Nihal Bengisu Karaca'dan dikkat çeken cemaat yazısı

Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca, Adnan Oktar ve grubuna yönelik operasyon sonrası gündeme gelen cemaat ve tarikat tartışmasına ilişkin çarpıcı bir yazı kaleme aldı.

Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca, bugünkü köşe yazısında Adnan Oktar ve grubuna "cemaat" denilmesine isyan etti. Oktar'ın ve ekibinin yaptıklarının dinle alakası olmadığının altını çizen yazar, cemaatlerin hedef gösterilmesine tepki gösterdi.

Karaca, "O gruba ‘cemaat’, Oktar’a da, ‘cemaat lideri’ demek için ya cahil, ya ecnebi olmak lazım." diye yazdı. Örgütten daha önce ayrılıp bomba ifşalarda bulunan Ceylan Özgül'ü hatırlatan yazar, "Tarih hep aynı yerden tekerrür edecek kadar sığ değildir. Yine de insan ‘yeni Fadime Şahin, Ceylan Özgül mü?’ diye sormadan edemiyor." ifadelerine yer verdi.

Cemaatlerin üzerine beton mu dökelim?

Adnan Oktar ve grubuna yönelik soruşturma bağlamında her geçen gün daha ilginç bir bulgu gündeme geliyor. Malzemeler patır patır dökülüyor. Silahlar çıkıyor, şantajla ve zorla alıkoyma durumlarından bahsediliyor. Oktar grubundan ayrılan Ceylan Özgül’ün itirafları her yerde. Dinledikçe, ‘vay canına, neler de olmuş?’ diyoruz. Neden? Çünkü toplumda karşılığı olan bir grup değil, bir cemaat hiç değil. Her makul insan gibi yolumuzu yollarıyla kesiştirmedik. Davetlerine gitmedik. Kendileriyle teşriki mesaisi olanlar da anlatmadı, ‘işler bildiğiniz gibi değil’ ya da ‘olay tam da göründüğü gibi, 7/24 alem var, ayrıca silah külah da var’ demedi.

Öte yandan Adnan Oktar ve grubu hakkında öteden beri dedikodu ve söylenti vardı. Ancak iyi niyetle ‘Acaba Evrim teorisi ile uğraştığı ve varlıklı nüfuzlu ailelerin çocukları arasında popüler olduğu için iftiraya mı uğruyor?’ şüphesi taşıyanların soru işaretleri A9 kanalı açıldığı andan itibaren sonlanmıştı. Sonlanması da gerekirdi. 2011’de adını duyuran A9 kanalında Oktar’ın sergilediği ‘pavyon’ işletmecisi tutum, grup hakkındaki söylentilerin doğruluğunu ispatlamaya yetip artıyordu.

2014’te ise sergilenen rezalet zirveyi gördü. Ayetlerin/hadislerin arasına giren fetiş kıyafetli kadınlar ve striptizi andıran danslar pek çoğumuzu tiksindirdi. Sosyal medyada sahip oldukları linç çeteleri ve zaman zaman ekranlarını da kendilerini eleştirenleri ‘hedef gösterme’ aracı olarak kullanmaları, grupla ilgili iki satır laf edenleri de caydırdı. 

Zamanla insanlarda ‘Devlet bunları koruyor. Güçlüler ve biz tek başımıza başedemeyiz” duygusu oluştu.  Anlayacağınız, üç dört yıldır yurtdışında ‘Islamic sex cult’ (İslami seks tarikatı) olarak geçen Oktar grubu hakkında çok daha önce önlem alınması gerekirdi. Söz konusu adlandırma bile bu ülkenin hiç değilse kanına dokunmalıydı. Şimdi ortaya saçılan silahlar, kasetler, şantajlar olmadan da, alenen sergilenen rezalet yeterince kötüydü ve yapıyı ‘dini istismar’ bağlamında ele alıp müdahale etmek mümkündü.   TCK 157 ve 158’in 1. fıkrasının a) bendi orada öylece duruyordu çünkü. Neden şimdi sorusunun izahı, “delillerin toplanması henüz mümkün olabildi” şeklinde polisiye bir gerekçe olabilir. Ama olmama ihtimali de var. 

Zira dikkat edin, konu hızla başka bir yere gitti.

ADNAN OKTAR GRUBUNA ‘CEMAAT’ DEMEK İÇİN YA CAHİL OLMAK GEREKİR YA DA…

Gazeteler televizyonlar ve sosyal medya “Nedir kardeşim bu cemaatlerden çektiğimiz? Devlet hepsinin üzerine beton dökmeli. İtiraz eden de yerlilikten millikten atılmalı” tekliflerinden geçilmiyor. Bu tekliflere yanlayanlar arasında kendisine İslamcı, eski İslamcı, dindar diyen kişiler olması ise  “Türkler iman etmez, sadece din değiştirir” sözünü haklı çıkaracak cinsten.

Oysa soru şu olmalı: "Ne zamandan beri Adnan Oktar’ın grubu klasik anlamda islami cemaat sayılıyor? Veya klasik anlamda tarikat olarak görülüyor? Grup varolduğu haliye kendisini İslam düşünce ve inanç geleneğini sürdürmeye adamış hiçbir ana damara, omurgaya izafe edemez ve zaten edemedi de… O gruba ‘cemaat’, Oktar’a da, ‘cemaat lideri’ demek için ya cahil, ya ecnebi olmak lazım. Ama 7/24 gazetelerde, ekranlarda bu ifade geçiyor: “Adnan Oktar cemaati”.

CEYLAN OZGUL IS THE NEW FADIME SAHIN? 

“FETÖ zaten suç şebekesi olarak cepte; üzerine bir de, Adnan Oktar ve grubuna ‘cemaat’ adı verirsek, ‘cemaatleri ve tarikatleri’ güzelce kriminalize eder, bu ülkedeki dini yaşamın, dini dayanışmanın omurgasını çözeriz” diye düşününler için son derece bereketli bir mecra, kabul ediyorum. Cemaatlerde çok fazla problem var, kabul ediyorum. Bazılarında pazarlık iştahı çok öne çıkıyor, devlete verdikleri destek oranında kadro, bina, arsa talep edenler var. Cemaatlerin yeterince sivil olamamak gibi bir problemleri var. Ama açıkçası bu problemin bir ucunda da devletin ‘cemaatler fazla sivil olursa, özgür de olurlar; özgür olurlarsa itiraz ederler ve muhalif oldukları politikaların peşine halkı da takarlar, başımıza dert olurlar” şeklinde özetlenebilecek anlayışı var.

CEMAATLER MASUM DEĞİL, DEVLET DE MASUM DEĞİL

Ayrıca, Gülen cemaati FETÖ’ye dönüşerek içinden bir casus şebekesi çıkarmış diye, cemaat olmaktan başka herşeye benzeyen Adnan Oktar grubunun ipliği pazara çıkmış diye tüm cemaatlere savaş açmanın sonu, yeni FETÖ’lerin oluşmasına imkan sağlamaktır, bunu görmüyor muyuz?

FETÖ’yü FETÖ yapan cemaati değildi. Kendisine terör örgütü vasfını kazandıran inanmış, dinimi yaşıyorum zanneden kitleler değildi, piramidin üstünde yer alan, uluslararası imkanlar elde etmiş, ekonomik, istihbari ve bürokratik hiçbir tedbir alınmadığı için güçlendikçe güçlenmiş kurmay tabakaydı.

Dahası FETÖ, toplumsal alanda da ‘tek’ olabilmek için, diğer cemaatleri yok etmeye çalışıyordu. Şimdi FETÖ ile mücadeleyi Oktar’la soslayarak cemaat düşmanlığı yapanlar aslında bir zamanlar FETÖ’nün yürüttüğü ajandaya hizmet ettiklerinin farkında mı? Ya sözümona dindarlar, cemaat düşmanlığı yaparlarken 28 Şubatçılarla aynı yere düştüklerini idrak edemiyorlar mı?

Hatırlayın. 28 Şubatçıları harekete geçiren de Erbakan’ın toplumda sevilen sayılan bir grup din adamını iftara çağırması olmuştu. Devamında Fadime Şahin adlı bir kızı bulup ekran ekran dolaştırmışlardı. Ceylan Özgül’e verdiği bilgilerden dolayı müteşekkiriz ve biliyoruz ki, Adnan Oktar başına gelenleri fazlasıyla haketti. Ama Müslüm Gündüz de haketmişti. Ama o hakedişin kuyruğuna takılıp gelen paket için aynısını söylemek mümkün mü?

Tarih hep aynı yerden tekerrür edecek kadar sığ değildir. Yine de insan ‘yeni Fadime Şahin, Ceylan Özgül mü?’ diye sormadan edemiyor.  

RAZI  MISINIZ?

Latife bir yana, latife yapabiliyoruz çünkü elbette bu kez herşeyin farklı olduğunun farkındayız. Elbette eskisi gibi olmaz. Ama cemaatlerin ve tasavvuf geleneğini kör topal da olsa yaşatan tarikatlerin kapısına kilit vurmayı savunanların bilmesi gereken bir şey var: Böyle bir hamleyi dengelemenin tek yolu devletin aşırı dindarlaşmasıdır; dinin kamusal görünürlüğünün artmasıdır. Buna razı mısınız?

Devlet cemaatleri yok etsin goygoyuna katılan dindarlara da bir sözüm var: Devlet dine müdahale ettiğinde o artık asla hakiki din olmaz.  Orijini bozulur, egemenin siyasi hedefine doğru bükülür, esasını da esansını da kaybeder. Çünkü dinin evi gönüldür, devlet gücüyle gönül fethetmeye kalkmak züccaciye dükkanında tezhagtar olarak fil istihdam etmeye benzer. Buna razı mısınız?

NE İMTİYAZ, NE AYRIMCILIK

Ne cemaatim ne tarikatım var. Sözü geçen problemlerden dolayı hiçbirine kanım ısınmadı. Ayrıca bazılarında gözlemlediğim güç iştahı ve çoğunda gördüğüm kadın karşıtlığı, bu sosyal camialarla aramda her zaman aşılması güç bir perde oluşturdu. Ama her işte bir ölçü lazım ve ölçü diyerek kendi çözüm önerimizi, ideolojimizi , tehdit algımızı, güvenlikçi yaklaşımlarımızı, hayalimizdeki Türkiye tasavvurunu dayatma lüksümüz yok. Bizi aşan bir sosyoloji var. Ve sosyolojinin ayarlarıyla oynamanın uzun vadede gelecek hazin sonuçları.

Şunu biliyorum: Toplumun dindar ve sağlıklı gençler yetiştirmesi, sadece gençler değil, her anı nefsle ve şeytanla sınanma olan şu hayatta İslamı yaşamanın, Allah korkusu ve sevgisini sürdürülebilir bir hayat stratejisi haline getirebilmenin yolu Kuran ve sünnetin kimi zaman karmaşık olabilen güzergahında Ahmed Yesevi’nin, Yunus’un, Halid-i Bağdadi’nin, Geylani’nin, İbrahim Ethem ve Bayezid-i Bestami’nin hikayelerini, tecrübelerini rehber edinmekle mümkün. Yüz binlerce insan için bugüne kadar çalışan, tatmin eden manevi yol ve yöntem hep bu oldu. Bu damarın budanmaya değil, ihya edilmeye ihtiyacı var.

O kadar zor değil.

Devlet ve cemaat-tarikat arasındaki ilişki sadece ‘saygı’ olacak. Devlet kadrolarına atama yapılırken vatandaşın cemaat ya da tarikat mensubiyeti pozitif ya da negatif herhengi bir imtiyaz ya da ayrımcılık kriteri olmayacak. Ayrıca çarşamba gecesi Türkiye’nin Nabzı’na konuk olan eski DİB başkanı Mehmet Görmez’in dediği hususların hayatiyet kazanması sağlanacak. Şöyle demişti: “Cemaatlerin bir senedi olmalı. Nereden geldiğini nereye gittiğini, amacını, hangi yolu kimlerle öğretmek istediğini, programını oradan görebilmeliyiz. Aldığı bağışlar izlenebilir ve şeffaf olmalı”. 

Makul yollar tüketildi mi ki, kıralım, ezelim, yokedelim diskuru yürürlüğe giriyor?