Nedim Şener'den Gülen'e: Sadece yalancı değil aynı zamanda...
Gazeteci Nedim Şener, Fethullah Gülen'in röportajını yayımlayan Alman Die Zeit gazetesine "Yalancı 'Hocaefendi'" başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Fethullah Gülen'in röportajda, 2011'de
tutuklanmasından sorumlu olmadığını söylediğini hatırlatan Nedim
Şener "itirazım var" dedi ve "Yalan söylemek İslamiyet’te olduğu
gibi Hıristiyanlıkta, Yahudilikte ve tüm inançlarda en büyük günah
ve suçtur" ifadelerini kullandı.
Gülen, yazarları arasında Can Dündar'ın da bulunduğu Die
Zeit'e röportaj vermiş, Cemaat'le ilgili hiçbir suçlamayı kabul
etmemişti.
Kendisine komployu kuranların Cemaatçi polisler olduğunu
söyleyen Nedim Şener, "Benim tutuklanmamın nedeni Hrant Dink
cinayeti araştırmalarımdır" dedi. Buna karşın dönemin başbakanı
Tayyip Erdoğan'ın o dönemde Cemaat'te tam destek verdiğini
hatırlatan Şener, Erdoğan'ın yazılan kitaplar için "Bazı kitaplar
bombadan tehlikelidir" dediğini tüm dünyanın duyduğunu
belirtti.
Şener Gülen'in çelişkilerini sıraladığı yazısının sonunda
"Yalan söyleyen her kötülüğü yapar. Gülen yalancı değil aynı
zamanda vicdansız bir terör örgütü yöneticisidir" ifadelerini
kullandı.
İşte Nedim Şener'in
yazısı:
"Fethullah Gülen DIE ZEIT gazetesine röportaj verdi ve
2011’de gerçekleşen tutuklanmamdan sorumlu olmadığını söyledi.
İtirazım var.
Yalan söylemek İslamiyet’te olduğu gibi Hristiyanlık’ta,
Yahudilikte ve tüm inançlarda en büyük günah ve suçtur. O yüzden
yalanı bir rahip, bir haham ya da bir hoca söyleyince daha büyük
tepki çeker. Ama kendisine "hocaefendi" denilmesini isteyen
Fethullah Gülen söyleyince şaşırmıyorum. Bu yazıyı yazmamın sebebi
Gülen’in son olarak DIE ZEIT okurlarını kandırma girişimi oldu. Biz
Türkiye’de hem kendisinin hem de onun kurduğu terör örgütü üyesi
polis, savcı, hakim ve gazetecilerin yıllardır Türkiye’de yalan ve
iftira fırtınası estirdiğini biliyoruz. Ben bizzat yaşadım. Sahte
delillerle, yalancı tanıklarla Ergenekon ve Balyoz, Odatv gibi
davalarda binlerce insanın hayatını kararttılar.
Şimdi gelelim Fethullah Gülen’in yalanlarına.
DIE ZEIT soruyor; "İki Türk gazeteci, Ahmet
Şık ve Nedim Şener, sizin mensuplarınızın devleti ele geçirmesini
ele alan kitap yazdılar ve 2011’de hapse girdiler."
Gülen’in cevabı şu; "Ben ikisini de
tanımıyorum. O dönemde yazarlar Hizmet Hareketi’ni eleştiren 50’nin
üzerinde kitap kaleme aldı ve hiç kimse hapse girmedi. Neden Şık ve
Şener? Çünkü Erdoğan’ı eleştiriyorlardı. Onlara karşı soruşturma
başlatılmasını kendisi sağladı."
DIE ZEIT ısrarla soruyor; Ama Hizmet mensupları değil
miydi bu tutuklamaları yapan?"
Gülen’in bu soruya cevabı ilk söylediği yalanı daha da
büyütüyor;
"Hayır Erdoğan’ın polisleriydi. Sistematik olarak
karşıtlarını tutuklattı. Birden bire subay ve generaller bile
kelepçelerle mahkemeye çıkarıldılar. Bu görüntüler karşısında
ağladım."
Leipzig’de 2015 yılında bana verilen "Preis für die Freiheit
und Zukunft der Medien" ödül törenindeki teşekkür konuşmamda kısaca
bahsettiğim gibi şimdi size gerçeği ayrıntısıyla
anlatayım.
Ben 19 Ocak 2007 yılında öldürülen Ermeni asıllı gazeteci
Hrant Dink cinayetini araştırdığımda sorumlu olarak Fethullah Gülen
örgütüne bağlı polisler çıktı. Şimdi Fetö üyesi dahil olarak, dink
cinayeti dahil usulsüz dinlemeler, sahte deliller davasından
yargılanıyorlar. İstihbarat Dairesi Başkanlığı’ndaki görevleri
gereği işleneceğini bildikleri cinayeti kasten önlememişlerdi.
Neden önlemediklerinin cevabı da açıktı, 2007 yılı Haziran ayında
başlatacakları Ergenekon operasyonu için bu tür provokatif
cinayetlerin gerçekleşmesi gerekiyordu. Toplumsal ve siyasi destek
için ulusalcıların adının karıştığı bu tür sansasyonel olaylara
ihtiyaçları vardı, çünkü Ergenekon adında bir örgüt olmadığını
biliyorlardı. Bir ‘Reichstag efekti’ yaratmaya
çalıştılar.
2007-2009 yılları arasında Hrant Dink cinayetinde Fethullahçı
Terör Örgütü (FETÖ) üyesi polislerin rol oynadığı konusunda birçok
gazete haberi ve köşe yazısı yazdım. ‘Dink Cinayeti ve İstihbarat
Yalanları’ ve ‘Kırmızı Cima’ isimli iki kitap yazdım ve bu
kitaplarda yayınladığım belgeler şu anda bu polislerin yargılandığı
davada delil oldu. Davada tek gazeteci olarak ifade vereceğim.
Cinayette FETÖ’ye bağlı polisler Ramazan Akyürek ve Ali Fuat
Yılmazer dahil birçok istihbaratçının sorumlu olduğunu belgeledim.
Cinayeti adeta seyrettiler. Bu iki istihbaratçı 12 Haziran 2007
tarihinde başlayan Ergenekon operasyonlarını yöneten en önemli
kişilerdi.
FETÖ’cü polisler Akyürek ve Yılmazer’in başını çektiği bir
grup istihbaratçı polis benim hakkımda toplam 32.5 yıl hapis cezası
talebiyle dava açtırdılar. O tarihte Hrant Dink’i öldüren katil
Ogün Samast için bile 20 yıl hapis cezası isteniyordu. Bu dava
sürerken 6 Haziran 2009’da bu polislerin başında olduğu İstanbul
Emniyet’ine e-posta üzerinden, "benim Ergenekon terör örgütü üyesi
olduğum, Ergenekon operasyonlarını yöneten polisleri yıpratmak
amacıyla Hrant Dink cinayetinin sorumluluğunu onların üzerine
yıkmaya çalıştığım, hatta benim Dink benzeri bir cinayet işleyecek
örgütün üyesi olduğum" hakkında sahte bir ihbar gönderildi. Bu
sahte ihbar aleyhimde delil olarak kullanıldı.
Bu polisler bir yandan beni açtıkları davada yargılatırken
bir yandan da "Ergenekon Silahlı Terör Örgütü üyesi" diye
telefonlarımı dinliyorlardı. Bu sırada beni tutuklayacaklarına dair
haberler gönderiyorlardı. 2011’de amaçlarına ulaştılar, sahte
delillerle tutuklayıp Silivri Cezaevi'ne koydular. Bu süreçlerin
hiçbirinden Erdoğan’ın haberi olmadı. Hatta ben cezaevinden
çıktıktan sonra istihbaratçı Yılmazer bir gazeteci aracılığıyla
bana şu haberi gönderdi, "Nedim bana hala kızgın mı?"
Ben daha sonra FETÖ konusunda yazmaya devam edince 13 Aralık
2016 günü yine aynı gazeteci aracılığıyla, "Nedim salağına söyle
hükümetle aramızda büyük bir savaş çıkacak yine arada kalacak"
şeklinde mesaj gönderdi. Gerçekten de 17 Aralık 2013 sabahı FETÖ’cü
polis ve savcıların hükümete karşı yolsuzluk üzerinden büyük bir
savaş açtığını herkes gördü.
"BAZI KİTAPLAR BOMBADAN
TEHLİKELİDİR"
Olayın siyasi sorumluluk kısmını elbette tartışabiliriz. Beni
şaşırtan iki şey oldu. Birincisi dönemin Başbakanı Erdoğan 2 Aralık
2008 tarihinde FETÖ’cü polisler Akyürek ve Yılmazer’in Dink
cinayetinde sorumlu olduğuna dair Başbakanlık Teftiş Kurulu
raporunu imzalamıştı. İkincisi ben 6 Mart 2011 günü tutuklandım, 8
Mart sabaha karşı ise bana kurulan komplonun mimarlarından FETÖ’cü
İstihbaratçı Ali Fuat Yılmazer İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ndeki
görevinden alınmıştı. Buna karşın Erdoğan, biz tutuklandığımızda
"onlar gazeteci değil, terörist" demişti. Hatta, yazılan kitaplar
için "Bazı kitaplar bombadan tehlikelidir" dediğini tüm dünya
duymuştu. Bu açıklamalar Erdoğan’ın o dönemdeki ortağına verdiği
tam desteği gösteriyordu. Bu AKP’nin tutuklamalarda siyasi
sorumluluğunu kaldırmaz. Ama bana komployu kuranlar FETÖ’cü
polislerdi. Benim tutuklanmamın nedeni Hrant Dink cinayeti
araştırmalarımdır ve beni tutuklayan Fethullah Gülen’in "Erdoğan’ın
polisleri" dediği FETÖ’cü polislerdir. Zaten şu anda da FETÖ
üyeliğinden tutuklu olarak benim çıktığım Silivri Cezaevi'nde
bulunuyorlar. Ayrıca kitaplarımda yazdığım gerçekler ışığında Hrant
Dink cinayetindeki sorumluluklarından dolayı
yargılanıyorlar.
Peki Fethullah Gülen, DIE ZEIT’e söylediği gibi
tutuklanan subay ve generaller için ağladı mı?
Pensilvanya’da kendisini ziyaret eden gazetecilerden Mahmut
Övür 6 Mart 2009 tarihinde buna cevap olabilecek bir yazı
yazdı.
Övür kendisine, Ergenekon operasyonları hakkında görüşünü
sorduğunda Gülen, bırakın ağlamayı, Silivri Cezaevi'nde tutuklu
olup Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hastanesi’ne giden yaşlı ve hasta
askerler için aynen şunları söyledi;
"Bu işlerin sulandırıldığı gibi bir kaygı var. Bana da öyle
geliyor. Baksanıza sürekli Silivri Cezaevi'yle GATA arasında yatay
geçiş, yani yatış geçiş var….'Hükümete karşı da bazı hesaplar
seziliyor. Bunlar iyi şeyler değil."
Yalan söyleyen her kötülüğü yapar. Gülen yalancı değil aynı
zamanda vicdansız bir terör örgütü yöneticisidir."