Aydın Ünal'dan Cem Küçük'e: Hiç boşa heveslenmeyin
Yeni Şafak yazarı Aydın Ünal, Cem Küçük'ün Mavi Marmara ve İslamcılarla ilgili sözlerine sert çıktı. Ünal: "Dışardan bakanlar onları “deli” zanneder, “manyak” zanneder… Hiç boşa heveslenmeyin" dedi.
AK Parti Ankara Milletvekili ve Yeni Şafak yazarı Aydın Ünal, adını anmadan gazeteci Cem Küçük'ün “Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan AK Parti'ye döndükten sonra, radikal İslamcılar ve Mavi Marmara’daki manyak tiplerle yollarını ayırmalı" ifadesine tepki gösterdi.
"Sizin dışardan bakıp 'deli' zannettiğiniz, 'manyak' dediğiniz bu insanların ateşi üflemekle sönmez. İstikametleri de değişmez" diyen Ünal, "Altından dağlar verseniz satın alamayacağınız, ikbal umutlarıyla kandıramayacağınız, size hiç benzemeyen 'dava delileri' var karşınızda. Ve o 'dava delileri' şimdi her şeye yeniden başlıyorlar. Hiç boşa heveslenmeyin" ifadesini kullandı.
İŞTE AYDIN ÜNAL'IN O YAZISI
AK Parti'ye bir “şirket” nazarıyla bakanlar olabilir; partiye,
“kar getiren kuruluş”, “ikbal kapısı” mantığıyla yaklaşanlar da
olabilir.
Böyle büyük bir siyasi harekete, hele hele iktidardaki bir partiye
kimilerinin bu nazarla bakması da gayet tabiidir.
Büyük bir gemiye benzetirseniz AK Parti'yi, dümeninde kaptanı
vardır, mürettebatı vardır, yolcuları vardır; bir de, piresinden
faresine, kaçak yolcusundan seyyar satıcısına kadar gemiye
“tutunanlar” vardır. Kaptan, mürettebat ve yolcular, belli bir rota
içinde menzile doğru yol alırken, menzile ulaşmanın mücadelesini
verirken, kimileri de yolculuk esnasında bir şeyler koparmanın,
daha çok kazanmanın mücadelesini verirler. Kaptanın, mürettebatın
ve yolcuların, açık denizlerde gemilerinden başka tutunacak
dalları, takdir-i İlahi'den öte sığınakları yoktur; diğerleri ise,
boyunlarında can simitleri, filikaların başında, en küçük
sarsıntıda gemiyi terk etmek için fırsat kollayanlardır.
AK Parti, 14 Ağustos 2001'de kurulmuş olsa da, esasında,
16 yaşında bir siyasi parti değil, asırlardır yıkılmadan ayakta
duran köklü bir dava çınarının yeni bir dalıdır. O dava çınarının
ruh kökünde Sultan Alparslan'dan Fatih'e, Yavuz Sultan Selim'den
Abdülhamid'e, Necmettin Erbakan'dan Recep Tayyip Erdoğan'a kadar
nice büyük devlet adamının alın teri; Şeyh Edebali'den Mehmet
Akif'e, Mevlana'dan Necip Fazıl'a, Yunus Emre'den Sezai Karakoç'a
nice gönül insanının medeniyet tahayyülü, tasavvuru ve çizdikleri
rotaları vardır.
Bir de, hiç görünmeyen, bilinmeyen, anılmayan isimsiz
kahramanları vardır bu davanın. Kimi zaman ellerinde kılıç nefer
olmuş, can vermişlerdir, kimi zaman yoksulu arayıp bulmuş, karnını
doyurmuşlardır, kimi zaman aç kalmış, açıkta kalmış, kimselere
belli etmemişlerdir; davalarının delisi olmuş, varlarını,
yoklarını, bütün gayretlerini davaya adamış, hiçbir çıkar, hiçbir
ikbal beklentisine girmeden bir ömür boyu dava için
koşturmuşlardır. “Cahil”, “köylü”, “taşralı”, “yoksul”, “gerici”,
“yobaz” gibi sıfatların tahkir amacıyla muhatabı olmalarına rağmen,
zengin gönülleriyle, ufukları aşan basiretleriyle, bilginleri
kıskandıran feraset ve hikmetleriyle, sarsılmaz imanlarıyla,
bitmeyen sabırları, tükenmeyen umutları, dillerinden düşmeyen
samimi dualarıyla, işte davayı omuzlayıp, şu noktalara, şu muhteşem
zafer günlerine bizzat onlar taşımışlardır.
Dışardan bakanlar onları “deli” zanneder, “manyak”
zanneder…
Mü'minin, davasına inanmış olanın vasfı da işte tam budur,
dışarıya tam da böyle görünmektir.
AK Parti'yi analiz etmeye çalışanların hep çaresiz kaldıkları
noktadır bu…
Bu deliliği, bu manyaklığı, bu dava tutkusunu, bu imanı
anlamak, sadece bu ruh halinin içinde olmakla, o çeşmeden kana kana
içebilmekle, o özü, maksadı, gayeyi kavrayabilmekle,
özümseyebilmekle mümkün olur.
Ne dışardan bakarak, ne de tutunarak, yanaşarak, asılarak,
yapışarak anlaşılmaz bu delilik ve
“manyaklık”.
“Artık çok paramız var, bayrak asan gönüllülere ihtiyacımız
yok. Bayrağı da, afişi de parayla astırırız” diyenlerin
anlamadıkları şu: O direklere bayrak asmak için çıkanlar, afiş
yapıştıranlar, broşür dağıtanlar, kapı kapı gezenler, sabah
çocuklarını uyurken öpüp, gece yarısı çocuklarını uyurken bulanlar,
öğrenci yetiştirmek için çırpınanlar, yoksul bulup doyurmak için
koşturanlar, Filistin için ciğerini dağlayanlar, mazlum çocukları
kendi çocukları kadar sevenler, teşkilat içinde teşkilat
disipliniyle aşkla çalışanlar bunları para için, ikbal için
yapmadılar; onlar bunu iman şuuruyla, dava derdiyle, Allah rızası
için, aşkla, tutkuyla, bizzat gönülleriyle, gönüllü olarak
yaptılar.
Davadan “gönülü”, “aşkı”, “savdayı”, “derdi” çıkarırsanız,
geriye hiçbir şey, ama hiçbir şey kalmaz.
AK Parti'yi anlamayanların, asla da anlamayacakların, AK
Parti'ye dair ne sözlerinin, ne tasarımlarının, ne projelerinin
kıymeti harbiyesi yok.
AK Parti bir şirket değil, bir çıkar kapısı, kazanç kapısı da
değil.
AK Parti, gücü aldığı oylarla, kazandıkları ve
kazandırdıklarıyla ölçülebilecek bir parti değildir. AK Parti,
ufkuyla, vizyonuyla, sabrıyla, sebatıyla, vatanına, milletine,
bağımsızlığına olan aşkıyla, adalete olan tutkusuyla, Filistin
davası başta olmak üzere mazlumlar için derdiyle, davasına deli
gibi bağlılıyla gücü ölçülebilecek bir partidir.
Kimler kimler bu geminin tabanında delik açmak için çabaladı;
onları hatırlayan da yok.
Asırlar içinde ne boş heveslere kapıldılar: “Bitti” dediler,
“gemi su alıyor” dediler, “fitne” dediler, “sonun başlangıcı, işte
inişe geçti” dediler…
“Her dem yeniden doğduğumuzu” bir türlü
anlamadılar.
Sizin dışardan bakıp “deli” zannettiğiniz, “manyak” dediğiniz
bu insanların ateşi üflemekle sönmez. İstikametleri de
değişmez.
Altından dağlar verseniz satın alamayacağınız, ikbal
umutlarıyla kandıramayacağınız, size hiç benzemeyen “dava delileri”
var karşınızda. Ve o “dava delileri” şimdi her şeye yeniden
başlıyorlar. Hiç boşa heveslenmeyin…