Fehmi Koru'dan Ertuğrul Akbay'a cevap...

Ertuğrul Akbay, Fehmi KOru'yu 'kart zampara', 'içip içip kızlara sarkan adam' ilan etti... Fehmi KOru bugün köşesinden bu iddialar cevap verdi...

Fehmi Koru, Sözcü gazetesinin sahibi Burak Akbay'ın babası Ertuğrul Akbay'ın kendisi hakkındaki ağır ithamlarına bugün kişisel internet sitesi üzerinden cevap verdi...

Fehmi Koru, "Burak Akbay cemaat evlerinde yetişti" iddiasının kaynağı için "Bir seyehat sırasında babası Ertuğrul Akbay anlattı" şeklinde savcılığa tanık ifadesi vermişti...

Ertuğrul Akbay ise Fehmi Koru hakkında şok iddiaların yer aldığı bir yazıyla cevap vermişti...

Akbay Fehmi Koru'yu "şarap içmek", "çapkınlık yapmak" ve "taciz"le suçlamıştı...

Fehmi Koru ise bugün köşesinden Ertuğrul Akbay'a cevap verdi...

Koru, "(Sözcü gazetesi) kaç gündür beni manşetinden idam ederken, ancak ‘kart zampara’ diye özetlenebilecek bir iftirayı gündeme sürdü. Hayatında ağzına alkollü içki koymamış bir adama körkütük sarhoş olmayı, kadınlar konusunda mahcubiyetini bu yaşına kadar atlatamamış olmasına rağmen yurtdışında ilk rastladığı kadına sarkabilmeyi ona reva gördü." dedi...

Koru yazısını da "Gazeteciler hapse düşmesin diye benim gibi çırpınacakları yerde, ‘gazeteci’ olduğunu itiraf etmek zorunda kaldıkları birini, beni, parmaklıklar arkasında görmek istediklerini bu denli belli etmeleri de onların ayıbı. Hem de ne ayıp. Bu ayıp onlara yeter." diye bitirdi...

İşte Fehmi Koru'nun o yazısı:

Fehmi Koru, Fethullah Gülen ile birlikte olduğu fotoğrafı, "Zaman gazetesinde 12 yıl (1986-1998) başyazarlık yaptım.. Özel yemekler ve iftarlarda çekilmiş kimbilir böyle kaç fotoğrafım vardır.." notuyla paylaştı...

TAM 'MEDYA DA KENDİNİ  HESABA ÇEKTİ, BÖYLE ŞEYLER OLMAZ' DİYE SEVİNİRKEN

Artık o dönemlerin geride bırakıldığını, daha sorumlu bir yayıncılık anlayışının medyaya hakim olacağını düşünürken, şu olana bir bakın: Kendisiyle ilgili adli soruşturmada, 9 AY ÖNCE Başsavcılığın daveti üzerine verdiğim tek paragraflık bir tanıklığımı bana pahalıya mal etmek için, bugün de karakter suikastı yapılabiliyor.

Geçmişte benzer suikastlara maruz kaldığım için suikast girişimini hemen fark ederim.

‘Takkeli liboş’ lâkabını bana uygun görmüş yazarı bulunan gazete, kaç gündür beni manşetinden idam ederken, ancak ‘kart zampara’ diye özetlenebilecek bir iftirayı gündeme sürdü. Hayatında ağzına alkollü içki koymamış bir adama körkütük sarhoş olmayı, kadınlar konusunda mahcubiyetini bu yaşına kadar atlatamamış olmasına rağmen yurtdışında ilk rastladığı kadına sarkabilmeyi ona reva gördü.

 Yani bana.

Ne diyeyim bilemiyorum.

İyi ki böyle bir site var

Gazetecilik hayatım insanları tezviratlara muhatap eden bu tür yayınları sergileyip onları yapan ‘gazeteler’ ve ‘gazeteciler’ ile mücadeleyle geçti.

Yayınlarına karşı çıktığım gazeteler ve yazarlar ile ilgili yazılmış yüzlerce yazım var.

O çabaların da katkıda bulunduğuna inandığım bir kendini sorgulama arayışı sonunda, belli bir olumlu anlayışın, herkese ve her gazeteye hakim hale gelmek üzere olduğunu sanıyordum.

Şu son birkaç gün içerisinde büyük çapta yanıldığımı gördüm.

Huylu huyundan vazgeçmiyor.

Yaklaşık bir yıl önce, hiçbir gazetede kendisine köşe bulamamış biri olarak, geçmişte yazılarımı takip etmiş ve bundan sonra da takip etmek isteyebilecek bir kitleyle görüşlerimi paylaşmak üzere bu siteyi hayata geçirmiştim.

Daha önceleri, gazetelerde, haftanın belli günlerinde yazmazken, 9 Haziran 2016 tarihinden itibaren bir gün bile burayı boş bırakmadan muntazaman okur karşısına çıkıyorum. Övünebileceğim kadar geniş bir okur kitlesine ulaşmayı da zaman içerisinde başardı bu site…

Yalnızca tek bir yazarı bulunmasına rağmen…

Siteyi başlatırken şimdilerde yaşadığıma benzer bir yoğun yıpratma kampanyasıyla karşılaşmayı da beklemiyordum.

Yazı hayatımın en mutlu dönemi

Evet, fazla uzağımda bulunmadığı izlenimi veren birilerinden sosyal medya ortamında tezviratlar yağdığı oluyordu, ancak ben kendimi sosyal ortama kapalı tuttuğum için, oralardan gelen saldırılara da kulak asmıyordum.

Doğrusunu söylemem gerekirse, gazeteleri internet üzerinden izliyorum, hepsini de değil. Önceleri takip etme ihtiyacı duyduğum internet medyası içerisine giren site sayısını da asgariye indirmiştim. Televizyonlardaki tartışmaların çok büyük çoğunluğunu da izlemiyorum nicedir.

Kafam rahat, gönlüm rahat asude bir serbest yazarlık hayatı sürdürüyorum.

Soranlara hayatımın en mutlu günlerini yaşadığımı söyleyip duruyorum.

“İyi ki bu siteyi başlatmışım” diye kendimle övünerek…

Başlangıçta planlamadığım bir işlevi daha olacağını ise hiç düşünmemiştim bu sitenin: Kendimi savunma işlevi…

Herhalde farkındasınızdır: Bu bir yıl içerisinde sağda-solda çıkan hakkımdaki bazen hakarete varan yayınlara fazla ses çıkarmadım. Atılan taşlara cevap vermek yerine, beni okuma zahmetine katlanan okurlara, üzerinde kafa yorduğum konular hakkındaki görüşlerimi aktarmayı tercih ettim.

Ancak işte gördünüz; günlerdir sürdürülen tezviratlar siteye böyle bir işlevi de yükledi.

Memnun muyum? Hayır değilim.

Bugün Brüksel’de Türkiye’yi diğer üye ülkelerden daha fazla ilgilendiren bir NATO Zirvesi yapılıyor, ama ben o konuya giremiyorum bile. AK Parti’nin yeni dönemi başladı, partiden sonra hükümette de değişiklikler bekleniyor, o konuya da değinemiyorum. 15 Temmuz hain darbe girişiminin çatı davası başladı, birkaç yazı çıkarmam mümkün; ne çare, kendimi savunmam gerekiyor.

Neden?

Tam DOKUZ YIL ÖNCE yazdığım birkaç satırlık bir değini ile bundan tam DOKUZ AY ÖNCE davet üzerine gittiğim adliyede savcıya verdiğim iki paragraflık bir tanıklık yüzünden…

Daha önce de yazdım, bu tür saldırılar konusunda şerbetliyim, medyanın topyekün savaşlarına ülkemiz de alışık. Ancak, bana karşı yürütülen sürek avıyla, artık o günlerin geride kaldığı, yalanlara başvurulmayacağı bir döneme girildiği kanaati yıkıldığı için de üzülmemek elde değil.

Burada yazdıklarımı kimselerin okumadığını zannederek yalanlarını sürdürebilir, kendilerine başka yandaşlar da bulabilirler, ancak gerçeklerin mutlaka ortaya çıkmak gibi bir huyu da vardır.

Gazeteciler hapse düşmesin diye benim gibi çırpınacakları yerde, ‘gazeteci’ olduğunu itiraf etmek zorunda kaldıkları birini, beni, parmaklıklar arkasında görmek istediklerini bu denli belli etmeleri de onların ayıbı.

Hem de ne ayıp. Bu ayıp onlara yeter.