'Bazı sırlar ortaya çıkarılmayı, bazı gerçeklerse saklı kalmayı bekler...'

Karya Satrap'ı Hekatomnos'un meazarında başlayan cinayetler, sizleri Antik Yunan mitleri ve günümüz inançları arasında, Anadolunun kadim halklarından Karialıların topraklarında nefesleri kesen bir maceraya ortak edecek.

GAZETECİLER.COM - ÖZEL RÖPORTAJ
SAYIM ÇINAR  sayimcinar@gmail.com

Temmuz 2010'da defineciler tarafından sit alanı içerisinde yapılan kaçak kazı sonrası ortaya çıkarılan Uzunyuva Anıt Mezarındaki lahit, kimi arkeolog ve sanat tarihçileri için "yüzyılın arkeolojik buluşu" olarak kabul ediliyordu.

Ortaya çıkarılan mezar, meşhur Karya Kralı Hekatomnos'a aitti. UNESCO tarafından "Dünya Kültür Mirası" listesine alınan lahit, aynı zamanda kimi arkeologlara göre bu mezar, Mısır Firavun'u Tuthankamon'dan sonraki en önemli keşif sayılmaktaydı.

Karya Satrap'ı Hekatomnos'un meazarında başlayan cinayetler, sizleri Antik Yunan mitleri ve günümüz inançları arasında, Anadolunun kadim halklarından Karialıların topraklarında nefesleri kesen bir maceraya ortak edecek.

Bu kitap ile; onlarca mitolojik efsane arasında gezinirken, kendinizi bir katilin peşinde, çok tanrılı inançlardan tek tanrılı inançlara, dinler arasında soluk kesen ve sorgulamalarla dolu bir kovalamaca içinde bulacaksınız..

Ulaş Özkan ve Emrah Poyraz ilk kez gazeteciler.com'dan Sayım Çınar'a konuştu...

-Merhaba, öncelikle sizi tanıyarak başlayalım.

UÖ- Merhaba, 1979 İzmir doğumluyum. Aslen Isparta/Gönen'liyim. GOP Üniversitesi Turizm İşletmeciliği mezunuyum. Uzun bir süre de turizm sektöründe çalışmaktaydım fakat şimdilerde, amatör de olsa, bir grupta keman çalarak müzikle uğraşıyorum. Babamın öğretmenlik mesleği sebebiyle geldiğimiz Muğla/Milas'ta da 90'ların başından beri ikamet etmekteyim. Evli ve bir kız babasıyım.

EP- Ben 1983 İstanbul doğumluyum. Uzun bir süre İstanbul'da yaşadıktan sonra ailemle birlikte Marmaris'e yerleştim. Şimdi oğlum ve eşimle birlikte Ankara'da yaşıyorum. Ulaş'la birlikte aynı okuldan mezun olduk. Kardeşliğe uzanan 15 yıllık tanışıklığımız da buradan geliyor.
Okul için Zile'ye ilk gittiğimde kalacak yerim yoktu. Yurt da "yer yok" diyerek kabul etmediği için son çare olarak öğretmen evinin yolunu tuttum. Özel bir oda istememe rağmen başkasıyla paylaşılan bir oda verdiler. O başkası yatağının baş ucunda keman kılıfı olduğu halde umarsızca yattığı yerden kalkarak bana "hoşgeldin" diyen Ulaş'tan başkası değildi.


-Anladığım kadarıyla tanışıklığınız üniversite yıllarına kadar dayanıyor. Peki bu kitap fikri nasıl ortaya çıktı biraz anlatır mısınız?

UÖ- Evet, ikimiz aynı sınıfta okurken yine aynı zamanda ev ve oda arkadaşıydık da. Ve kitaplar dostluğumuzu günden güne daha da pekiştirdi. Çünkü ikimiz de okumayı ve okuduklarımız üzerine fikir üretmeyi o zamanlarda da seviyorduk. Hatta Emrah o dönemde de evde boş kaldığı vakitlerde bir şeyler karalıyor, yazıp çiziyordu. Okul bittikten sonra da hiç kopmadık, sürekli irtibat halindeydik ve görüşüyorduk. Gerek siyaset, gerek felsefi, gerekse din konularında olsun, yazdıklarını da benimle paylaşmaya devam ediyordu. Ve bir gün ben de biraz farklı bir konu da olsa Uzunyuva'ya başlayınca bunu ilk Emrah ile paylaştım. Daha on sayfa olmuştu ki; konu, Emrah'ın da fazlasıyla hoşuna gitti. Ve birlikte devam etmeye karar verdik. Bu keyifli ve heyecanlı süreç de yaklaşık bir buçuk sene sürdü. Sürekli fikir alışverişi içindeydik. Yazdıklarımızı birbirimize gönderiyor ve sonrasında tek bir potada harmanlayarak hikayeye aktarıyorduk. Nihayet bittiğinde ikimizin de içine sinen, oldukça özgün olduğuna inandığımız bir kitap ortaya çıktı.

-Kitabınız için, "özgün" kelimesini kullandınız. Peki sizce kitabınızı diğer polisiye-gerilim türlerinden ayıran nedir?

UÖ- Şöyle söyleyeyim, kitabın gerek polisiye kurgusunun, gerekse içeriğinin, benzerlerinden tamamen ayrıldığına inanıyorum. Polisiye kısmına değinirsek, örneğin; olağanüstü başarılı bir polis karakteri yaratarak okuyucu için ayrı bir kahraman ortaya çıkarmak gibi kaygılar güdmedik. Sürprizlerle dolu, biraz okuyucunun zihnini yakan, son satırına kadar çözemediği hatta bitirdikten sonra bile kafasında soru işaretleri bırakan polisiye bir hikaye ortaya çıkarmaya çalıştık. Bizim için asıl önemli olan içerik kısmına gelirsek de; Anadolu topraklarının bize sunduğu sonsuz hazineden yararlanarak, Ege'nin binlerce yıl öncesine ait bir medeniyetine başkentlik yapmış ilçesinin tarihine yolculuk yaparken, o dönemden bugüne kadar gelen inançlarını ve dinlerini de masaya yatırdık. O dönemin çok tanrılı inançlarının, bugünün tek tanrılı inançlara nasıl evrildiğini, ortak hikayeleri, efsaneleri kullanarak gözler önüne sermek istedik. Ve bunu da temposu yüksek bir polisiye-gerilim ile harmanlayabildiğimizi düşünüyorum. Okuyucu, kitaptaki sayısız mitolojik hikaye arasında oradan oraya savrulup, masal dünyasına dalmışken, bir bakıyorsunuz kendisini psikopat bir katilin peşinde koştururken buluyor.

-Polisiye bir kitabın, aynı zamanda mitoloji ve arkeolojiden besleniyor olması, sanırım okuyucuyu da fazlasıyla etkileyecektir. Peki böyle bir kitabı yazarken neden ya da kimden etkilendiniz?

UÖ-Şurası su götürmez bir gerçek ki; polisiye-gerilim konusunda ülkemizde Ahmet Ümit hepimiz için bir idol. Her kitabında okuyucuya aynı heyecanı yaşatabilmek, aynı tadı verebilmek ve bunu da müthiş bir dil ile yapabiliyor olmak, ona karşı hepimizde bambaşka bir hayranlık uyandırıyor elbette ki. Belki de Ahmet Ümit ile birlikte bu ülkeden bir polisiye gerilim yazarının çıkması, ve tüm dünyaya da adını duyurması bizi de cesaretlendirmiştir. "Uzunyuva'da Uyanış"ı yazarken ise biz sanırım biraz Dan Brown'un etkisinde kaldık. Özellikle "Da Vince Şifresi" ile yer yer Hristiyanlığı, kutsal sembolleri de kullanarak eleştiriyor olması bizim kitabımızın da fikirsel anlamda altyapısını oluşturdu. Ancak orada tüm eleştiri kurgudan ibaret iken Uzunyuva'da ise; tersine, gerçeklere dayalı. Çünkü Sümerlerin yazılı kaynaklarından Yunan mitolojisine kadar geniş bir yelpazede inançları ele alıp sorguladık ve okuyucuya da sorgulatmaya çalıştık.

-Kitabınızın ismi o yüzden mi "Uzunyuva'da Uyanış"?

EP – Uyanış ifadesini seçmek bizim için çok kolay olmadı. Kitapta anlattıklarımızı veya anlatmak istediklerimizi, hikayenin ana konusundan kopmadan yalın bir şekilde özetlemek istedik. Bir çok seçenek arasında "uyanış" içimize en çok sinen oldu. Böylece hem binlerce yıllık uykusundan uyanan krala, hem de binlerce yıllık uykularından uyanması gereken günümüz insanına temas etmiş olduk.

-İki kişi yazmanın ne gibi avantajları ya da dezavantajları var anlatır mısınız?

EP – Kitap yazmak başlı başına meşakkatli bir iş. Özellikle Ulaş ve ben gibi bir yandan hayatı idame ettirebilmek için çalışırken diğer taraftan kendine ve ailesine ayırması gerekilen sosyal zamanından tasarruf ederek bu işe emek harcamak daha da zor. Bazen bir sayfayı yazmak saatler hatta günler alabiliyor. Özellikle kaynak araştırması konusunda da hassas olduğumuzdan bu da ayrı bir mesai gerektirdi. Bu süreçte ailemizden ve uykumuzdan çalarak ilerlemeye çalıştık. Kendi payıma söyleyeyim, Ulaş olmasaydı böyle bir işe cesaret edemezdim. İki kişi yazmamızın, bize hem bu iş yükünü bölüşme şansı tanırken hem de bir birinden farklı fikirleri ve duyguları harmanlayarak ilerleyip, ortaya koyduğu sinerji ile hikayeyi zenginleştirdiğini düşünüyorum.

- Kitap yazmanın zorluklarından bahsettiniz, bu süreçte sizi yazmaktan vazgeçirecek engellerle karşılaştığınız mı?

EP- Söylediğim gibi bir yandan çalışırken diğer yandan da özenerek bu işe emek vermek oldukça yorucu oldu. Biz kitaba başlayıp bitirene kadar geçen zaman içinde hayatın olağan akışı hoş ve nahoş sürprizlerle devam etti. Önce Oktay Amca'yı (Ulaş'ın babası) bir kaza sonucu kaybettik. Sonra Kartal Rüzgar doğdu, ben baba oldum. Hayat sizin planlarınıza aldırmadan olanca hızıyla akıyor. Bundandır ki, çok uzun vade plan yapmak bazen anlaşmasız kalabilir. Bu dönemde yazmaya ara verdik. Sonrasında yeniden kafa kafaya verip başladığımız işi bitirmek için yeniden yazmaya devam ettik. Oktay Amca'nın vefat etmeden önce bizi bu konuda cesaretlendirmesi bu işi bitirmemiz konusunda oldukça tetikleyici olmuştur.

- Anladığım kadarıyla Oktay Bey kitabı okumuştu. Yazarken farklı kişilere okutup onların da görüşlerini aldınız mı? İlk tepkileri nasıldı?

EP – Daha önce böyle bir işe girişmediğimiz için ortaya çıkan eserin başkalarının gözünde nasıl algılanacağını sürekli merak ettik. Fakat bu merak "Onları memnun etmek için ne yazalım veya nasıl yazalım endişesinden bağımsız "acaba oluyor mu" merakıydı. Bundandır ki çevremizde özellikle kitap okumaya sevdalı arkadaşlarımıza kısım kısım bazı bölümleri okuttuk. Sonrasında; "devamında noldu? daha yazmadınız mı?" diye ısrarla arayanlar oldu. Onlardan gelen olumlu-olumsuz her samimi eleştiriyi dikkate aldık. İnsan hayatının her kısmında bu tarz geribildirimlerin gelişmemiz için büyük önem taşıdığına inanıyorum.

-Bundan sonra başka projeleriniz de olacak mı? Ve bu projelerde yine birlikte mi yer alacaksınız?

EP – Yazmak eylemi başlı başına büyüleyici bir olay. Aklından geçenleri, duygularını somutlaştırarak kalıcı bir halde diğer insanlara sunabiliyorsun. Roman yazmak ise tahayyül ettiğin farkı dünyaları, insanları, davranışları kendi toplumsal gerçekliğinle süzüp belki tamamen kurgusal belki gerçeğin ta kendisi hikayeler ve karakterler oluşturmak imkanı veriyor. Düşüncelerimizi ifade etmek için sanırım yazmaya devam edeceğiz. Ulaş'la aklımızda yeni bir hikaye var. O hayalin de peşinden birlikte gideceğimize inanıyorum.