İsmail Kılıçarslan

Yeni Şafak


Evet…

Bir daha söyleyelim, yazalım:

Vicdan + Ahlâk + Fazilet gazetecilik mesleğinin en yüce değerleridir…

Çünkü…

Bu üç değer bize kişileri ve olayları kin, nefret ve hatta merhametimizle değil, aklımızla ve vicdanımızla değerlendirme erdemine götürür…

İsmail Kılıçarslan Yeni Şafak’ta “Korkuyorum” başlığı altında yayımlanan makalesinde; kin, nefret ve hatta merhametinden arınmış; aklı ve vicdanıyla yazıyor…

Başkaları gibi “daha çok kan, daha çok kelle” çığlıkları atmıyor…

Daha çok hukuk…

Daha çok adalet…

Daha çok hassasiyet istiyor…

Kılıçarslan’ın yazısını lütfen okur musunuz…

Biz bugün kendini “Günün Köşe Yazarı” seçtik…



Korkuyorum

İsmail Kılıçarslan

10.09.2016


Korkuyor muyum? Evet. Korkmalı mıyım? Elbette. Zira korku, insanın hayatta kalmasını sağlayan en önemli etkenlerden biridir. Seneler önce bir hikâyemde 'çünkü her askere yenilmek öğretilmiştir' cümlesini tam da bu yüzden yazmıştım.


Mesela 15 Temmuz gecesi köprünün üzerindeyken korkuyor muydum? Elbette. Hem de birkaç bakımdan. Birinci korkum karşımızdaki asker görünümlü teröristlerin bizi oracıkta öldürmeleriydi. Hadi şimdi siz 'biz bundan hiç korkmadık ki' falan deyin. Böyle söylemenin tıbben bir mahzuru yok. İkinci korkum, asker kılıklı teröristlerin başarılı bir darbe yapmalarıydı. Üçüncü korkum ise memleketin, adına Türkiye dediğimiz o büyük şarkının o gece esir alınması korkusuydu. İki ve üç numaralı korkularım bir numaralı korkuma üstün geldiği için o gece orada canımdan vazgeçecek cesareti toplayabildim kendimde. Etrafımdaki insanların da tamamının motivasyonu buydu şüphesiz.


Şimdi bir başka korkum var. 15 Temmuz gecesi bu memlekete, adına Türkiye dediğimiz bu büyük şarkıya ihanet eden hainlere karşı adaletli davranılmaması korkusu.


Bu korkunun iki tarafı var. Birincisi, bu büyük ihanet şebekesinin içerisinde olan bir tek hainin bile, bir tekinin bile gözden kaçırılması korkusu. Bu ihanet şebekesinin içinde yer alan, bu ihanet şebekesine maddi-manevi destek veren her kim varsa onların tek tek yargılanıp cezalarını bulmaları gerekiyor. Yani adaletin bu yanıyla tecelli etmesi şart… Bir hain, kara gecede kara taşın arkasına saklanmış dahi olsa bulunmalı ve cezası verilmeli. Hiç duraksamadan, merhamet duygumuzu araya hiç karıştırmadan, adalet kesin ve keskin olarak neyi gerekli görüyorsa öylece hem de.


Bu noktada elimizde hem şahane veriler hem de hepimizi umutsuzluğa sevk eden çeşitli bilgiler var. Şahane verilerden başlayalım. Bu ihanet çetesi hakkında o denli kararlı bir mücadele yürütülüyor ki, misalen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın damadı Ömer Faruk Kavurmacı dahi 'tutuklu yargılanmak' üzere derdest edilebiliyor. Bu iyi, bu güzel… Kavurmacı'nın suçlu olup olmadığına elbette yargı karar verecek, ancak devletin bu ihanet çetesiyle mücadele etmedeki azmini göstermesi bakımından bu örnek son derece önemli.


Başka verilerle devam edelim. Çeşitli bakanlıkların FETÖ terör örgütü ile mücadele etme biçimleri alkışlanacak düzeyde. Bu konudaki kararlılıkları takdir edilesi… Devletin bazı kurumları için de bu durum geçerli.


Gelelim şu can sıkıcı bilgilere. Kulislerde konuşulan şu: Bazı devlet kurumlarında, bazı yerel yönetimlerde, hatta bazı bakanlıklarda bazı FETÖ'cüler korunup kollanıyorlar. Aslında tutuklanması gereken bazı isimler hala görevlerinin başında.


İşte bu kabul edilemez. Sebebi ne olursa olsun herhangi bir FETÖ'cüyü koruyan, kollayan, hele hele 'görevine devam etmesini sağlayan' herhangi bir devlet görevlisinin tespiti halinde ona da FETÖ'cü muamelesi yapılmalıdır ki adalet tecelli edebilsin.


Bir başka can sıkıcı veri ise şu: Bazı bürokratlar, önemli FETÖ'cüleri korumak adına çok sayıda insanı FETÖ'cü adı altında kurumlardan ihraç ederek bir çeşit numara çekmenin derdindeler. Şurası kesin. Bir kurumdan 100 memur FETÖ'cü adı altında atılıyor ve o kurumdan hiçbir daire başkanı, hiçbir şube müdürü, hiçbir müdür, hiçbir genel müdür uzaklaştırılmıyorsa biliniz ki orada büyük bir sorun vardır.


Tabii, çok yakında başlamasını hasretle beklediğim 'siyasette FETÖ temizliği' geciktikçe bu türden garipliklere daha çok şahit olacağız maalesef.


Gelelim bir başka korkuma. FETÖ temizliği başladı başlayalı şahsen tanıdığımız, bildiğimiz, hatta 17/25 sonrası FETÖ ile mücadelelerine şahit olduğumuz bazı isimlerle, FETÖ ile ilgisi olmayan 'bazı muhalifler' FETÖ'cü suçlamasıyla gadre uğruyorlar.


Yakından takip ettiğim bir örnek vereyim. Bir üniversitede öğretim üyesi olan bir tanıdığımız tamamı FETÖ'cü bir komisyon tarafından üniversiteden uzaklaştırılmaya çalışıldı. Birçok uyarıyı dikkate alan YÖK, ilgili komisyonu son anda değiştirmeseydi 'yandı gülüm keten helva' diyecektik.


Bu örnekler adalet duygumuzu derinden yaralayacak meselelerdir ve hızla bu yönde oluşan bütün mağduriyetlerin giderilmesi için gereken tedbirler alınmalıdır. Hem Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın hem de Başbakanımız Binali Yıldırım'ın bu mağduriyetler hakkında yaptığı açıklamalar son derece sevindiricidir. Adalet dağıtılırken bir yandan da adaletsizlik üretmek hiçbirimizin taşımak isteyeceği bir yük değildir zira.


Burada çok önemli bir çağrıda da bulunmak isterim. Başta 28 Şubat döneminde yargılanıp ceza alan mahkumlar olmak üzere FETÖ'nün hukuk çetesi tarafından yargılanan her bir mağdura da 'yeniden yargılanma' yolu hızla açılmalıdır.


Ne diyordu Keller: 'Şimdi dayımın oğlu. Bu son dediğin çok mühim… 28 Şubat ve sonrasında FETÖ'nün oyunlarıyla hapse düşen 300'ü aşkın tutsak var mahpuslarda. İnşallah adalet onlar için de tez vakitte tecelli eder.'