'Gazetede yazmak hem avantaj hem de...'

Hürrriyet gazetesinde polisiye öyküler de kaleme almaya başlayan Ahmet Ümit, Sayım Çınar'a pek çok konudaki görüşlerini anlattı.

Sayım Çınar, son dönemin en çok ses getiren polisiye kitaplarına imza atan Ahmet Ümit, yakın zamanda Hürrriyet gazetesinde polisiye öyküler de kaleme almaya başladı. Kendi okurlarını "polisiye okuru" değil "Ahmet Ümit okuru" olarak niteleyen usta yazar, Gezi'den güncel siyasete, son romanı Beyoğlu'nun En Güzel Abisi'nden, edebiyata pek çok konuda  konuştu, ortaya zengin bir söyleşi çıktı.

İşte o röportaj:

BENİ MUTLU EDECEK METİNLER YAZIYORUM

Polisiye Edebiyat listelerinin hep başındasınız. Her kitabınız çıktığında bunu fazlasıyla hissediyoruz. Bir defa zirvede kalmanın özel formülü var mı? Türkiye’de sizinle birlikte polisiye yazan ve çok satan isimler de var fakat siz tamamen kendi tarzınızı oluşturmuş bir yazarsınız. Çok satanlarda mutlaka rakipleriniz de var ama siz yeni bir kitapla çıktığınızda uzun süre liste başında kalıyorsunuz. Zirvede nasıl bu kadar uzun süre kalınıyor peki?

Aslında yazarken bunu düşünerek yazmıyorum ben. Yazarken başından beri kendim için yazıyorum. Beni mutlu edecek metinler yazıyorum; yazarken o metin beni heyecanlandırıyorsa, doyuruyorsa, ağlatıyorsa, güldürüyorsa, yani bu dünyadan koparıp başka bir dünyaya götürüyorsa mutlu oluyorum. Ben de bir okurum ve iyi bir okurum. Bütün okurlar da benim gibi o kitabı okurken heyecan duyuyor tabii böyle olunca. Bir de şöyle bir şey var; Beyoğlu’nun En Güzel Abisi’nden söz edecek olursak bu benim 23. kitabım yani 10. romanım, düşünebiliyor musun 10. roman? İlk kitap çıktığında 1981 yılıydı. Aradan uzun çok uzun bir zaman geçti. Polisiye değil ama Ahmet Ümit okurları oluştu. Türkiye’de polisiye yazan çok değerli arkadaşlarımız var, çok değerli genç arkadaşlarımız var, daha eski kuşaktan insanlar da var ama polisiye roman bu kadar yaygın değildi. Bu okurlar bir yerde polisiye okuru değil Ahmet Ümit okuru. Bu da yıllar içinde oluşan bir şey. Bunun nedenlerinin başında samimiyet olabilir, burada mutluluk buluyorlar, heyecan buluyorlar, edebi ihtiyaçlarını da karşılıyorlar; kendi yaşadıkları şehirler ve tarih hakkında bilgi sahibi oluyorlar. Bu da onlara mutluluk verdiği için takdir edersiniz ki okumaya devam ediyorlar.

Bir de şöyle bir şey var; her kitap büyük bir proje gibi olmalı değil mi? Siz örneğin bir kitabı “yazmadan önce yaşamak gerekir” felsefesini güdüp, yazdığınız yerleri ziyaret ediyor, geziyorsunuz. Her şeyiyle kendinizi kitaba hazırlıyor, bir film çeker gibi, iyi bir yönetmen gibi. Bu da sizin daha farklı bir yerde durmanıza sebep oluyor. Sizin kitaplarınızın ben çok öncelerden beri başka dillerde de yayınlandığını biliyorum. Peki yurtdışındaki okurlarınızla iletişiminiz nasıl, onlardan nasıl tepkiler alıyorsunuz?

Sosyal medyadan mesela twitter aracılığıyla geri dönüşler alıyorum. İki ay öne Almanya’daydım. Almanya’da Sttutgart Şehir Kütüphanesinde Patasana üzerine konuşmalar yaptık. Hırvatistan’a gittik. Hırvatistan’da iki kitabım birden yayımlandı. Orada Pula Kitap Fuar’ına katıldım. Sis ve Gece ile İstanbul Hatırası orada aynı anda yayımlandı. Çok önemliydi tabii. Pula Kitap Fuarı’nda yazarla kahvaltı diye de bir etkinlik var. Ona katıldım. Daha önce Günter Grass ve Umberto Eco gibi yazarların da katıldığı. Yurt dışında şu an 22 dile çevrildi kitaplar. Kendi seyrinde giden bir durum var orada. Tabii buradaki gibi hızlı ilerlemiyor kendi memleketinde daha çok tanınıyorsun. Arapça, Fransızca, İspanyolca, Rusça başta olmak üzere birçok dile çevrildi kitaplarımız.

YAŞANANLAR HEM İLHAM VERİCİ HEM DE ÜZÜCÜ

Son bir yıldır etrafımızda ve daha çok göz önünde polisiye olaylar oluyor. Bu olan bitenler sizi nasıl etkiliyor? Bir taraf olmak zorunda kaldığınız zamanlar da oldu bu süreçte ki bu sizi yükselten bir şey oldu, yanılıyor muyum?

Türkiye’de yaşananlar bir yandan çok heyecan verici bir yandan çok üzücü. Heyecan verici çünkü durağan bir toplumun, dinamik ve hareketli bir topluma dönüşmesi söz konusu. Üzücü çünkü demokrasi zarar görüyor, yani bütün yaşananlar sonrası hükümet daha özgürleşeceği yerde daha katı adımlar atıyor. İnternete gelen sansür mesela çok kaygı verici. Yahut yolsuzluk soruşturmaları yapılmasının önünün kesilmesi, son derece zarar verici. Mesela bir paralel devletten bahsediliyor. Bu paralel devlet şimdi çıkmadı sonuçta ortaya değil mi? Demokrasi açısından üzüyor insanı. Diğer yandan bir romancı bir yazar olarak benim açımdan çok heyecan verici. Bugün yazmam belki ama ileride bu dönemi anlatan bir roman yazsam ortaya şahane bir politik bir polisiye çıkabilir. Devlet-mafya ilişkisi, devlet-iş adamı ilişkisi, devlet-demokrasi ilişkisi üzerine yazsam çok heyecan verici romanlar çıkabilir ortaya. Elbette Gezi Olaylarında olduğu gibi bir noktada taraf olmak zorunda kalıyorum.

BU DÖNEMİ ANLATAN ROMAN ŞAHANE BİR POLİTİK POLİSİYE OLUR

Örneğin eski TKP sizin romanlarınıza konu olmuş (Kar Kokusu).

Evet eski TKP tabii farklı bir ideolojik yapılanma. Benim her zaman politik bir tarafım vardı. Benim bulunduğum yer politikaydı ve yazarlığım politikadan geliyor bir nevi. Politikadan yazarlığa geçtim. Dolayısıyla politika her zaman edebiyatın içinde yer alacaktır. Ama şunu da unutmamak lazım edebiyatta politika olacak diye edebiyatın estetik kalitesini de düşürmemek gerek.

Yani dikkat etmek gerek. Belirli şeyleri kazanmak için yüzeysel bir edebiyat yaratmamak gerek.

Eğer siz topluma klasik olabilecek eserler kazandırırsanız toplumsal dönüşüme de katkı sağlamış olursunuz.

Siz çevre siyaseti gibi olgularla da besliyorsunuz romanlarınızı ki son kitabınızda da bunu yaptınız. Bir sonraki projeniz nedir peki?

Şu an İttihat ve Terakki dönemini anlatan bir roman yazıyorum. Günümüzde başlıyor ama Türkiye’nin batılılaşma sorununun kökenine iniyor. Yani nasıl batılılaşacağız, II. Mahmut ve Tanzimat ile başlayan batılılaşma ne kadar doğru yapıldı, sonra İttihat ve Terakki’nin yıkılan Osmanlı’dan bir devlet çıkarma projesi ama bu projenin de bir yıkımla sonuçlanması. Bugün neden hala batılılaşamadık ya da batılılaşmamız gerekir mi konularını ele alan bir roman olacak. Ekseninde de devlet mi kutsaldır yoksa insan mı kutsaldır sorusu olan bir roman üzerinde çalışıyorum.

BEYOĞLU'NUN EN GÜZEL ABİSİ RANT MESELESİ İLE İLGİLİ

Kabul edersiniz ki Türkiye’de özellikle son bir yılda yaşanan değişimlerden kültür sanat olayları da çok etkilendi. Ama sizin kitaplarınız yine çok okunmaya çok satmaya devam etti. Böyle dönemlerde kitap satmak zordur. Böyle bir dönemde bile bu kadar okunuyor olmanızı neye bağlıyorsunuz?

Bir kere Beyoğlu’nun En Güzel Abisi günümüzde Tarlabaşı ve Taksim’de yaşanan rant meseleleri ile ilgili. Romanın içinde Gezi Olayları da var. Bir kere bir incelik taşıyor. İkinci olarak okurlarımın çoğu kitabı okur okumaz sonraki kitabı sormaya başlıyorlar. Yüz binlerce okur adeta bir bağımlılık halinde kitapları bekliyor. Hatta röportaja gelirken iki genç arkadaş yolda çevirip fotoğraf çektirmek istedi. Tuhaf bir şekilde tanınan ve sevilen bir yazar oldum. Bunun nedenlerini kendimce şöyle yorumluyorum; iyi yazmaya ve samimi olmaya, yalansız yaşamaya ve yazmaya çalışıyorum. Sanırım bu da okura geçiyor. Kaliteli ve sağlam bir şey görünce peşinden gidiliyor ve bu dönemde bile ilgi görüyor.

Ayrıca aile babası olmanız, düzenli bir hayatınızın olması, kendinizi farklı göstermeyen bir yazar olmanız. Yani insan her zaman kahraman olmayabilir ama insan olabilir felsefesi güden bir yazarsınız. Bunu da hiç ödün vermeden yapıyorsunuz. Okur da bunu görüyor sanırım?

Sonuçta gerçek neyse odur. Abartmanın bir anlamı yok, herkesin bir işi bir yeteneği var. Biz edebiyat yapıyoruz, hikâye anlatıyoruz, roman yazıyoruz. Öteki arkadaşımız kunduracılık yapıyor,  başka biri öğretmenlik yapıyor. Herkesin bir işi var ve çok saygıdeğer. Yazar da herkes gibi sıradan bir insan.

Bazı yazarlar sosyal devlet anlayışıyla yazıyorlar. Sanki sosyalist bir devletmişiz, sınıfsız bir toplummuşuz gibi. Sizin romanlarınızda da çok fazla sınıfsal çelişkiler yok, karakterlerinizin sıradan insanlar olması romanlarınıza daha mı çok gizem katıyor?

Elbette, benim karakterlerim sokaktan karakterler. Sokaktaki insanı anlatıyorum ben. Okuyan herkesin kolaylıkla özdeşleşeceği karakterler. Aristokrat biri yok, saray sülalesinden gelen biri yok, burjuva sınıfından kimse yok. Ben de onların arasında yaşadığım için anlattığım insanlar o tür insanlar oluyor.

BELLİ YAZARLAR HER ZAMAN OKUNUR

Türkiye’de çok ciddi anlamda kitap yayımlanmaya başlandı. Ama bu kitapların çoğunun raf ömrü çok uzun olmuyor. Haliyle hem gözden düşüyorlar hem de ulaşılabilirliklerini kaybediyorlar. Siz bu durum hakkında ne düşünüyorsunuz?

Şimdi baktığımız zaman Türkiye’de belli yazarlar ve her zaman okunurlar. Mesela kim bu isimler; Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Nazım Hikmet, Orhan Pamuk, Orhan Kemal, Sabahattin Ali, İhsan Oktay Anar gibi isimlerin mutlaka bir rafı vardır. Ne mutlu ki artık benim de bir rafım var. Bu biraz da kendi okur kitleni yaratmakla ilgili bir şey. Bugün hangi kitapçıya gidersen git Ahmet Ümit kitaplarını bulabilirsin. Okur gittiği zaman diyor ki Ahmet Ümit’in bu kitabını okumamıştım. Tabi önemli olan bunun devam etmesi. Yaşar Kemal’in veya Orhan Kemal’in olduğu gibi. Ben onlara göre gencim ama ileride yaşlandığımda veya ben öldükten sonra da bu ilgi devam ederse çok mutlu olurum. Şu anda bir rafımız var –korsanı dâhil- ve bu çok mutluluk verici.

Polisiye yazarlar hakkında konuşurken (Erkek) polisiye yazarı demiyoruz da, neden kadın polisiye yazarı diyoruz? Sizce burada bir cinsiyetçilik söz konusu mu neden özellikle kadın yazar diye belirtiliyor ve kadınlar polisiye yazamaz gibi bir algı yaratılıyor?

Buna gerek yok elbette. Çok saçma çünkü bakarsak polisiye yazınının kurucusu üç yazar vardır: Edgar Allen Poe, Arthur Conan Doyle ve Agatha Christie. Bu en önemli üç yazardan biri de kadın sonuçta. Patricia Highsmith de vardır mesela. Bizde mesela Esmahan Akyol var. Yani kadın erkek yazar gibi bir ayrımın olmaması gerek elbette.

TÜRKİYE'DE ÇOK FAZLA MALZEME VAR

Bu kadar çok kriminal olayın yaşandığı İstanbul’da insan gazeteci arkadaşlardan örneğin, daha çok polisiye öykü-roman olmasını bekliyor. Polisiyeden neden uzak duruluyor?

Aslında son dönemde baktığımızda Zülfü Livaneli, Ahmet Altan gibi isimlerin kitaplarında da odak noktası cinayet oluyor polisiye adı altında anılmasa da. Ama diğer yandan bence de polisiye türde daha çok eser verilmesi gerekir. Bu türde yazan genç arkadaşlarımız var; senin de söylediğin gibi Türkiye’de çok fazla malzeme var, bize çok fazla hikâye veriyor ama önemli olan bu hikâyeleri iyi kurgulayabilmek.

Mesela Sue Grafton Ateş’in A’sı diye başlayarak Z’ye kadar polisiye bir seri yapmıştı. Bizde neden böyle bir şey yapılmasın?

Elbette buradan da seslenelim hatta genç arkadaşlara neden olmasın.

GAZETEDE POLİSİYE YAZMAK HEM AVANTAJ HEM DE...

Bir süredir Hürriyet gazetesinde ayda bir kere polisiye bir öykü yazıyorsunuz.

Evet bana bir sayfa ayırdılar. Fakat bu şekilde bile çok zor. Yani bir sayfaya polisiye bir öyküyü sığdırabilmek. Yani hem avantaj hem de bir dezavantaj. Bir taraftan bir sayfaya öyküyü sığdırmanın zorluğu var ama diğer taraftan dil gelişiyor.

Yayınlanmış kitaplarınızdan bazıları dizi oldu bazıları film oldu. Eminim yönetmenler de çok fazla ilgileniyordur. Önümüzdeki günlerde bu tarz projeler var mı?

İki proje var yakında gelecek olan. Bir tanesi Abdullah Oğuz’un film haklarını aldığı “İstanbul Hatırası” diğeri de “Bab-ı Esrar.” “Beyoğlu’nun En Güzel Abisi” için de teklifler var ama onu biraz daha bekletmek istiyorum.

Siz de film projelerinin içinde yer alıyor musunuz yoksa sadece eserinizle mi katkıda bulunuyorsunuz?

Sinemayı çok seviyorum çok da saygı duyuyorum ama pek bulaşmıyorum iş kısmına sadece sinemacı arkadaşlara romanlarımla destek oluyorum.

Tatillerde, uçaklarda çok fazla kitabınızı görüyorum ben de. Yolculuk kitapları çok kıymetlidir. Siz de uçak kitabı, uzun yolculuk kitapları seviyor musunuz?

Özellikle uzun mesafeli uçak yolculuklarında polisiye roman okumayı çok seviyorum. Uçakta manzara da değişmediği için heyecanlı bir şeyler okumak daha keyifli oluyor.

GEZİ DEVAM EDECEK DİYE DÜŞÜNÜYORUM

Peki ülkemizde Gezi Olayları ile başlayan ve en son internet sansürlerine karşı yapılan gösterilerle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Bu gösterilerin devam edeceğini düşünüyorum. Çünkü o dinamiğin başlamasıyla artık hareketli bir gençlik var. Ve hükümet ile arasındaki durum da ailenin özgür olmak isteyen çocuğuna baba tarafından baskı yapılmaya çalışılması gibi. Şu anda Türkiye’deki manzara bu. Bence bu yanlış. Daha fazla özgürlük vermek gerekirken yolsuzluk soruşturmasını engellemek için daha fazla baskı kuruyorlar. Benim hükümete tavsiyem acilen özgürlük yasaları çıkarmaları. Ancak Türkiye bu şekilde kurtulur. Acilen toplumun her kesimine özgürlük lazım.

Peki siz bu yolsuzluk ve rüşvet olayları ile ilgili bir şeyler yazmayı düşünüyor musunuz?

Şimdi değil ama belki ileride. Çünkü yaşananların mutlaka bir de perde arkası vardır. Bunun aralanması için de belli bir zaman geçmesi gerekir.

FİKİRLERİ ENGELLEMEK RÜZGARLA KAVGA ETMEK GİBİ

Gezi olayları birçok insanın hayatında önemli değişiklikler yaptı. Şimdiki gençler daha yaratıcı örneğin bunu gördük. Duran Adam gibi mesela Avrupai tepkiler oldu. Sizin de gençliğe bakış açınız değişti mi?

Ben çocuklara, gençlere hep güvenmiştim. Her ne kadar şimdiki gençler için internet gençliği, apolitik dense de ben her çağın kendi ruhu olduğunu düşünüyorum. Türkiye’yi dünyadan ayıramayız ve dünya daha özgür bir yere gidiyor. Artık sınırların hepsi suni. Herkes birbirinden etkileniyor. Bu çağda fikirleri, düşünceleri engellemeye çalışmak rüzgârla kavga etmek gibidir, başaramazsınız.

Günümüzde bir sürü genç yazar da var. Özellikle polisiye yazmak isteyen genç arkadaşlara bir tavsiyeniz var mıdır?

Kendilerine en iyi gelen, en iyi yazabildikleri ve en mutlu oldukları şeyi yazsınlar. Okur belli bir şeyi seviyor diye ona yönelmek çok da doğru değil. Mahallede geçen bir polisiye seviyorsan onu yaz, okulda geçen, gemide geçen aşk temalı ya da tarihi olan, ne tarz polisiye seviyorsan ve yazabiliyorsan ona yönelmelisin.

Türkiye’de kişisel destekli yayınevleri de var. Mesela Cinius gibi. Yayınevi risk almak istemiyor ve kitaba ortak oluyor.

Ben böyle bir şeye girmem ama yazarın başka bir çaresi yoksa yapabilir elbette. Benim öncelikli amacım bu işten para kazanmaktan çok mutlu olduğum işi yapmak.

Son zamanlardaki Türk Edebiyatı ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

Türk Edebiyatı güçlü bir edebiyat. Oldukça da çeşitli. Ama bazı alanlar tam anlamıyla gelişmedi henüz. Bili-kurgu, fantastik edebiyat henüz tam anlamıyla gelişmedi. Polisiye biraz daha gelişiyor. Ama benim severek takip ettiğim bir sürü iyi yazar var. Mesela Murat Menteş, Hakan Günday, Hamdi Koç, Emrah Serbes gibi çok güçlü bir kuşak var.

KİTAP OKUMADAKİ ARTIŞ BENİ SEVİNDİRİYOR

Hangi yazarların kitaplarının çıkması bir okur olarak sizi heyecanlandırıyor peki?

İhsan Oktay Anar, Hakan Günday, Ayfer Tunç, Yekta Kopan, Murat Gülsoy, Barış Müstecaplıoğlu gibi ve isimlerini şu an hatırlamamış olsam da çok severek okuduğum güçlü bir edebiyat kuşağı olduğunu düşünüyorum. Bir de kitap okuma seviyesinin artmış olması da beni ayrıca sevindiriyor.