Geleneksel ses kayıtları sezonu açıldı...

Cemaat medyası "yargıdaki otonom güç" olarak tanımlanan yapının fedailiğini üstlendikten sonra yargı icraatları üzerinden cemaate gelen eleştirilere de "bunları kim uyduruyor allesen" mi diyecek?

GAZETECİLER.COM
Hükümetin ve medyasının gündemi Uludere'den kürtaja evrilirken Gülen Cemaati'ne yakın yayınlarda bambaşka bir gündem var. Hükümetin CMK'nın 250. maddesinde öngördüğü değişiklik üzerinden giderek tırmanan bir kampanya başlatan cemaat medyası "darbeciler dışarı çıkacak, kan gövdeyi götürecek" söylemine sarılmış durumda.

Hükümetin gündemindeki bu değişiklik Balyoz ve Ergenekon gibi davalarda tutuklu yargılanan bazı isimlerin tahliye edilmesi ihtimalini doğuracak. Cemaat medyası işini gücünü bırakıp bu noktaya odaklansa da asıl fırtına başka bir noktada kopuyor. Yeni düzenlemenin özel yetkili savcı ve mahkemelerin yetkilerine dönük bazı kısıtlamalar getireceğini öngören cemaat medyası yasayı tümüyle kendilerine karşı yapılmış bir hamle olarak değerlendiriyor. Bugün ve Zaman'ın manşetleri, köşe yazıları, internet siteleri, Kanaltürk, Bugün TV, STV bütünüyle CMK 250'ye odaklanmış durumda.

Cumhuriyet gazetesinin "Tehlikenin farkında mısınız?" kampanyasını anımsatan bu yayınların tek sorunu içeriği değil. Kampanyanın lokomotif gücü ne köşe yazıları, ne VTR'ler ne de manşetler... CMK 250 kampanyasının en güçlü dayanağı askerlere ait ses kayıtlarından oluşuyor. Bir anda patlama yapan ses kayıtları ardı ardına sızdırılırken çoğunun cezaevinde yapılmış konuşmalardan ibaret olması da ayrı bir garabet. İntikam çığlıkları atan bu askerlerin akıllara ziyan sözleri STV bültenlerinde ardı ardına dönüyor. Köşe yazıları sürekli bu kayıtlardan alıntılar yapıyor. Kime mikrofon uzatılsa bu kayıtlar soruluyor, cemaate yakın gazeteciler çıktıkları her programda kayıtlara ve CMK'daki değişikliğe dikkat çekiyor. Bunları yaparken kullandıkları temel silah ise korku. Bütün gücünü virütik bir korku duygusunun toplumu sarması için harcıyor.

Tutuklu yargılanan bazı rütbeli askerlerin hapiste yaptıkları bu konuşmalar histerik ve hezeyanlarla kıvranan bir ruh halini özetliyor. Yani tam da arzu edildiği gibi. Dinleyenlere "Bu adamlar çıkarsa memleket yangın yerine döner" dedirtecek cinsten... Kasetlerin nasıl bir ayrıma tabi tutularak seçicildiğini anlamak zor değil tabii. Eldeki repertuardan ince bir seçim yapılmış ve içinde intikam olan ne kadar kayıt varsa servis edilmiş.

Cemaate yakın medyanın sorunu da burada başlıyor. Bu kayıtları yapanların, uygun bir anda kullanmak üzere elde bekletenlerin, zamanı gelince de servis edenlerin kimler olduğunu bilemeyiz ama sivil olmadıklarını, "resmi" bir sıfata sahip olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Yani Zaman'ın öncülük ettiği kampanya sivil değil hayli resmi bir kimliğe sahip. Vitrinde gazeteciler var ama kampanyanın söylemi de ardındaki irade de yöntemi de sivil değil...

Telepleri de çok ilginç. Daha adil daha demokratik bir CMK gibi bir dertleri yok. Kampanya özel yetkili yargı kurumlarının gücünü muhafaza etmeyi amaçlıyor sadece. Tahliye olacak askerler içinde Hizbullah'ın tahliye edilen lider kadrosundan daha tehlikeli biri var mı bilmiyoruz ama Zaman'ın o dönemde bırakın kampanya yapmayı herhangi bir ciddi tepki gösterdiğini bile hatırlamıyoruz. Yani asıl meselenin tahliye olacak askerlerin yol açacağı büyük bir tehlike meselesi olmadığı ortada. CMK kampanyası cemaat medyasının "temiz toplum" iddiasını da boşa çıkartıyor. Huzur ve geleceğimizin toplumun kendi özdinamiklerine, zamanın ruhuna, geçtiğimiz 10 yılın birikimine değil özel yetkili savcı ve hakimlere emanet edilmiş olduğunu öngörüyor. Öyle ki "güvenli ve demokratik bir ülke" ile "kaosun hakim olduğu bir ülke" arasındaki mesafe CMK'nın ilgili maddesiyle aşılacak kadar kısa. Madem darbe ve kaos tehlikesi CMK 250'yle kapımızı çalacak kadar yakında o zaman dillerinden düşürmedikleri "Yeni Türkiye" kavramı neyin nesi?

Peki yargıdaki özel yetkili kurumlar ile cemaat medyası arasındaki eşi görülmemiş bu dayanışma örneği bize neyi anlatıyor? Cemaat medyası  "yargıdaki otonom güç" olarak tanımlanan yapının fedailiğini yaptıktan sonra yargı icraatları üzerinden cemaate gelen eleştirilere de "bunları kim uyduruyor allesen" mi diyecek? Kimi nasıl ikna edecek? Bugün yazarı Gülay Göktürk'ün sorusunu yinelersek, nedir bu telaş?