Günün köşe yazarı Şükrü Hanioğlu

Atatürk ile ailesine hakaret ve küfür eden, iftira atan sözde revizyonist tarihçileri harika eleştiren Şükrü Hanioğlu günün yazarıdır.

“Revizyonist tarihçilik” olur mu?..

Tabii olur…

Olmalı da…

Çünkü ve ne yazık ki…

Tarihi kazananlar yazdığı, yazdırdığı için…

Olayları da kazananların penceresinden gördükleriyle öğreniyoruz…

*

Kaybedenlerin tarihini bilmek de hakkımız…

Bilir, bilebilirsek o zaman gerçek tarih yorumu yaparız…

Tarihten alacağımız ders de daha gerçekçi olur.

*

Ancak…

Prof. Şükrü Hanioğlu’nun dünkü SABAH’ta yayımlanan yazısında da dikkat çektiği gibi “Hakaret revizyonist tarihçilik değildir”…

*

Atatürk ile ailesine hakaret ve küfür eden, iftira atan sözde revizyonist tarihçileri harika eleştiren Şükrü Hanioğlu günün yazarıdır.

HAKARET REVİZYONİST TARİHÇİLİK DEĞİLDİR…

Toplumumuzdaki yaygın kanaate karşılık, tarih, belge keşfi aracılığıyla yapılan "gerçeklik arkeolojisi" değildir.

Güncel ile geçmiş arasındaki diyalog olan tarih yazımı bilhassa zamanın ruhundan (Zeitgeist) güçlü biçimde etkilenir. Örneğin, Fransız İhtilâli 1889 ve 1989 yıllarında farklı biçimlerde kavramsallaştırılmıştır.

Kendi tarihimizden misâller verecek olursak Tanzimat, 1910 ve 1940 yıllarında birbiriyle çelişen değerlendirmelere tabi tutulmuştur.

Benzer şekilde 1950'lere kadar "kaba bir istibdad" olduğu düşünülen II. Abdülhamid dönemi günümüzde oldukça farklı biçimde tarihselleştirilmektedir.

Bu açıdan bakıldığında tarih yazımının, pek çok disiplinde "revizyonizm" olarak değerlendirilen yaklaşımları, kendi doğası gereği sürekli biçimde ürettiği görülebilir. Söz konusu disiplinlerde temel yaklaşımlarda kapsamlı değişimler uzun aralıklar sonrasında gerçekleşirken "revizyonist tarihçilik" mevcut olmadığı bir zaman diliminden bahsetmek zordur.

Bunun yanı sıra tarih yazımı siyasal eğilimler ve dünya görüşlerinden fazlasıyla etkilenir.

Dindar bir muhafazakâr ile Marksist ve toplumsal gelişmenin bir şablon çerçevesinde gerçekleştiğini düşünen bir birey tarihsel bir gelişmeye, örneğin 31 Mart Olayı'na aynı açıdan yaklaşmazlar.

Demokrasi ve tarih

Tarih yazımı ile bunun gerçekleştirildiği toplumun demokratikleşme derecesi arasında doğrudan bir ilişki bulunur. Totaliter ve otokratik rejimlerde "tarih" liberal demokrasilerde ise "tarihler" vardır. Baskıcı rejimlerde "revizyonist tarih"in aşırı derecede sönük kalmasının nedeni geçmişi farklı değerlendirmelere tabi tutma arzusunun yokluğu değildir. Dolayısıyla alternatif, revizyonist "tarihler"in çokluğu bir toplumun demokratikleşme alanında yol almış olduğunu da ortaya koyar.

Ancak "demokratikleşme" ile tarih yazımı arasındaki ilişkinin iki yönlü olduğu da gözden uzak tutulmamalıdır. Diğer bir ifadeyle, "revizyonist, alternatif" tarihler de "demokratikleşme" ye katkıda bulunurlar. Gene kendi örneğimizden yola çıkacak olursak, neolitik çağdan içinde yaşanan gerçekliğe ulaşan zaman diliminde her konuda "ne olduğunu ortaya koyan" resmî tarihin tartışılamadığı, onun geçmişin "tekil" açıklayıcısı olduğu dönem sonrasında gerçekleşen görece demokratikleşme farklı "tarihler"in şekillenmesini mümkün kılarken, "revizyonist tarihçilik'de çoğulculuğun güçlenmesine yardımcı olmuştur.

Örneğin, Profesör Mete Tunçay'ın tek parti yönetiminin kuruluşunu değerlendiren kitabı türünden çalışmalar bir dönemin gerçekliği hakkında farklı bakış açıları ortaya koymanın ötesinde "çoğulcu toplum"a dönüşüm çabalarına da katkı sağlamışlardır.

Diğer toplumlardan örnek verecek olursak Benny Morris, Avi Shlaim benzeri akademisyenlerin oluşturduğu Yeni Tarihçiler "Siyonist tarih"in klişe ve mitlerini sorgulayarak İsrail toplumuna benzer bir hizmet sunmuştur.

Buna karşılık Türkiye'de "revizyonist tarih" yazımı popüler düzeyde, hakaret, kişilik saldırısı ve özel hayat eleştirisi ötesine giden ve "alternatif" olabilecek bir "tarihçilik" üretememiştir. Son günlerde örnekleri görülen, terbiye ve izan sınırlarını zorlayan türde "hakaret etme" ve özel hayat üzerinden eleştiri yapma ise maalesef "revizyonist tarihçilik" olarak algılanmıştır.

Bunun tarihçilik zannedilmesinin kökleşmiş bir gelenekten kaynaklandığı göz ardı edilmemelidir. Örneğin, son dönem Osmanlı tarihçiliğinin en parlak ismi, modern tarih analiz ve yazımının başla tıcısı olan Ahmed Cevdet Paşa dahi Maruzat'da Keçecizâde Mehmed Fuad Paşa'nın kayınpederinin Nusayri olmasından ya da Mehmed Emin Âlî ve Yusuf Kâmil paşaların cinsel tercihlerinden yola çıkarak fazla da anlamlı olmayan değerlendirmeler yapmıştır. Benzer şekilde İbnül Emin Mahmud Kemal İnal'ın pek çok açıdan inanılmaz zenginlikte bilgiler sunan, geleneksel ve modern tarih yazımlarının en özgün bağdaştırmalarından birisi olan Son Sadrıazâmlar eseri, önemli bölümü kişisel düşmanlıklardan kaynaklanan "dedikodu"lar ile "özel yaşam" bilgilerini tarihî kaynaklar olarak değerlendirmiştir.

NEYE HİZMET EDİYOR?

En yaygın türü Atatürk'e hakaret üzerinden üretilen popüler Erken Cumhuriyet tarihi olan "yazım ve anlatım" son tahlilde "revizyonist" olma niteliği taşımayan bir "biçim" dir. Onun "revizyon" yapma, tarih hakkındaki yerleşik kanaatleri sorgulama ve "çoğulculuğun güçlenmesi" amacına hizmet etmediği ortadadır. Bu, Atatürk etrafında zırhı delinmez bir şahıs kültü oluşturularak onun eleştiril(e)memesi, resmî tarihin basmakalıp klişelerinin sorgulanamaması anlamına gelmez. Buna karşılık Atatürk ve değişik tek parti siyasetlerinin tenkiti onun özel hayatı üzerinden ve hakaret yoluyla yapılamaz.

Söz konusu "yazım ve anlatım biçimi"nin temel sorunu, siyaset, uluslararası ilişkiler, toplumsal değişme kapsam ve karmaşıklığındaki olguların, "aile", "kişilik", "karakter" ve "özel hayat" üzerinden açıklanabileceğini düşünmesidir (bu değerlendirme, İkinci Dünya Savaşı sonrasında gelişen psychobiography çalışmalarının tarih yazımına önemli katkılar yapmadığı şeklinde okunmamalıdır).

Buna karşılık, kendi tarihimizden örnekler verecek olursak Tanzimat karmaşıklığındaki bir gelişmeyi dönem ricâlinin, ulus-devlet ve millet inşa edilmesi kapsamındaki bir süreci Atatürk'ün aile ve özel hayatı üzerinden açıklamak mümkün değildir.

Karşıolgusal bir yaklaşıma savrulmadan sorulacak Fuad Paşa'nın kayınpederi Nakşibendi şeyhi olsaydı Tanzimat farklı bir seyir mi izlerdi? ya da Atatürk'ün annesi dindar değil de Beşir Fuad Bey'in yazılarını takip eden bir pozitivist olsaydı değişik bir millet inşa süreci mi yaşanacaktı? benzeri sorulara olumlu cevap verebilmek mümkün değildir.

Geçmişin değerlendirmesini böylesi sorular etrafında ve "eleştiri malzemesi keşfetme" yöntemiyle yapmaya çalışmak neticesinde fazlasıyla sığ, "gri alanları olmayan" ve "nefret körükleme" dışında işlevi bulunmayan bir "yazım biçimi"şekillenmektedir. Sorun bunun revizyonist tarihçilik olarak kavramsallaştırılmasıdır.

Halbuki "revizyonist tarih yazımı" hakarete indirgenmesi mümkün olmayan, toplumsal hizmet sunan bir faaliyettir.

Söz konusu yazım biçimi ise hizmet sunma yerine, eleştirdiği kişilik ve siyasetlerden ziyade ciddî revizyonist tarihçiliğe zarar vermekte, örselediğini düşündüğü kült ve yıktığı zehabına kapıldığı tabuların zırhlarını tahkim etmektedir.

Her alanda Gresham kanununun işlediği Türkiye'de sığ bir "yazım biçimi"nin ciddî revizyonist tarihçiliği piyasadan kovması şaşırtıcı değildir. Ancak bunun önemli sakıncaları beraberinde getirdiği de unutulmamalıdır.

Geçmişi sığ sorunsallar etrafında sorgulamaya çalışan "yazım biçimi" ciddî revizyonist tarihçiliğe zarar vermekle kalmayarak saldırdığı kült ve tabuları tahkim etmektedir