlığımıza güveniyor, hiç
tınmıyorlar.
Haklılar. Çünkü onlar “gibi” yapıyor, ama biz gerçekten
demokratız.
Okurlarım, Nuray Mert için ne yazacağımı merak
ediyorlardı...
Ali Sirmen, Orhan Bursalı, Işıl Özgentürk ve hele Erdal
Atabek Hocamızın kelamına ekleyecek sözüm yok.
Ama bu yazımı, kendisine ithaf ediyorum.