Fehmi Koru anlattı: Abdullah Gül bana açıkladı kitabı okumamış!

İngiltere’deki üniversite yıllarında Abdullah Gül ile aynı evi paylaşan Habertürk yazarı Fehmi Koru, Ahmet Sever'in kitabını Gül'ün okumadığını açıkladı.

11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile olan dostluğu 1970'li yılların Milli Türk Talebe Birliği'ne dayanan ve İngiltere’deki üniversite yıllarında aynı evi paylaşan Habertürk yazarı Fehmi Koru, Ahmet Sever'in kitabını Gül'ün okumadığını açıkladı.

Cumhuriyet gazetesinden Selin Ongun’a konuşan Koru, Abdullah Gül'ün Ahmet Sever'in yazdığı kitabın sadece müsvettesini görmüş olabileceğini, tamamını okuyup üzerinde düzeltme yapılmasını istemediğini ileri sürdü ve Gül'ün kendisine  “Ben şu anda benimle hiçbir irtibatı olmayan bağımsız bir gazetecinin benimle birlikte yaşadığı yılları yazdığı bir kitabı 'bu doğru değil, bu doğru' diye düzeltmeye kalkarsam o onun kitabı değil benim kitabım olurdu. Dolayısıyla hiçbir noktasına o şekilde yaklaşmadım” dediğini açıkladı.

İşte röportajdan dikkat çeken bölümler:

SEVER'DEN YENİ KİTAPLAR GELEBİLİR

- Ahmet Sever'in kitabını siz nasıl buldunuz?

Bir gazetecinin önce Başbakan'ken ardından Cumhurbaşkanlığı'ndayken Abdullah Gül ile geçirdiği 12 yılın tanıklığını yazmasını elbette önemsiyorum. Kitabına aldığı tanıklıkları herhalde sadece bir bölümdür. Önümüzdeki günlerde Ahmet Sever'in yeni kitaplarıyla da karşılaşmak mümkün olabilir diye düşünüyorum. Ülkemizin kritik bir dönemine önemli ve değerli bir tanıklık bu kitap.

- Ahmet Sever'in yansıttığı Gül yakın hukukunuz olan Gül'e ne kadar benziyor?

Abdullah Gül'den çok Ahmet Sever'in tercihleri, Sever'in kişiliğinin yansıması var kitapta bence. Ahmet Sever saygı duyduğu, muhtemelen devlet adamlığına ve kişiliğine hayran olduğu bir insanı anlatıyor. Dolayısıyla onun bu özelliklerini fazlaca vurguluyor.

- Diğer yandan AK Parti muhitinde kitabın “Gül'e zarar verdiği” de söylendi. Mesela Mehmet Barlas, “Bu kitapla Gül bozuk para gibi harcanmakta” yorumunu yapmıştı.

Yazabilirler, herkes bir şey yazabilir. Ağzı olan konuşuyor, dedim ben de.

GÜL'ÜN SEVER'İN KİTABINI OKUDUĞUNU SANMIYORUM

- Bu kitap, Abdullah Gül'ü kendi tabanında “Abdüllatif Şener'leştirir” mi?

Abdullah Gül, AK Parti tabanı denilen kitlede çok saygı gören, önemli bir isim. Bu, günlük tartışmaların değiştiremeyeceği bir gerçek. Diğer yandan şunu kayda geçirmekte yarar var. Kitapla ilgili tartışmaların gittiği yön onu mutlu etmemiştir. Nitekim açıklamasıyla bunu ifade etti. Abdullah Gül'ün en hassas olduğu konu kendi çevresi olarak gördüğü, yetiştiği siyaseti hareketin içinde yanlış anlaşılmaktır.

- Bu kitabı yayımlanmadan evvel okuduğunu biliyoruz. Yılların siyasetçisi olarak böyle bir kitapla bu tip yorumların çıkacağını öngörüyor olmalı?

Ben okuduğunu zannetmiyorum.

- Okuduğunu Ahmet Sever söyledi.

Benim bildiğim kadarıyla kendisine getirilen metne şöyle bir bakmıştır. Düzeltmeye gidecek herhangi bir ciddi okuma yaptığını zannetmiyorum. Kitapla ilgili olarak kendisinin benimle paylaştığını söyleyeyim. Ne “Şu doğru değil, bu doğru” tarzında herhangi bir düzeltme yapmış, ne de bu tip düzeltmelere fırsat verecek şekilde kitabın ayrıntılarıyla ilgilenmiş. Böyle anlaşılabilecek olanları fark eder düzeltirdi yoksa. Sanıyorum Ahmet Sever kitabın müsveddesini bırakmış, Gül'ün de okuduğunu varsayıyor. Ben Abdullah Gül'ün bana söylediğini de nakledeyim. “Ben şu anda benimle hiçbir irtibatı olmayan bağımsız bir gazetecinin benimle birlikte yaşadığı yılları yazdığı bir kitabı 'bu doğru değil, bu doğru' diye düzeltmeye kalkarsam o onun kitabı değil benim kitabım olurdu. Dolayısıyla hiçbir noktasına o şekilde yaklaşmadım” dedi.

- Yani çıkartma, düzeltme vs. yaptırmamış mı?

Çıkartma yaptırdı mı; onu bilmiyorum. Fakat Ahmet Sever'in kitabı yazma sürecinde birkaç kez kendisiyle görüşme ihtiyacı olduğunu, hafızasındaki ya da notlarındaki tereddüt ettiği konuları ona danışarak yazdığını biliyorum. Sever'in tereddüt ettiği noktalarda düzeltmeler yapılmış. Ama yazılı hale getirildikten sonra bir müdahalesi olduğunu zannetmiyorum.

ERDOĞAN İLE GÜL KİTABI KONUŞMAMIŞTIR BİLE

- Erdoğan ile Gül arasında bu kitap “geçiştirilebilir” mi?

Konuşmamışlardır bile diye düşünüyorum. Biliyorsunuz daha önce Ahmet Sever'in bir çıkışı olmuştu. Ruşen Çakır'a verdiği söyleşiden söz ediyorum. Orada açık biçimde güncel siyasetin kahramanlarını rahatsız edecek unsurlar vardı. Rahatsız olabileceklerden biri de bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan'dı. O ne yaptı; hiçbir cevap vermedi. Onun adına başkaları cevap verdi. Hatırlayacaksınız, “Bu görüşler Cumhurbaşkanı Gül'ün değil, onun danışmanının fikirleridir” demişlerdi.

- Ama kitaptan öğreniyoruz ki, Erdoğan Gül'den danışmanını işten çıkarmasını istiyor.

O dönemde hem Gül hem Sever ile görüşüyordum. Ne Gül'den ne de Sever'den Ahmet Sever'in görevinden atılmasıyla ilgili bir telkinin geldiğini duymadım. Ahmet Sever bunu başka kaynaklardan duymuş olabilir.

- Gül'ün Erdoğan'a “Ben konuşsam daha mı iyi olurdu” yanıtını verdiğini de okuyoruz kitapta. Gül bu kitabı okudu nihayetinde. Ve yalanlamadı, değil mi?

Az önce de söyledim, benim bildiğim Gül'ün kitabı “Burada bunu demişim, bu yanlış, bu doğru” mahiyetinde okumadığı, hangi konuların işlendiğine baktığı. Zaten kendisinin yaptığı açıklama da bunu ortaya koyuyor.

- Bir cumhurbaşkanı siyasette böyle kütlesi olabilecek bir kitap önüne geldiğinde “şöyle bir bakıp” mı davranır? Siz kıdemli bir gazeteci olarak buna ikna oluyor musunuz?

Oluyorum. Sebebi de çok açık. Eğer Abdullah Gül bu kitabı baştan sona okumuş ve bunun kendisinden alıntılar da dahil olmak üzere yayımlanmasına onay vermişse o zaman Abdullah Gül çok saf, politikanın içerisinde boşuna vakit geçirmiş bir insan olur. Bu kitabın nasıl bir hava yaratacağını öngörebilecek zekada bir politikacıdır Abdullah Gül. Ben o sebeple diyorum ki, bunu okumuş olması mümkün değil. Bu kitap kendisine müsvedde olarak verilmiş, bu besbelli. O müsveddeye de bakarak konuları görmüş besbelli. Ama mesela Ahmet Sever'in görevinden atılması konusundaki telkin kısmını gördüğünü zannetmiyorum. Görmüş ve düzeltme yapma gereği duymamış ise o zaman Ahmet Sever öyle bir izlenim almıştır, bunu da kayda geçirmiştir.

(...)

"FEHMİ KORU, GÜL'Ü SAVAŞA SÜRDÜ" ELEŞTİRİSİNE YANIT

- “Erdoğan AK Saray’dan ayrılıp Çankaya Köşkü’ne gitmeli, kongre de erkene alınmalı” çağrınızın ardından hakkınızda "Nazlı Ilıcak'ın erkek versiyonu", "Birileri pusuya yatmış", “AK Parti'yi ele geçirmek isteyenlerin sözcüsü” gibi ifadeler kullanıldı. Bunların sizdeki yeri nedir?

Bunlar seçim sonrası telaş içinde söylenen sözler. Bunları söyleyen arkadaşlar kendilerinde bu sözleri söyleme hakkını görüyorlar ise ben de o itiraz ettikleri konuları yazma hakkını kendimde görüyorum. Ben bildiğimi ve öngörümü yazıyorum. Saray başbakanlık olarak yapıldı. Tayyip Bey Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde 52 oy olunca, başkanlık sistemi olabilir gibi bir hisse kapıldı. Bunu zorlayan bir seçim kampanyası yürüttü. Sonuç ortada. 258 vekili olan, ancak koalisyonla hükümet olabilecek bir resim var önümüzde. Başkanlık sistemini seçmen gündemden kaldırdı. Madem orası artık bir başkanın sarayı olmayacak o halde Tayyip Bey kendini başkan değil normal bir cumhurbaşkanı olarak düşünmeli. Cumhurbaşkanı'nın yeri de Çankaya. Bu birinci nokta. İkinci nokta da şöyle: Koalisyon görüşmelerinde bir pazarlık süreciyle hükümet oluşacak. AK Parti koalisyonda olmak istiyor ise diğer partilerin birinci gündeminde sarayın olduğunu fark ediyor olmalı. Tayyip Erdoğan pazarlık konusu olmadan kendiliğinden saraydan Çankaya Köşkü'ne çıkarak bunu hayata geçirmeli.

- “Abdullah Gül'ü savaşa sürdüğünüz” kısmı için ne diyorsunuz?

Hatırlatayım; Cumhurbaşkanlığı'nı tamamladığı günlerde “Abdullah Gül AK Parti fotoğrafında olursa parti gelecek seçimde daha fazla oy alır” diye defalarca yazdım. Sonuçta ne oldu; tablo içerisinde yer almadığı ortamda AK Parti'nin oylarında gerileme yaşanıyor. Elbette bu gerilme sadece Gül'ün parti dışında kalmasıyla ilgili değil. Bunun dışında onlarca neden sayılabilir. Benim siyasi gözlemci olarak vardığım şudur. Bir partide gerileme başlarsa onu durdurmak çok zordur. Geriye gideni eski haline getirmek çok zordur. AK Parti'yi yönetenlerin yerinde olsam, kendileri gibi düşünmeyen insanların da fikirlerine kulak verirdim. Şimdi beni eleştiren kalemler seçim öncesinde başkanlık sisteminin çantada keklik olarak görüyordu. O yönde akıl veriyorlardı: “Aman şunları dışlayın! Liberaller mi, onları hiç kaale almayın. Onlar sırtınızda yüktür!” Tüm bunları açık açık yazdılar. Bunları yazanlar yüzde 41'in altındaki resmi görünce şaşkınlığa uğradılar. Ve halen aynı şekilde devam ediyorlar. Ben ise hep tersini söyledim. Eğer böyle giderseniz kaybedersiniz, başlangıçta yaptığınız ittifaklarınızı tazeleyin, fabrika ayarlarınıza dönün. 2000 yılında “daha fazla demokrasi daha fazla hak ve özgürlük” demiştiniz. AB perspektifinde kalma gibi bir derdiniz vardı. İslam dünyasında önemsenen, lider bir ülke olmak istediniz ama AB ve Amerika tarafından önemsenmeyi de hesaba katmıştınız. Bunları yazıp durdum. Yazdığım hiçbir şeyi de kimse adına, birilerinin promosyonu için kaleme almıyorum.

(...)

“ERDOĞAN SARAY'I KENDİSİ VERMELİ”

- AK Parti daha sonra “şah-mat” diyebilmek için veziri, yani “sarayı” verir mi?

Bence Erdoğan sarayı muhaliflerinin şart koşması olmasa bile kendisi vermelidir. Bu bir geri adım değil. Başkanlık sistemi gündemden kalktı. Saray denilen yerin de yapılma amacına uygun olarak başbakanlık ve ilgili birimleri barındıran bir tesise dönüşmesinde yarar vardır. Bunun koalisyon pazarlıklarında Cumhurbaşkanı'nı rencide edecek şekilde yapılması yanlış olur. Erdoğan böyle bir adımın atılmasını kendisi sağlarsa bu ona zarar vermez.