Aslı Çakır

Milliyet

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi (İLEF) mezunlarınca  oluşturulan İletişimliler Vakfı tarafından her yıl düzenlenen  Meslekte 50 Yıl Onur Günü’nde
İLEF Dekan Yardımcı ve İletişimliler Vakfı Başkanı Prof. Dr.Abdülrezak Altun “Bir mesleğin varoluşunun birinci koşulu ustaların varlığıdır” diyordu.

Gerçekten de genç gazetecilere yol gösterecek "usta"lar giderek azalıyor. 

Milliyet yazarları Sami Kohen'le Doğan Heper de o ustalardan. Kohen meslekteki 60., Heper ise 50. yılını kutladı geçen günlerde.

Kısa süre önce 65'nci kuruluş yıldönümünü kutlayan Milliyet, Kohen ve Heper'le yapılan röportajı birinci sayfasından yayınladı.

ZENGİN OLURUZ UMUDUYLA GİRMEDİK MESLEĞE

50 yaşı biraz geçenlerin emekli olup bir tatil kasabasına yerleşme hayali kurduğu günümüzde Kohen için gazetecilik nefes almakla eşanlamlı.

Milliyet'le yapılan röportajda, "...Evet, bu bir tutkudur. İyi gazeteci kendini bu mesleğe büyük bir tutkuyla bağlar. Bu evrensel bir şeydir...Biz 50-60 yıl önce başladığımızda gazetelerin imkanları çok sınırlıydı. Dolayısıyla başlarken biliyorduk, "çok çalışırız, zengin oluruz" umuduyla girmedik bu işe...Beklentimiz işi iyi yapıp itibar sahibi olmaktı. Zaten çay-simitten fazlasını beklemiyorduk. Seve seve yaptık işi"diyor.

Kohen'in söyledikleri ders niteliğinde:

 "Yeni nesille ilgili eleştirilebilecek şey yaratıcılık yeteneğinin adeta ölmüş olmasıdır. Bugün habercilik basmakalıp bir şey haline geldi. İnternette, televizyonlarda, ajanslarda ne veriliyorsa o çıkıyor basında. Bu birincisi yazı işleri yönetiminden kaynaklanır. Yönetim haber yaratacak şekilde yönlendirmeli insanları. Bir de muhabirin bireysel hamleler yapması lazım. Ben Çin'e, Kuzey Kore'ye giden dünyanın ilk gazetecisiyim. Nasıl oldu? Aklıma esiyor, bir deneyeyim diyorum. 1971. Mao zamanı. Burada Çin elçiliği yok. Gidiyordum Paris'teki elçiliğin kapısını çalıp "Ben gitmek istiyorum" diyordum. Onlarla yazışıyorduk, sonra da Abdi İpekçi'ye danışıyordum, ola ki bir şey çıkarsa diye. Bunun bir de maddi yönü var sonuçta. Bunu ben kendimi övmek için anlatmıyorum. Şunu söylemeye çalışıyorum. 1. Gazetecinin kendi içinden bir şeyler gelmesi lazım. 2. Gazete yönetiminin buna yeşil ışık yakması, hatta böyle şeyler önermesi lazım."

MİLLİYET'İN SAHİBİ BİZİZ...

1980'ler ve 1990'lardaki Milliyet efsanesinin yaratıcılarından birinin Doğan Heper olduğunu yeni kuşaklar büyük olaslık bilmiyordur. Milliyet herhalde tarihinde ilk kez bir milyon bastığı zaman genel yayın yönetmenliği koltuğunda o oturuyordu. Gazeteciliği 24 saat yaşayan, çalışan muhabire değer veren ve motive etmesini bilen Heper de "Gazetecilik hakikaten aşk. Önce isteğe sonra tahsile bağlı"diyor röportajda.

Heper, mesleğin itibar kaybetmesi için de açık konuşuyor ve "...Eskiden anketlerde en itibarlı meslek olarak medya en üstte yer alırdı. Şimdi aşağılara indi. Yetişenler çoğaldı ama itibar azaldı....Medya işine siyaset karıştı. Artık havuz medyası deniyor. Onun bunun gazetesi oldu bazı gazeteler, onlara itibar edenler var"diyor.

Basında artık son bulan rekabet için de şöyle konuşuyor:

"Bu 50-60 yıl içinde bizi transfer etmek isteyen olmadı mı? Çok oldu ama gitmedik. Bizde Milliyet aşkı var. Çünkü Milliyet'in sahibi biziz. 6 tane patron değişti bu gazetede. Gazeteci vakit, ortam değişse de bunları atlatmasını bilmeli, yerinde kalmalı. Rekabet etmeli diğer gazetelerle. Daha önce de söyledim; biz hep "Yarın Ertuğrul (Özkök) ve Zafer'i (Mutlu) ağlatmalıyız" diye çalıştık. Ama şimdi öyle bir şey kalmadı pek. İşte bu hırsı aşılamak lazım."

Aslı Çakır da mesleğin iki ustası ile yaptığı röportaj ile günün muhabiri oldu.