Kadri Gürsel'den çarpıcı iddia: Doğan Grubu’nun imhası
Aydın Doğan'ın sahipliğini üstlendiği Doğan Medya Grubu bünyesindeki yayın organlarının tamamının satılması üzerine bugünkü köşesinde bir yazı yazan Kadri Gürsel çok çarpıcı bir iddia ortaya attı.
Cumhuriyet gazetesi yazarı Kadri Gürsel Doğan
Medya Grubu'nun Demirören'e satışıyla ilgili okurlarına 28 Şubat’la
ilgili hükümetin Doğan Medya Grubu ile ilgili sözlerini
hatırlattı.
Kadri Gürsel, "iktidarın kalemleri, tetikçi ve
sözcüleri" dediği bazı gazetecilerin Doğan Grubu’nu “28
Şubat’ın sivil ayağı” olarak kodlayıp gözdağı verdiklerini
belirtti.
"Milliyet’i iktidar menfaatının hizmetinde etkili bir
vasıta olarak kullanmayı bile beceremeyip, sonunda anlamsız ve
kimliksiz bir mevkuteye çevirenlere koskoca Doğan Grubu’nu teslim
etmek, “Al bunu da rezil et” demekten başka ne anlam
taşıyabilir?" diyen Kadri Gürsel Yaysat'la ilgili
endişelerini de dile getirdi.
Kadri Gürsel "Ve Yaysat da
Doğan Grubu ile birlikte iktidarın eline geçti. Bağımsızlığını
korumayı halen sürdüren birkaç gazete bundan böyle dağıtılabilecek
mi? Bağımsız
medyayı desteklemek bir yurtseverlik görevidir." ifadesini
kullandı.
İŞTE KADRİ
GÜRSEL'İN O YAZISI
İktidarın kalemleri, tetikçi ve
sözcüleri, “Sıranın 28 Şubat’ın
sivil ayağına da mutlaka
geleceğini, yargılanmaktan kurtulamayacaklarını” kendilerinden
ne zaman istense yazıp söyler, tehdit mesajlarını temcit pilavı
gibi ısıtıp servis ederlerdi. Yıllardır yolladıkları bu mesajlar
muhtemelen yerine ulaşmaktaydı, çünkü tehdidin yanında muhatabının
tarifi de iliştirilmiş olurdu. Doğan Grubu’nu “28 Şubat’ın
sivil ayağı” olarak kodlayıp gözdağı verirlerdi. Grubu bu
kodlamayla baskı altına alarak hangi konuda ne gibi bir taviz ya da
kapitülasyona zorladıkları, konjonktüre göre değişen bir husus
olmalıydı...
İktidarın tetikçileri ve kalemleri, 28 Şubat’ın
geride kalan yıldönümünün bir hafta öncesinden başlayarak,
“sivil ayağın cezalandırılması” mevzuuna hep
birlikte,dikkat çekici biçimde abandılar. Üst üste yazdılar; son
yıllardaki en arzulu kampanyaydı. Bu hırsın özel bir nedeni
olmalıydı.
Önceki gün Doğan Grubu’nun iktidar yanlısı
Demirören’e düşük bir fiyata külliyen satıldığını öğrenince, bu son
tehdit furyası geldi aklıma. Hapis baskısının, Doğan Grubu’nu
değerinin azına ve hemen teslim olmaya zorlamak için bir
“pazarlık unsuru” olarak kullanılmadığını kim iddia
edebilir?
Doğan Grubu’na Demirören vasıtasıyla el koymak
iktidarın öncelikli meselesi halinegelmiş olmalıydı. Ülkeyi seçim
sath-ı mailine sokmuşlardı ve bu kez yeni bir 7 Haziran felaketi
yaşamamak için ne lazımsa yapmaya kararlıydılar.
Doğan Grubu’nun, iktidarın gazabını üzerine
daha fazla çekmemek ve hayatta kalmak için müsait elemanlarını
kullanarak sürdürdüğü her türlü işbirliğinin, sarayı insafa
getirmekte kifayetsiz kalması da ilginç. Halbuki seçimlere
giderken, bağımsız ama işbirliğine razı bir ana akım medya grubunun
iktidara katkısı daha fazla olurdu.
Milliyet’i iktidar menfaatının hizmetinde
etkili bir vasıta olarak kullanmayı bile beceremeyip, sonunda
anlamsız ve kimliksiz bir mevkuteye çevirenlere koskoca Doğan
Grubu’nu teslim etmek, “Al bunu da rezil et” demekten
başka ne anlam taşıyabilir?
Belki de amaçlanan budur.
Kazara sanılabileceği gibi burada söz konusu
olan, kazananın her şeyi aldığı bir “sıfır toplamlı oyun”
değil... Doğan Grubu’nun yok edilmesi, düşman varsayılanı yaralı
bırakmama takıntısının sonucu hiç değil. Bahse konu hamlenin
ardında aklı perdeleyen bir kaybetme korkusu var. MHP’yle ittifak,
seçim hile ve yolsuzluklarını kolaylaştıran yasa değişiklikleri,
internetin RTÜK denetimine alınması, yargıdaki son atamalar...
Bunlar korku tedbirleridir. İktidarı nüanslı ve soğukkanlı olmaktan
alıkoyan bir haletiruhiyenin eseri.
Çaresiz Doğan Grubu iktidar karşısında zaten
secdeye kapanmıştı. İktidar, “Tökezlediğim anda bunlar aslına
rücu eder” diye mi düşünüyordu?
Öyleyse, iktidar tökezlemekten
korkuyordu.
Demirören, kullandığı siyasi vekâletname
vasıtasıyla Doğan Grubu’nun tamamını satın alıp, temsilcisi olduğu
iktidarı “Türkiye’nin tek büyük medya patronu” olarak
tescilleyince ne oldu?
Neticede, iktidarın gıpta ile
baktığı Putin modelinde de olduğu gibi
Türkiye’de tüm medya endüstrisi tek elde toplandı.
Sürekli zarar eden Kremlin medyası Rusya’nın
petrol ve doğalgaz rantıyla sübvanse ediliyor... Peki, Türkiye’nin
petrol ve gazı olmadığına göre, zarardaki iktidar medyasının Doğan
Grubu’na el konulmasıyla devasa boyutlara ulaşacak olan sahte
ekonomisi hangi kaynaktan sübvanse edilecek?
Tabii ki kamu kaynaklarının transferi yoluyla.
Ama bu sübvansiyon modeli ekonominin mevcut şartlarında
sürdürülebilir mi?
Konuya kısa vadeli bakan karar vericinin bu
meseleleri kendisine dert ettiğini sanmıyorum.
Doğan Grubu’nun 21 Mart 2018’de iktidarın
dolaylı ve arızi değil, doğrudan kontrolü altına girmesiyle
Türkiye’de ana akım medyanın imhası
tamamlanmıştır.
Ana akım medyayı tanımlayan başlıca nitelikler
arasında, çeşitlilik arz eden geniş kitlelere seslenebilme
özelliği, çokseslilik, bağımsızlık, kalite, nesnellik ve
profesyonellik vardır.
Doğan Grubu’nda bu niteliklerden arta kalan ne
varsa, yılların emeğiyle oluşmuş diğer kurumsal değerlerle birlikte
yeni sahipler eliyle heder edilecektir.
Sadece gazete ve televizyonlar değil, mesela
Türkiye’nin tek bağımsız ve yaygın yurtiçi haber teşkilatı olan
Doğan Haber Ajansı... Artık iktidar medyasının bir
parçası.
Ve Yaysat da Doğan Grubu ile birlikte iktidarın
eline geçti. Bağımsızlığını korumayı halen sürdüren birkaç gazete
bundan böyle dağıtılabilecek mi?
Bağımsız medyayı desteklemek bir yurtseverlik
görevidir.