Cengiz Çandar'dan 'Ahmet Abi'ye veda yazısı
Cengiz Çandar geçtiğimiz gün hayatını kaybeden usta gazeteci Ahmet Vardar'a veda yazısını yazmış.
Ahmet Abi...
O, herkesin “Ahmet Abi”siydi. Birçok kuşağın, çok geniş bir meslek yelpazesine yayılan hemen herkesin Ahmet Abi’si.
“Ahmet Abi”den başka hiçbir tanımın üzerine oturamayacağı
bir tip.
Yıl 1995. Yaz. Sabah gazetesini sel basmış, müthiş bir zarar
bilançosu çıkmış. Gazeteyi ayağa kaldırmanın yolları tartışılıyor
Zafer Mutlu’nun odasında. Her kafadan bir öneri geliyor. Ben,
“Bosna’ya gidelim, bir dizi röportaj yapalım” diyorum. Bosna’da kan
gövdeyi götürdüğü ve Bosna’nın tüm dünyada bir numaralı haber
konusu olduğu bir dönem.
Zafer, ters bir bakış fırlatıyor bana. O yıl içinde zaten iki kez
Bosna’ya gitmiş olan benim, gazetenin zor durumunu kendim için bir
başka Bosna’ya gidiş vesilesi yapmak istediğimi sanıyor.
Üsteliyorum, “Geniş bir kadroyla gidelim. Benden gayrı mesela Hasan
Cemal ve Ahmet Abi de gelsin, öyle gidelim.”
Bosna-Hersek adındaki ölüm tarlasında, yaz tatiline çıkmak yerine,
orada hiç bulunmamış insanların başına bela sarmak önerisi gibi bir
şey. Ahmet Abi, öneriyi hemen sahipleniyor.
Yola koyuluyoruz. Önce Hırvatistan’a Zagrep’e varıyoruz. Tam o
günlerde cephelerde Sırplar çöküyor. Hırvat orduları ile
Bosnalılar, üç yıldır işgal altındaki topraklarını kurtarıyorlar.
Büyükelçimiz Daryal Batıbay’ın yardımıyla Hırvatistan Savunma
Bakanlığı’ndan savaş bölgesine gidebilmek için izin kağıdı
çıkartıyoruz. Ama nasıl gidilecek oralara, Bosna’ya nasıl
girilebilecek. İki araba kiralıyoruz ve çılgın bir hevesle yola
koyuluyoruz.
Geçtiğimiz yollarda daha savaşın taze izlerinin, tüten dumanların
arasından geçip, Bihaç’a giriyoruz. Öyle ki, Bosna-Hersek
Cumhurbaşkanı “Bilge Kral” Aliya İzzetbegoviç, kurtarılmış Bihaç’a
bizden yarım saat sonra varıyor, arabasından indiği anda karşısında
bizi görüyor.
Ahmet Abi, bir çocuk gibi şen-şakrak. Neşe kaynağımız.
Saraybosna’ya gidişimizi ayarlamak için zaman kazanmak üzere,
Zenica’ya varıyoruz. Oradaki Türk Birliği’ne misafir oluyoruz.
Ahmet Vardar’ın kim olduğu işte o zaman orada ortaya çıkıyor. Türk
Birliği’nde yer yerinden oynuyor. Özellikle erler, Ahmet Vardar’ı
coşkuyla karşılıyorlar. Bizim yüzümüze bakan yok; ne de olsa “Ahmet
Abi” gelmiş.
O, Ahmet Vardar, Türkiye’nin gariban insanlarının gönüllü avukatı
olarak öylesine kitlesel bir itibara sahipmiş ki, buna Zenica’da
tanık oluyoruz.
Zenica, Travnik ve son olarak İgman Dağı’nı aşıp kuşatma altındaki
Saraybosna’ya gidişimiz tam bir maceraya dönüşüyor, dağdan Sırp
mevzilerinin ve nişancılarının menzilinde düşe kalka yuvarlanarak
aşağıdaki Boşnak kasabasına inerken, Ahmet Abi’nin kahkahaları
yamaçlarda çınlıyor.
Unutulmaz bir “savaş yoldaşlığı” idi Ahmet Abi ile Bosna seferimiz.
Ahmet Abi gibi unutulmaz.
***
***
***
Hasan Cemal ile Güneydoğu’ya gideceğiz. Kısa zamanda çok yere ayak
basıp, vakit geçirmeden yazı dizisine dönüştürmemiz gerek. Salih
Memecan ve Ramazan Öztürk’ün de katılımıyla zenginleşen ekibin
yapacaklarına gazete pek önem veriyor. Öyle ki Dinç Bilgin
Diyarbakır’a bir an önce gitmemiz için özel uçağını tahsis ediyor.
Peki, sonrası?
Sonrası Ahmet Abi’ye ait. “Ünal’ı aradım” diyor, “Ona
bildirdim. Sizi helikopterle bir gün içinde Cizre’ye, Habur’a,
Silopi’ye, İdil’e götürecek.”
Ünal, Ünal Erkan. Diyarbakır’da Olağanüstü Bölge Valisi. Ahmet Abi,
ona birşey söylediği anda yerine gelir, getirilir. Aynen öyle
oluyor.
Yıl 1993. Ebulfez Elçibey, bir darbe sonucu Baku’da
Cumhurbaşkanlığı koltuğunu bırakmış, Nahcivan’ın en uç noktasındaki
köyüne çekilmiş. Bir an önce Nahcıvan’a gidip, Ebulfez Elçibey’le
görüşmem gerek. Önce Erzurum’a uçup, oradan Iğdır’a, Ağrı Dağı’nın
eteklerinden Nahcıvan’a giriş yapmam gerek. Erzurum-Iğdır arası,
gece trafiği yok, gündüzü netameli. PKK ile çatışma döneminin zirve
yaptığı günler.
Ahmet Abi, “Mehmet’le konuştum” diyor, “Erzurum’dan seni Nahcıvan’a
kadar gitmen ve geri dönmen için gerekeni yapacak.” Mehmet, Mehmet
Ağar. O sırada Erzurum Valisi.
Ahmet Abi, onların da “Ahmet Abi”si idi. Bir dediği iki
edilmez.
Çay-simitle beslenen mütevazı bir polis muhabirliğiyle başlayan
meslek kariyerinde Ahmet Vardar’ın Emniyet teşkilatında tanımadığı
kimse kalmamıştı. Genç polisler ve emniyetçiler, büyüyüp Emniyet
Müdür ve Vali oldukları vakit, Ahmet Abi, onların “Abi’si” olmaya
terfi etmişti. Devletin güvenlik teşkilatında sözü emir gibi
telakki edilir hale gelmişti.
Ve işin en garip ve çarpıcı yanı, Ahmet Abi’nin yüzbinlerce isimsiz
insanın gönüllerinde taht kurması, Günaydın ve Sabah gazetesindeki
köşesinde kamu otoritesiyle işi düşmüş, kamu otoritesinden
şikayetçi insanların sesi olarak efsanevi bir isim yapmış olması
sayesindeydi. Günlük sütunun tepesine yerleştirilmiş, işaret
parmağını tehdit eder şekilde salladığı “Ahmet Vardar Soruyor”
başlıklı sütununda, vatandaş şikayetlerini dile getirdikten sonra,
genellikle yazısını “Gelmeyeyim oraya ha!” gibisinden kesin bir
uyarıyla noktalardı.
Ahmet Vardar, şayet gelirse, o kamu otoritesini fena yapardı, fena
benzeterdi. Halk, onu ciddiye alıyor, ona güveniyor, onu
seviyordu.
***
***
***
Bu “korkutucu” adam, altın yürekli, dünyanın en yumuşak Arnavut’u
idi bir yandan. Makedonya’nın Köprülü’sünden gelme, has bir Rumeli
çocuğu, gazetecilik hayatını Anadolu insanının hak ve adalet namına
hesap soran temsilcisine dönüştürmüştü.
Bizim meslek dünyamızın en unutulmaz, en renkli, en sevimli
kişiliklerinden biri birkaç ay içinde hızla, birkaç gün önce bir
yıldız gibi kaydı, gitti.
Türkiye’nin şu yoğun siyasi gündeminde seni unutmadığımı göstermek,
kayda geçirmek için elimden gelen bu yazı oldu Ahmet Abi. Anlarsın.
Ancak seni yakından tanıyanların bildiği, uzaktan izlemiş olanların
asla inanamayacakları o alçakgönüllüğün ve aynı zamanda yüce
gönüllüğünle kabul edersin. Biliyorum.
Nur içinde yat...