Murat Bardakçı isyan etti: Çüşş ki ne çüşşş
Gazete Habertürk yazarı Murat Bardakçı, "Atatürk'e hakaret" tartışmaları ile ilgili yazdı.
Habertürk yazarı Murat Bardakçı, Nurcu Hasan Akar
gibi dincilerin Atatürk'ün annesine attıkları iftirada
kullandıkları belgeyi inceledi. Bardakçı, söz konusu belgenin sahte
olduğunu anlattı. Bardakçı belgedeki sahteliklere "çüş ki ne
çüşşşş" dedi.
Bardakçı söz konusu belgeyi öyle anlattı:
"Atatürk’e ve Zübeyde Hanım’a karşı yapılan bütün bu
hakaretlerin kaynağının Dr. Rıza Nur isimli çatlağın hatıralarına
dayandığını geçen gün yazmıştım.. Ama iş Rıza Nur’un edepsizlikleri
ile kalmadı, onun yazdıkları temel alınarak son derece acemice
hazırlanmış sahte bir mahkeme kararı uyduruldu: Selânik Asliye
Hukuk Mahkemesi’nin kararı olduğu iddia edilen ama imlâsı baştan
aşağı bozuk ve sadece dil değil, resmî üslûp bakımından bile
Osmanlı dönemi mahkeme kararları ile alâkası bulunmayan ve yeni
imal edildiği daha ilk bakışta anlaşılan, eski harflerle sözümona
bir belge... Düzmece belgede Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım ile
Abduş adındaki hayalî bir kişinin ilişkisinden bahsediliyor ve
ayrıntılarını yazmaya edebin ve terbiyenin elvermeyeceği başka
iddialarda da bulunuluyordu."
BELGEDE HER KELİME
HATALI
"Belge, 1980’lerin ortasında elden ele dolaşmaya başladı.
Belge, 1988’de 'Ümmet' isimli bir derginin yayınladığı 'M.Kemal’in
Babası Kim?' isimli küçük bir kitapta da yer aldı" diyen Bardakçı,
belgedeki hataları şöyle sıraladı:
"Şekil, ifade ve imlâ bakımından baştan aşağı yanlıştı, 19.
yüzyıl Osmanlıcası ile değil, 'yeni Türkçe düşünüp eski Türkçe
yazmaya heveslenmiş' acemiler tarafından yakın zamanlarda
uydurulduğu ilk bakışta anlaşılıyordu ve neresinden tutsanız
elinizde kalıyordu!
Meselâ, 19. asır Türkiyesi’nde vârolmayan bir 'Asliye Hukuk
Mahkemesi' ismi uydurulmuştu. Belgenin üslûp bakımından Osmanlı
döneminin resmî yazı kuralları ve mahkeme kararları ile de hiçbir
alâkası yoktu. O devrin resmî yazılarında geçmeyen kelimeler
kullanılmıştı, hattâ acemilikten en alta tarih koyarken bile
kurtulamamışlar, mahkeme kararlarında şart olan Hicrî tarih
akıllarına gelmemiş, sadece Rumî tarih kullanmışlardı, hattâ
'kânun-ı evvel' ayının imlâsı bile yanlıştı.
Ama asıl rezalet, ortada imlâ diye birşeyin bulunmaması,
dünya kadar kelimenin yanlış yazılması idi!
Sözkonusu sahte belgedeki imlâ hatalarından bazılarını
aşağıda maddeler hâlinde sıralıyorum. Eski harfleri bilenlerin
kolayca anlayabilecekleri bu izahatım gerçi biraz teknik olacak ve
Eski Türkçe’yi bilmeyenlere pek bir şey ifade etmeyecek ama elde
bulunmasında yine de fayda vardır, zira günün birinde işinize
yarayabilir!
İşte, okuma-yazma özürlü biri veya birileri tarafından
devrilen çamlar:
Aded: Cehalet silsilesi, düzmece
belgenin girişinden başlıyor! Bu kelimenin imlâsı belgeyi uyduran
cahilin yazdığı dibi 'ayın-dal-te' değil, 'ayın-dal-dal'
biçimindedir ve 'aded'i o devirlerde değil hâkimler, mahkemenin
kahvecileri bile 'te' ile, yani 'adet' diye
yazmamışlardır.
Vermiş: 'Vav-rı-mim-şın' değil,
'vav-ye-rı-mim-şın' yazılır; yani 'ver' kelimesinin aslı 'vir'
olduğu için 'vav'dan sonra mutlaka 'ye' konur.
Olduğun:
'Eliv-vav-lamdal-ye-kef-nun' ile değil,
'elif-vav-lam-dal-ye-gayın-nun' diye yazılır. Ancak 'olduğun'
kelimesinin o devirde böyle bir cümlede 'olduğunu' şeklinde
kullanılması gerektiği için, sondaki 'nun'dan sonra da 'ye'
konur.
İddia: Çüş ki, ne çüşşşş! Bırakın o
devrin hâkimlerini, bugün belediyelerin açtığı eski Türkçe
kurslarına gitmeye daha yeni başlamış bir hevesli bile, 'iddia'nın
bu belgeyi uyduran cahilin karaladığı şekilde yani
'elif-ye-te-dal-ye-ayın-elif' diye değil, 'elif-dal-ayın-elif'
biçiminde yazıldığını, yani kelimenin 'itdiae' değil, 'iddia'
olduğunu bilir! Aynı şekilde, 'iddianâme'nin başındaki 'iddia'nın
imlâsı da böyledir!
Miras: 'Mim-rı-elif-sin' değil,
'mim-ye-rı-elif-se' yazılır ve mahkeme belgesi uydurarak hâkimlik
oynamaya çalışan cahil her kim ise, hukukun en yaygın
kelimelerinden olan “miras”ın yazılışından bile
habersizdir!
Vermiş: Doğru yazılışı
'vav-rı-mim-şın'değil, 'vav-ye-rı- mim-şın'dır!
Veled: 'Vavlam-tı' yani 'velt'
yahut 'vült' okutturacak biçimde değil 'vav-lamdal' yazılır ve
'veled' okunur.
Keyfiyetin: Bu ifade, tarihte tek
bir defa bile olsa mâlûm belgeyi uyduranların cehalet çukurlarında
debelendikleri şekilde, yani 'kef-ye-feye-he-dal-yenun' diye
yazılmamıştır; doğrusu 'kefye-fe-ye-te-kef' iledir.
Tezkire veya tezkere: Hukukun yine
en fazla kullanılan ifadelerinden olan 'tezkire', meçhul
sahtekârların ücra dağların tepesindeki mekânlarında yazdıkları
gibi 'dal' ile ve 'dezkereeee' diye telâffuz edilmektedir ama
kelime asırlar boyunca 'te-zel-kefrı-he' şeklinde yazılmıştır,
bugün de böyle yazılır ve 'tezkirenin' derken de sondaki 'nin' eki
için 'nun-ye-kef' değil, sadece 'nun-kef' ilâve edilir!
Kânun-ı evvel: 'Aralık ayı'
mânasına gelen bu kelimede ikinci 'nun'dan sonra 'ye' gelmez;
üstelik bu ifade resmî belgelerde böyle acemice ve iki ayrı kelime
hâlinde değil, birleşik ve genellikle harfler içiçe geçmiş şekilde
yazılır ve bir adlî kâtibin ay isminde bile hatâ etmesine imkân
yoktur!
Abduş: Herifler ortaya attıkları
hayalî ismi, yani 'Abduş'u bile doğru yazmaktan âciz! İsmin aslı
olan ve 'kul' mânâsına gelen 'Abd' sözü 'elifbe-dal' değil,
'ayın-be dal'iledir ve adamlar Kur’an’da defalarca geçen 'abd'
sözünü yazmayı bile becerememektedirler!"
Bardakçı, sahtekarlara ise şöyle seslendi: "aranızda doğru
dürüst okuma-yazma bilen ve sahte belge hazırlarken daha az hatâ
yapacak tek bir kişi bile kalmadı mı?".