Hıncal Uluç Hürriyet'in Magazin Konseyi'ni uyardı
Hıncal Uluç, manken Çağla Şıkel'i eleştiren Hürriyet yazarlarına bazı tavsiyelerde bulundu.
Sabah yazarı Hıncal Uluç "Ben New York'ta yaşayamam" dediği için
Hürriyet'in magazin konseyinde yerden yere vurulan Çağla Şıkel'e
sahip çıktı.
Hıncal Uluç, Türkiye'de doğmuş büyümüş birinin New York'a uyum
sağlayamamasının normal olduğunu belirtirken Cengiz Semercioğlu ve
Onur Baştürk'e bazı tavsiyelerde bulundu.
İşte Hıncal Uluç'un yazısından bir bölüm:
Amerika’da neden yaşamam
mümkün değildi?.
Dün, 1984'te Amerikan Elçiliği'nden vize isteme öykümü anlatırken "Ben sırf Amerika'da yaşamamak için eşimi boşamış adamım" demiş ve sebebini bir cümle ile geçiştirmiştim.. "Hele orayı gezip, tanıdıktan sonra.."
Şimdi bu cümleyi açmam gerektiğine inanıyorum. Özellikle de,
hastanedeyken bakamadığım birikmiş gazeteleri karıştırırken,
Hürriyet Kelebek ekinde okuduklarımdan sonra..
Onların bir Magazin Konseyleri var. Haftanın olaylarını
yorumluyorlar.
Çağla Şikel bir defile için New York'a gitmiş. Dönüşte "Amerika'da
insanlar çok katı. Asla New York'ta yapamam. O soğuk insanların
arasında yaşayamam" demiş. Bunu tartışıyorlar.
Cengiz Semercioğlu kardeşimle, Onur Baştürk saydırmış Çağla'ya..
Cengiz "Çağla gibi dağları ben yarattım diyen bir ünlünün kendini
New York'ta kötü hissetmesi doğal" diye giydirmiş. Onur "Buradaki
ilgiyi orada göremeyince bütün New York'a saydırmış" demiş..
..Ve bana sorarsanız, ikisi de fena halde yanılıyor.. Çünkü Çağla
yerden göre haklı..
Bizim gelenek, göreneklerimiz içinde doğmuş ve büyümüş birinin New
Yorklular arasında mutlu olması çok zor.. Çünkü orada, insanlar
bambaşka bir alemde yaşıyorlar..
Çağla haklı.. Yolun kenarında boydan boya yatan adama kimse dönüp
bakmaz, New York kaldırımlarında.. İsterse inliyor olsun.. Yürür
giderler..
New York'taki ilk günümüzde, Holly ile Metropolitan Müzesi'ne
gideceğiz. Ben en çok Türkiye'den çalınıp götürülen eserleri merak
ediyorum. Durağa geldik, otobüs bekliyoruz. Nasıl da yağmur
yağıyor.. Kendimizi içeri attık.. Girişler ön kapıdan. Şoförün
yanında bir şeffaf kumbara var. Parayı oraya atacaksınız. Üzerinde
"Bozuk atın" yazıyor. Adam başı elli cent. İki kişi bir dolar
eder.. Elimde tuttuğum bir doları kutuya uzattım.. Şoför yazıyı
gösterdi. "Biz iki kişiyiz" dedim. "Fark etmez" dedi. "Gene de
bozuk atacaksınız.."
Otobüs duruyor. Millet bize bakıyor.. Bir kişi de "Verin ben
bozayım" demiyor.. "İnin. Bekletmeyin" dedi, şoför.. İndik.. Etrafa
bakıyorum. Açık tek yer yok ki, girip kâğıt bir doları, dört 25
yaptırayım. Bir otobüs daha geldi.. Girmeden parayı gösterdim
şoföre.. "Olmaz" gibilerden kafayı salladı.. O da gitti. Sabahın
erken saati, durak dolup dolup boşalıyor. Kimsenin umurunda değil.
Şoförler almıyor. İnsanlar binip gidiyorlar.. Nihayet uzun siyah
pelerinli bir adam "Ben bozayım paranızı" dedi.. Cüzdanını çıkarmak
için pelerininin önünü açtı. O zaman gördüm. Rahip!.
O gece otelde New York Times'ı okuyorum.. Bir okur mektubunun
başlığı dikkatimi çekti..
"New York'un iyi insanları o gece nerdeydiniz!."
Adamı gecenin bir yarısı bıçaklamışlar, cüzdanını alıp kaçmışlar..
Adam oraya yığılmış.. Sabaha kadar inlemiş, "İmdat.. Yardım" diye
bağırmış.. Bazı pencereler açılmış. Adama bakmışlar, sonra
camlarını kapamışlar.. "Ben orda ölümle pençeleşirken, inip yanıma
gelmediniz hadi, bir telefon etmek de içinizden geçmedi mi?. Onu
niye esirgediniz?. Sabah olunca beni buldu polisler. Cankurtaran
çağırdı. Çok kan kaybettiğim için ölüm sınırındaydım. Tam altı ay
hastanede kaldım. Kıl payı hayatta kaldım ama sizi hiç unutmadım,
New York'un iyi insanları!.."
Holly'nin bir arkadaşı var, New York'a komşu, otobüsle 45 dakika..
Bizi ille de davet etti. İki gün onlarda kalacağız.. Upper Mont
Claire diye bir yerde evi var.. Yukarı Mont Claire anlamına adı..
Bizim "Yukarı Ayrancı" gibi..
Bütün gün gene New York'u dolaştıktan sonra, gece New York Otobüs
terminaline geldik. "Upper Mont Claire" diye iki bilet aldık.
Durakta bekliyoruz.. Gelmiyor bir türlü.. Gece yarısı da gidilmez.
Kıza ayıp olacak.. Sabırsızlanıyoruz. Birden "Mont Claire" diye bir
otobüs önümüzde durdu. Bizim "Yukarı Mont Claire" de onun bir
mahallesi olmalı.. Bindik.. Gidiyoruz. Her durakta şoför anons
ediyor, hoparlörle.. Bizimki yok.. Git Allah git.. Merak ettim. Öne
gittim. Şoföre "Upper Mont Claire" dedim.. "Hayatta duymadım" dedi.
New York otobüs şoförü.. Mont Claire otobüsünde. Yukarı Mont
Claire'i hayatında duymamış.. Olacak şey mi?.
Bana "Biletinize bakayım" dedi. Gösterdim.. "Biletinizin sınırı
gelecek durakta bitiyor. Orda ineceksiniz" dedi. "Aman" demeye
kalmadı.. Bir izbe sokak lambası yanıyor, hepsi o.. Etrafta bir tek
bina var.. O loş ışıkta eski bir kilise gibi.. Hepsi o.. Bizi zorla
indirdi.. İn yok.. Cin yok yerde kala kaldık.. Dolaşıyoruz
karanlıkta.. Bir mucize.. Telefon kulübesi.. Girdik, Holly'nin
arkadaşını aradık.. "Ben gelir sizi alırım" dedi.
"Nerdesiniz?."
Durak levhası bile yok ki, nerde olduğumuzu bilelim.. "Etrafı tarif
edin" dedi, kız.. O kiliseye benzeyen binayı anlatmaya çalıştım..
"Ben bulurum" dedi. Bir saat sonra geldi. Polise gidip, bizim
tarifi vermiş ve yerimizi öğrenmiş..
***
Sevgili Cengiz ve Onur!.
Size New York'la ilgili bu tür anılarımı günlerce
anlatabilirim..
Hayır suçlama falan değil..
Onların yaşam tarzı o..
Biletsiz bindiğiniz otobüste size arkadan on bilet uzatılan bir
ülkeye alışıp, bir dolarınızı bozma zahmetine bile katlanmayan
insanların ülkesine uyum sağlamanız mümkün değil..
"Ben New York'ta da, Amerika'da da yaşayamam" kararını verdiğim
zaman, ünlü, münlü değil, işsizdim. Cumhuriyet'e haftada iki yazı
yazıyordum, tanesi 25 liradan. Holly de Amerikan Okulunda
sekreterlik yapıp üç kuruş kazanıyordu. Hepsi o..
Hıncal Uluç'un yazısının tamamı için tıklayın