Metin Üstündağ: Şartlar ve zemin mizaha elverişli değil

Sayım Çınar, "Bobi git eski günleri getir bana" aforizması ile dimağımızda yer eden Metin Üstündağ ile ılık bir İstanbul akşamı yeni dergisi Yumuşah g'yi ve Türkiye'nin 'halet-i ruhuyesi'ni konuştu.

GAZETECİLER.COM - ÖZEL RÖPORTAJ
SAYIM ÇINAR 


Metin Üstündağ, kendi tabiri ile yazar, çizer, editör ve baba kişi. Okuyucuları ise onu hüznü, başkaldırıyı, aşkı kısacası hayatı 'küçük kısa laflar'la en gerçek haliyle anlatan usta bir yazar ve karikatür dehası olarak tanıyor. Sayım Çınar, "Bobi git eski günleri getir bana" aforizması ile dimağımızda yer eden Metin Üstündağ ile ılık bir İstanbul akşamı yeni dergisi Yumuşah g'yi ve Türkiye'nin 'halet-i ruhuyesi'ni konuştu.

"Hayvan", "Öküz" tarzında yeni bir dergi daha "Yumuşak g". Nasıl söyleyeceğiz?

Özellikle yumuşah diye söyleniyor. K biraz sert geliyordu, onu da yumuşatayım dedim.

Çok güzel olmuş. Yine önemli isimleri bir araya getirmişsin. Tekrar dergi yapma fikri nereden aklına geldi?

Sen çok yakından biliyorsun zaten, beraber de çalıştık. 1995 yılından beri "Öküz", "Hayvan" tipi dergiler çıkardım ve yaptım. Bu tip dergiler bu sene tıkanacak. Çünkü özellikle bu sene benzer dergiler çok fazla çıktı. Bir de benim yaptığım bu tür, biraz daha rahat okunur tarzdaki dergiler ezberlendi sanki...

RAHAT BİR DERGİ OLSUN İSTEDİM

Zaten bu tip bir dergi gördüğüm zaman aklıma hemen sen geliyorsun. Copy paste gibi geliyor bir yandan da...

Aynen. Rahat bir dergi olsun istedim. Kültür ve sanat keyifli bir alan. Her kesimden insan bu formatı alıp, aynısını yapabiliriz diye düşünüyor. Ben de sıkıldım bundan, başka bir şey deneyeyim dedim. Aslında kapağı böyle yapmayabilirdim, çok resmi girdim. Yumuşah g, dışardan baktığın zaman marjinal kültür sanat dergisi gibi, içine girdiğin zaman sıcak ve yumuşak. Yanlış kapak yaptığımı düşünüyorum ama özellikle bu kapağı seçtim. Çünkü "Ot"un tekrarını yapmış gibi anlaşılsın istemedim.

Hiçbir şey hiçbir şeyin tekrarı olmuyor, sistem değişiyor, insanlar değişiyor. Sadece eksiklik duyduğun bir şeyi yapıyorsun değil mi?

Benim prensibim şu: Hem benim eğlenerek okuyacağım hem de arkadaşlarımın okuyacağı bir dergi yapmak. Yazmak cehennemdir diye bir kafa vardır ya, ben öyle düşünmüyorum, çok eğleniyorum yazarken, arkadaşlarım da eğleniyor. Kültürün bu eğlenceli tarafını seviyorum.

DAHA EĞLENCELİ RÖPORTAJLAR YAPMAK İSTİYORUM

Sezen Aksu herhalde bu söyleyişi bir tek bu dergiye verebilirdi. O da herkes gibi huzur arıyor. Özel sorular sormuşsun, çok doğal bir söyleşi olmuş. Kısa ve acısız. Bu çok önemli, boğmuyorsunuz.

Her şey çok sert ve her şey yanlış anlaşılmaya çok müsait. Herkes herkese saldırıyor. Çok gergin bir ortam var. Sezen Aksu, burada söylediklerini düz bir röportajda söyleseydi olay çıkardı, parçalarlardı ama böyle anket formunda olunca hiç acıtmadı. Yine saldıranlar oldu tabii... Biraz böyle formatlar üzerinden gitmek istiyorum. Senin de çok iyi yaptığın klasik tarz röportajlar değil de daha eğlenceli röportajlar... Çünkü insanlar artık uzun yazı okumuyor. Biraz oyun, biraz eğlence haline getirmek gerekiyor. Twitter, Facebook, internet çağındayız, herkes her şeyi biliyor, herkesin yazma ortamı var. Eskisi gibi değil. Dolayısıyla bizim de dergi olarak biraz daha değişik yapmamız, yorulmamız gerekiyor diye düşünüyorum.

MİZAHIN OLUŞMASI İÇİN KARŞIT KARAKTERLERİN OLMASI GEREKİR

Yaptığın mizahla eğlendiren ama aynı zamanda düşündüren ve gerçekle yüzleştiren bir tarzınız var. Oscar Wilde'ın "Samimiyetten fazla hoşlanmam, kısa süre içinde adiliğe dönüşebilir" tezini savunan karikatürler yapıyorsun. Toplumun algısı şu an pig noktada. Ne yaparsan yap yaranamıyorsun. İnsanların rahatlaması gerekmiyor mu bu bombalardan sonra?

Bu durum, bence mizah dergilerinin de şu an içinden çıkamadığı şey. Baskı ve darbe dönemlerinde mizah patlar, dergilerin tirajları yükselir ama burada durum farklı. 1980 öncesinde sokakta herkes ölüyordu, sokak kanlıydı ama bir özgürlük de vardı. Şu anda çok garip bir dönem yaşıyoruz. Hem bir sürü özgürlük imkanı var, en başta internet gibi hem de birden müdahale edilebiliyor. Fikir algısı yok. Şu anda fikirlerden ziyade siyaset ekmeğe bağlanmış durumda. Mesela, televizyondaki tartışmalarda karşılıklı birbirlerini dinlemiyorlar, birbirlerini öldürmeye çalışıyorlar. Mizahın oluşması için karşıt karakterler olması gerekiyor. Hacivat-Karagöz, Kavuklu-Pişekar gibi. Bunların hiçbiri olmadı. Şu anda sadece Hacivat var, sadece Kavuklu var, karşıtı yok, bulamıyoruz. Dolayısıyla mizah olmuyor.

Ayrıca ortam da çok sert. Herkes çok alıngan. Havalar çok nemli, herkes hemen nem kapıyor. Şartlar ve zemin mizaha çok elverişli değil. Her şey istemediğiniz bir tarafa kayabiliyor. Yanlış anlaşılabiliyor. En önemlisi, son olaylardan sonra bırak birlikte gülmeyi, başarılara birlikte sevinemiyoruz bile. Nobel'e bakıyoruz, Kürt almış, öbürü başka bir şey diyor. Türkiye çok bozdu kendini. Bizi bozdular.

ALLAH BİZİ KORUYOR

Bizi bozdular ama bir taraftan da ilahi bir şey bizi kurtarıyor. Bütün o gerilimden sonra Milli Takım'ın Avrupa Şampiyonası'na katılacak olması gibi... O gece Selçuk İnan bütün Türkiye için gol attı galiba değil mi?

Allah bizi koruyor. Sadece Selçuk İnan'ın golü ile bitmiyor ki, başka mucizeler olması lazım. Bir takımın kaybetmesi, öbür takımın bir başka bir takımı yenmesi falan, filan gerekiyor. Çok acayip, 6-7 level'li bir olay. Şans ötesi, mucize ötesi bir olay ama dediğim gibi Allah bizi koruyor.

MİZAH DÜNYASINDA DA ARTIK O ESKİ ARKADAŞLIK ORTAMI YOK

Esasında mizahçılar global dünyası olan insanlar. Bir karikatür yaptığınızda dünyanın her yerinde çok aşırı tepkiler de alabiliyorsunuz. Fransa'da Charlie Hebdo dergisine yapılan saldırıda olduğu gibi. Türkiye'de de mizahçılara bir baskı var mı sence?

En büyük baskı otosansür. Fransa'daki olay Türkiye'yi çok etkiledi. çünkü herkes 'olmadı Paris'e gideriz' diye düşünüyordu ya, baktı ki Paris de öyle kaçılacak bir yer değil. O yüzden bir dönem büyük bir karamsarlık oldu. Saldırıda ölen karikatüristler arkadaşlarımızdı. Jorj Volinski'yle beraber hamama gittik, Yenikapı'da meyhaneye gittik. 80 küsur yaşındaydı. Zaten bıraksalar birkaç yıl sonra doğal ölümü olacaktı. Ama o olayda uluslararası derin devlet işi var, bu kadar saçma bir şey olamaz. Fransa'da bu oluyorsa her yerde olur. Biraz 11 Eylül'e, biraz John Kennedy suikastına benziyor, her şeye benziyor. Bir katil var, katil öldürülüyor. Ortada hiçbir şey bırakmıyorlar. Hikaye yani... Ve bunlar Paris'in göbeğinde oluyor. Öyle ise her yerde olabilir. Dolayısıyla bize, kendi adıma söylemiyorum ama 'biraz ayağınızı denk alın' mesajı veriliyor.

Ben saldırının olduğu zaman Penguen dergisindeydim, beraber sabahlayalım ortak bir sayı yapalım dedim. Benim önerimle ancak ortak bir kapak yapabildik. Eğer ortak bir sayı yapabilseydik çok güçlü olacaktık. Yine güçlüyüz, ortak kapak yaptık ama ortak sayı çok acayip olacaktı. Herkes görecekti birlik beraberlik içinde çalışabildiğimizi ve bu Fransa'daki olaya büyük bir destek olacaktı ama yapamadık. Çünkü, hayatın her alanında olduğu gibi artık mizah dünyasında da o eski arkadaşlık ortamı yok. Eskiden aynı evlerde kalırdık, aynı ayakkabıları, aynı giysileri giyerdik, bunlar kalmadı. Şimdi en olmayacak, gözümüz gibi baktığımız mizah dergileri de maalesef biraz ekmeğe döndü.

YUMUŞAH G ÇOK RİSKLİ BİR İSİM AMA HİÇ UMURUMDA DEĞİL

Tekrar Yumuşah g'ye geçelim istersen. İlk iki sayısı çıktı. Gelecek sayılarda mutlaka değişiklikler yapacaksınız ama nasıl tepkiler alıyorsunuz?

Benim hep söylediğim bir şey var, dergi arkadaşlarla çıkarılır, dergi sevgiliye çıkarılır diye... Ben bütün eski arkadaşlarımı aradım, topladım ve dergiyi öyle çıkardım. Daha çok arkadaşım var onu da söyleyeyim, ileriki sayılarda göreceksiniz. Yurtdışında dergiler dışında mizah yapmış çok karikatürcü var. Bir de unutamadığımız tatlar var, keyifler var, çizgisini, mizahını sevdiğimiz arkadaşlar var. Bunu bir maket gibi olarak görsün herkes, bu gerçek dergi değil. Birinci yılda falan oturur ama benim iddiama göre altıncı ayında Yumuşah g ile ne yapmak istediğim anlaşılacaktır diye düşünüyorum. Ot'ta olduğu gibi... Ot, şubat ayında çıktı, sloganı 'maksat yeşillik olsun' idi. Aynı yılın haziran ayında bir avuç yeşillik yüzünden memleket birbirine girdi. Yani öngörüsü olan bir dergiydi. Yumuşah g'de de marjinal diyebileceğimiz tipler var, herkes burada. Hayalini kurduğumuz memlekete benzesin istedim Yumuşah g. Adını da riskli olduğu halde özellikle seçtim. Çünkü, bu ülkede mesela Elif Şafak'ın Aşk kitabını, kapağı pembe diye erkekler almamış, sonra kapağın rengini değiştirdiler, gri ya da siyah yaptılar tekrar bastılar erkekler alsın diye...

Yumuşah g de çok riskli bir isim ama hiç umurumda değil o riski aldık.

Türkiye'deki edebiyatçılar ve yazarlar cinsiyetler siyaseti yapmıyor. O açıdan sizin derginizin ironik bir dergi olduğunu anlamışlardır. Sadece gay'ler alsa daha da çok satabilir esasında...

Sadece o da değil. Yumuşah g'nin şöyle bir esprisi de var, 29 harf içinde en yalnız harf. Çünkü hiçbir kelime yumuşak g ile başlamıyor. Zorladıkları bir kelime var, gavur kelimesi. O da çok iğrenç bir kelime zaten. Yumuşak g ile başlayacaksa hiç başlamasın.

İlk sayıda tiraj ne oldu? Kaç kişiye ulaştınız?

Tiraj raporları gelmedi henüz ama benim ölçütüm Ot Dergisi. Orada da çok küçük tirajlarla başladı. Bu dergilerin kendini tanıtma imkanı yok, biraz kulaktan kulağa yükselir. Dolayısıyla bir yılda oturur derken bunu kastediyorum. Ot Dergisi'nde 10-13 binle başladık, 11 bine düştük, sonra 40 bine kadar çıktık. Yumuşah g'nin de zaman içerisinde öyle bir tiraj alacağını düşünüyorum. Dayanabilirse tabii... Çünkü tek başıma çıkarıyorum. İlan özellikle almıyorum. Neden dersen, ilanın en iyisi bile bir süre sonra baskı sebebi olabiliyor.

ÖNÜMÜZDEKİ SAYILARDA DEĞİŞİK RÖPORTAJ TEKNİKLERİ OLACAK

Yeniliklerden bahsettik. Bu dergiye önümüzdeki sayılarda ne gibi yenilikler katacaksın?

Çizgi, çizgi, bir sürü çizgi olacak, genç kalemler olacak. Yumuşah g, format dergisi. Değişik röportaj teknikleri olacak. Ayrıca çok denenmiş bir şey değil ülkemizde, yurtdışında var mı bilmiyorum ama repertuar dergisi diye bir şey uydurdum. Her sayısı ya da her sayfası geleceğe kalacak şekilde repertuar dergisi olacak. Güncel değil de genel güncel olacak. Mesela, bu dergilerde hep arka sayfaya bir fotoğraf konulur ve bir laf olur. O da benim bulduğum bir şey.

Laforizma...

Evet. Yumuşah g'nin her sayfası böyle olacak.

YENİ AFORİZMALAR YAZMAYA BAŞLIYORUM

Sizin aforizmalarınız da çok meşhur. Metin Üstündağ'ı search yaptığım zaman Nietzsche'nin aforizmasını görüyorsam seninkileri de görüyorum. Yeni aforizmalar var mı?

Var. İkinci sayıyla birlikte tekrar başlayacağın onları yazmaya...

Genel olarak bir mizahçının forizmaları daha ilginç okunabiliyor. Felsefecinin de öyle...

Çünkü olayı çok net bir hale getiriyorsunuz, netleştiriyorsunuz. Bakış açınız değişik oluyor. Gezi Olayları'nda patlayan vardı bir tane, "Sinirlenince çok güzel oluyorsun Türkiye" diye... Mesela, 10 yıl önce "faşizme karşı bacak omuza" yazmıştım, o dönem bu aforizmaya kadınlar tepki göstermişlerdi fakat Gezi Olayları sırasında hep bir ağızdan söylediler. Taş yerinde ağırdır sözünü laf yerinde ağırdır diye çevirme gibi biraz.

Ben aforizma severim, geliştirici bir şey. Mesela, Nietzsche'nin bir aforizmasını okuyup, beş sayfa yazabilirsin...

Kesinlikle öyle. Bir de bunları ben ta 1985 yılından itibaren hep böyle yazıyorum. Yani Twitter'den ve bir sürü şeyden önce kağıt üzerine başladım yazmaya. Dediğin gibi beni öyle tanıyorlar, küçük kısa laflarla...

ÜÇ YILDAN UZUN SÜRE BİR DERGİDE ÇALIŞAMIYORUM

Daniel Golaman'ın Duygusal Zeka (IQ) diye bir kitabı var. Yaşamı düşünenler komik, hissedenler trajik yaşar diyor. Bu da bir aforizma. Bu iki dengeyi kuran insanlar mutlu mu oluyor?

Aslında bu biraz bardağın yarısı dolu, yarısı boş durumu. Ben de diyorum ki, en azından bir bardağımız var, istersek doldurabiliriz. Her şeyi yapabiliriz. Bir sürü bardağı olmayan var. Bu bir düşünme biçimi, dünyaya bakış açısı, her şeyi kapsayan bir şey.

Hep bağımsız olmayı başarabilmiş, kendi istediğini yapan bir yazarsın. Bu durum birçok sarsıcı şeye yol açıyor mu, yoksa küllerinizden sürekli yeniden doğuyor musun?

Şöyle söyleyeyim, üç yıldan uzun süre bir dergide çalışmıyorum, hemen sıkılıyorum. Benim için çok yönlü sanatçı diyorlar ya, bu da biraz kendini tekrar etmemek için öyle. Çünkü okura sevgili gibi bakıyorum ve özeniyorum ona karşı. Kendimi tekrar ettiğim zaman hemen yaptığım şeyi bırakıyorum. Mesela, çizgi çiziyorum, çizgiyi bırakıyorum yazı yazmaya başlıyorum. Yazıyı bırakıyorum, şiir yazıyorum, şiiri bırakıyorum resim yapıyorum. Fırsatım olsa bale bile yaparım.


ESPİRİYİ VURGULARKEN ARABESK MÜZİK DİNLİYORUM

Karikatür yaparken daha sakin müzikler dinliyorsundur mutlaka. Seni etkileyen ünlü klasik müzisyen hangisi? Bahc mı dinliyorsun, Mozart mı?

Düşünürken ve yazı yazarken klasik müzik dinliyorum ama karikatür çizerken mutlaka damardan müzikler dinliyorum. Ahmet Kaya, Orhan Gencebay gibi. Arabesk, daha da arabesk Müslüm Gürses. Bu müzikler benim nerede yaşadığımı hatırlatıyor, ayaklarımı yere bastırıyor. Klasik müzikte uçuyorsun. Espriyi vurgularken mutlaka en sert yerli damar müzikleri dinliyorum. Çünkü ilişkiler üzerine çiziyorum ve o şarkıların çoğu da ilişkiler ve memleket üzerine. Espriyi bulduktan sonra, yani kurşun kalemi attıktan sonra çinilerken artık klasik müziğe geçiyorum.

AŞK KONUSUNUN BİTECEĞİNİ SANMIYORUM

Genel olarak aşk konusunda hiç ahkam kesmezsin. Ahkam kesenler ise çok fazla. Bunlara ne diyorsun?

Bir şeyi çözünce zaten bitirirsin ve çizemezsin. Bir de aşkın tanımı her iki kişiyle birlikte yeniden başlıyor, genel bir tanımı yok. Genel bir tanımı yok. Leyla ile Mecnun diyorsun ama birbirini seven her iki kişiyle birlikte bu tanım o kadar değişiyor ki. Güzelliği de orada zaten. O yüzden bu konunun biteceğini sanmıyorum.

KARAMSARLIĞIM ÜÇ SANİYE SÜRÜYOR

Yıllardır hep performans işleri yapıyorsun. Sonuçta güncel olmak, ayakta kalmak zorundasın. Seni ayakta neler tutuyor?

Bu işi iş olarak hiç düşünmedim. 15 yaşımdan beri hep şöyle düşündüm; sevdiğim işi yapıyorum ve üste para veriyorlar. Ve beni seviyorlar. Bu işin bir de şöyle bir tarafı var, yolda biriyle karşılaşıyorum, diyor ki sizin şu karikatürünüzle veya şu lafınızla şöyle bir şey oldu hayatımda. Hiç tanımadığınız insanların hayatlarına bir karikatürle, bir sözle dokunabiliyorsunuz ve onlar size büyük şükran duyuyorlar. Bu bana da oluyor. En karamsar olduğum anda bile Turgut Uyar'ın "Bütün mümkünlerin kıyısındayız" dizesi bana çok güzel telkin oluyor. Bu da benim yapabildiğim bir şey, niye yapmayayım diye düşünüyorum. Benim karamsarlığım üç saniye sürüyor.