Günün yazarı Taha Kılınç

“Günün Köşe Yazarı” seçtiğimiz Taha Kılınç’ın bugünkü Yeni Şafak’ta “Donald Trump: Ümitler, gerçekler…” başlığı altında yayımlanan yazısı ölçülerimize fazlasıyla uyuyor…

Tabii ki mizahi özellik taşıyan yazarları da “Günün Köşe Yazarı” seçmeyi çok isteriz…

Ama…

Bizim medyamızda “Mizah” veya “ironi” yaptıklarını zanneden arkadaşların hemen tamamı ya bir kişiyi aşağılıyorlar…

Ya da alay ederek o kişinin var olan itibarını sıfırlamaya çalışıyorlar…

O nedenle daha ziyade “sağlam içerikli, kavgayı düşünmeyen, aklıselim” yazıların sahiplerini tercih ediyoruz…

“Günün Köşe Yazarı” seçtiğimiz Taha Kılınç’ın bugünkü Yeni Şafak’ta “Donald Trump: Ümitler, gerçekler…” başlığı altında yayımlanan yazısı ölçülerimize fazlasıyla uyuyor…

Okuyunca göreceksiniz…

DONALD TRUMP: ÜMİTLER, GERÇEKLER…

Taha KILINÇ

YENİ ŞAFAK

12.11.2016 CUMARTESİ

Modern Amerikan tarihinin en tartışmalı, çekişmeli ve vuruşmalı seçimi, hiçbir siyasi tecrübesi olmayan milyarder işadamı Donald Trump'ı başkanlık koltuğuna taşıdı.

Tecrübesizliği kadar, söylemlerinin keskinliği ve öngörülemez tavrı nedeniyle de bütün dünyada endişelere yol açan Trump, haliyle birçok tahmin, ümit ve beklentinin de odağına yerleşti.

2008'de Barack Obama başkan olduğunda yapılan “Amerikan sistemi kökünden sarsıldı”, “Ortadoğu'ya Müslüman başkan rüzgârı”, “Obama'nın seçilmesi, toplumsal bir dönüşümün işareti”, “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” türünden uçuk yorumlar hâlâ hafızalarda. Bu kadar büyük beklentilerle ABD'nin dümenine geçen Obama'nın sekiz yıllık iktidarından geriye içeride ve dışarıda devasa bir enkazın kaldığı ise herkesin malumu.

Bu açıdan bakıldığında, Trump'tan da mucizevî şeyler beklememek gerekiyor. Renkli ve komik üslubu, espri ve aşağılamalarla süslü konuşma tarzı değişim olarak görülebilir. Ancak bunlardan fazlası için, öncelikle Amerikan devlet aklının köklü bir dönüşüm geçirmesi lazım.

Donald Trump her şeyden önce, kendisini iktidara taşıyan kesimlerin, ABD iç sistemindeki sıkıntılardan şikâyetçi olduğunun farkında. Zaten buna oynayarak ve tepkileri rakiplerinden iyi okuyarak başkan seçildi. Amerikalı seçmenler, Ortadoğu'da ya da dünyanın başka bölgelerinde ne olup bittiğine bakarak veya ülkelerinin buralardaki politikalarınıdeğerlendirerek oy vermediler. Dolayısıyla, Trump'ın önceliği ABD içine vereceğine, dış dünyayla ilişkileri ise devlet kurumları arasındaki rutin işbölümüne bırakacağına kesin gözüyle bakılabilir. Ki, zafer konuşmasındaki şu cümleleriyle bunun işaretlerini şimdiden verdi bile:

“Her bir Amerikalı, kendi potansiyelini fark etme şansını bulacak. Altyapımızı yeniden inşa edeceğiz. Otobanlar, köprüler, tüneller, havaalanları, okullar ve hastaneler yapacağız.”

***

Türkiye'nin Trump ve ekibinden öncelikli iki beklentisi var: Fethullah Gülen'in iadesi ve PYD konusunda daha kesin tavır takınılması.

Amerikan devlet sistemine ve kurumların işleyişine yakından baktığımızda, her iki konunun da bir devlet politikası halinde olduğunu söylemek gerekiyor. Bir Amerikan başkanının kendi isteğine göre Gülen'i sınır dışı edebilmesi ya da Suriye politikasını akşamdan sabaha değiştirmesi imkânsız görünüyor. Hele de bu başkan, Donald Trump gibi herhangi bir siyasi tecrübesi olmayan ve Ortadoğu'yu hiç tanımayan biriyse.

Fethullah Gülen, CIA'nın sabırlı emeklerle meydana getirdiği ve elinde tutmaya devam ettiği belki de son 40 yıldaki- en güçlü kozlardan biri. CIA, Gülen bağlantısıyla sadece Türkiye'de değil, Orta Asya cumhuriyetleri başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde on yıllardır çeşitli operasyonlar düzenliyor, siyasal ve sosyal hazırlıklar yapıyor. Özellikle ABD'nin rakibi ve hasmı konumundaki ülkelerde bulunan Gülen okulları, birer CIA üssüne dönüşmüş durumda. Amerikan istihbarat aygıtlarının, uzun süre yatırım yaparak operasyonel hale getirdiği bu imkândan hemen vazgeçmesi düşünülemez. Dış dünyadaki bağlantı ağları ve uluslararası ilişkilerin seyri açısından düşünüldüğünde, CIA'nın Gülen ve bağlıları üzerinden oluşturduğu dev networkü bir süre daha kullanmaya devam edeceği anlaşılıyor.

Tam bu noktada, Donald Trump'ın başdanışmanlarından Michael Flynn'in, “Türkiye'nin bakış açısıyla Washington, Türkiye' nin Usame bin Ladin'ine sığınak oluyor. 11 Eylül'den sonra Usame bin Ladin'in Türkiye'de güzel bir köyde yaşadığını ve aynı anda da Türk vergi mükelleflerinin vergileriyle fonlanan 160 okulu işlettiğini öğrenseydik ne yapardık?” yorumu dikkat çekiyor. Flynn'in Gülen'le ilgili bu görüşlerinin, Trump koltuğa oturduktan sonra uygulama aşamasına geçip geçmeyeceğini hep birlikte göreceğiz.

(Flynn'in aynı makalede, Gülen'i Hasan el Bennâ ve Seyyid Kutub'la eşleştirdiğini, İhvan'ı da FETÖ tipi bir örgüt olarak değerlendirdiğini de hatırlayalım bu arada. Trump, Ortadoğu ve İslami hareketler algısı bu derece iptidai olan başdanışmanlarla çalışıyor.)

Gülen ve PYD'ye verilen destek konularında değişimler yaşanırsa, bunların Trump'tan değil, Amerikan devlet aklındaki değişimden ve hazırlanan yeni stratejilerden dolayı olduğunu düşünmek daha doğru olacaktır.

***

Arap dünyasının Donald Trump'tan beklentisi ise daha çok İran'la ilgili. Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri, İran'la Batı arasında imzalanan nükleer anlaşmanın yürürlükten kaldırılmasını ve Tahran'ın Ortadoğu'daki yayılmacılığına son verilmesini istiyor. Trump, İran'la anlaşmaya karşı olduğunu hep açıklaya geldiği için, bu konudaki ümitleri de epey canlı.

Suudi Arabistan özelinde ise, Cumhuriyetçilerin yeniden dümene geçmesi endişe ve tedirginlik kaynağı. 11 Eylül davalarında olduğu gibi, Cumhuriyetçi kadroların açık düşmanlığından çekinen Riyad, gelişmeleri şimdilik izlemekle yetiniyor.

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Âdil el Cübeyr, bir Amerikan televizyonuna verdiği röportaj sırasında, kendisine izletilen Trump'ın bir videosuyla ilgili şu yorumu yaptı geçen akşam:

“Kampanya süresince ne söylerse söylesin, koltuğa oturduğunda gerçekleri görecektir.”

Uluslararası toplumun da beklentisini ve ümidini ifade eden bir cümleydi bu. Bakalım Trump, oturacağı koltukta hangi gerçekleri görecek?