Dizi sektörünün şişe ağzı
Türk dizileri dünya çapında ilgi görüp ihraç ürünleri haline geliyor ama...
Dizi sektörümüzün başarısını görmezden gelmek mümkün değil.
Özellikle Ortadoğu ülkelerinde Türk dizilerine
gösterilen yoğun ilgi artık yapımcılarımızı da
cast hazırlarken yabancı ülkelerdeki seyircilerin
taleplerini dikkate almaya zorlamaya başladı.
Muhteşem Yüzyıl'da ev kadınlarının prenses olma hülyalarına
Hürrem Sultan karakteriyle cevap veren dizi
sektörümüz şimdi padişahtan bile daha güçlü ve etkili bir karakter
olduğu yazılan Kösem Sultan'la reytingleri hortum
gibi emmeyi planlıyor.
Televizyon karşısındaki reyting canavarı ev kadınlarını mest edecek
bir kadın öyküsü olacağı anlaşılan dizide Kösem Sultan'ı
canlandıracak oyuncu içinse seçim kriterleri arasında artık yeni
bir detay var: Yurt dışındaki seyircilerin de ilgisini
çekecek bir oyuncu olması...
Dolayısıyla, Game of Thrones'ta tüm dünyanın
ilgisini çeken Sibel Kekili'nin ismi Kösem Sultan
adayları arasında geçmeye başladı.
Ancak, Osmanlı padişahlarının annesini ve babanelerini
canlandıracak bir ismin eski porno yıldızı olması, medyada ve
siyasetçiler arasında büyük tepki toplayabilir, bu da başka bir
mesele... Ama biz şimdi asıl meseleye odaklanalım.
YABANCI DİZİLERLE REKABET
Dizi sektörümüz artık yurt içinde olduğu kadar yurt dışında da
yüksek reytinglere odaklanmaya başladıysa, yabancı dizilerle de
rekabet etmek zorunda olduğunu çok yakında fark edecektir. Bu da,
dizilerimizin yabancı dizilerin kalitesinde üretilmeye başlaması
gerekliliğini ortaya koyacak.
Ancak bugün dizi sektöründe geçerli olan çalışma koşulları ve hakim
kafa yapısı, Türk dizilerinin dünyadaki başarısının önündeki en
önemli şişe ağzı olarak karşımızda duruyor.
Yabancı diziler üç veya altı aylık senaryo yazımı ve çekim
hazırlıkları sürecinden sonra, üç veya altı aylık çekim
sürecinden geçiyor. Dizi yayındayken ekip tatil yapıyor ve kanal
reytinglere bakıyor. Eğer dizi beğeni toplamışsa, yeni sezon için
sipariş veriliyor ve yeni sezon bölümleri için senaryo hazırlıkları
başlıyor.
Çekim sürecinde her bölüm dikkatle inceleniyor ve elbette
özel efektler gibi zaman alıcı detayların
görüntülere işlenmesine de zaman kalıyor.
Bölümler acele acele, beş altı günde bitirilmek zorunda
olmadığından, oyuncuların rollerine iyice çalışması ve defalarca
tekrar çekim yapılması da mümkün oluyor.
Sonuçta ortaya çıkan diziler, hem metin hem oyunculuk hem de
görsel kalite açısından zirveye ulaşıyor.
Bizim dizilerimiz ise, harala gürele bir aceleyle
çekiliyor. Ne yapımcı, ne oyuncular, ne yönetmen, ne kanal, hatta
senarist bile, bir iki hafta sonra nasıl bir senaryonun ortaya
çıkacağını bilmiyor.
Her şey anı anına kotarılıyor. İnsanlar uykusuz, aç, üşümüş, yorgun
ve bitkin şekilde çalışıyor.
Yönetmen ve yapımcı, senariste özel efekt gerektirecek sahne
yazmaması için baskı yapıyor çünkü özel efekt demek, çekilen
görüntülerin üzerinde özel efektçilerin günlerce çalışması
demek.
Her bölüm için, yayından sadece birkaç gün önce yazılmaya başlanan
100-120 sayfalık senaryonun, insanüstü bir çabayla
ve kalp krizi geçirme riskinin çok yüksek olduğu uykusuz çalışma
şartlarında yazıldığını düşünmüş müydünüz?
Peki bu şartlar altında ortaya çıkan diziler, Game of Thrones gibi
yabancı rakipleriyle nasıl rekabet edebilir?
Çok beğendiğimiz, yere göğe sığdıramadığımız Muhteşem Yüzyıl'ın
aslında yorgun senaristlerin her bölümde 5-10 kez tekrar ettirdiği,
"Aklında ne var yiğidim?" benzeri diyaloglarla
doldurulmuş "çöp" senaryolarla oluşturulduğunun biz farkına
varmıyoruz ama bu tür ayıplar özellikle Avrupa'lı seyircinin
dikkatinden kaçmayacaktır.
Seyirciler alay etmeye başladıktan sonraysa, aynı Brezilya
dizilerinde olduğu gibi, Türk dizilerinin üzerine
de yapışacak reyting yapan ucuz ve kalitesiz
diziler imajından kurtulmamız mümkün olmayacak. İş o
seviyeye gelmeden önlem almak gerektiğinin herkes
farkındadır.
Dolayısıyla, dünyaya açılmaya heves eden dizi sektörümüzün bir
araya gelmesini, kararlar almasını ve daha kaliteli üretim yapmanın
şartlarını ortaya çıkarmasını bekliyoruz.
Yoksa, Game Of Thrones'larla rekabet etmek ancak çocukça
bir hayal gibi kalır.
Oktay İhsan /