Aslı Aydıntaşbaş bu yazı yüzünden mi gönderildi?
Milliyet yazarı Aslı Aydıntaşbaş bugün gazetesindeki köşesinde yayımlanan yazısı ile okurlarına veda etti, peki ama neden?
"Her yolun bir sonu vardır" derler. Ben de Milliyet gazetesiyle olan yolculuğumun sonuna geldim." diyerek başladığı yazısında Aydıntaşbaş, gazeteden gönderilmiş olduğunu "nazikçe" gizlediği yazısında "kuşkusuz görüşlerimde gazete yönetimiyle farklılaştığım noktalar var. Bu zamana kadar istediğim gibi yazdım. Ama bundan sonra doğru olan, daha fazla rahatsızlık vermeden ve olabildiğince medeni bir el sıkışmayla vedalaşmak." dedi.
Yazısında "medeni" ve "nezaket" sözcüklerine özel önem veren
Aydıntaşbaş, "Kapıyı çektikten sonra arkadan konuşan biri
olmayacağım. Bugün söylemediğini yarın söylemenin anlamı yok.
Medyanın içinde olduğu durum kolay değil." dedi ve
ekledi: "Bize düşen, biraz cesaret, biraz mantık ama en
önemlisi nezaket. Nezaketi elden bırakmaya niyetim yok."
Pazartesi günü yazdığı yazısında, "Birbirimize ne kadar kızsak da, hepimiz aynı gemideyiz. Batarsak birlikte, çıkarsak birlikte düze çıkacağız." diyen Aslı Aydıntaşbaş, New York Times'da Türkiye'yi yerden yere vuran başmakaleyi yorumlamış ve "Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'dan, medyaya öfkelendiği anlarda bile Türkiye'nin itibarını düşünerek daha yumuşak bir üslup kullanmasını, hatta medyayla polemiğe girmemesini rica ediyorum." demişti.
İşte Aslı Aydıntaşbaş'ın Milliyet'ten gönderilmesine yol açtığı ileri sürülen o son yazısı:
Birbirimize ne kadar kızsak da, hepimiz aynı gemideyiz. Batarsak birlikte, çıkarsak birlikte düze çıkacağız.
Haliyle New York Times'da Türkiye'yi yerden yere vuran bir başyazı çıktığında, cümlelerin çoğuna katılsam da, içim buruluyor. Nihayetinde Türkiye'nin itibarı, hepimizi ilgilendiren bir konu. İktidara ne kadar kızsak da, ben bu ülkenin otoriterleşme veya baskıyla değil, birkaç yıl öncesine kadar olduğu gibi yükselen ekonomisi ve demokrasi deneyimiyle anılmasını isterim.
CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN'DAN RİCA EDİYORUM
New York Times'a konu olan meselelerden biri, iktidarın seçim
öncesi medyayı, daha doğrusu Doğan grubunu hedef alması. İfade
özgürlüğü ve medyaya yönelik politikalar konusunda bu memlekette
söylenebilecek her söz söylendi. Aynı görüşleri yinelememe gerek
yok.
Ancak, yine de Türkiye'yi yönetenlerden, özellikle de şu anda
sürücü koltuğunda olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'dan,
medyaya öfkelendiği anlarda bile Türkiye'nin itibarını düşünerek
daha yumuşak bir üslup kullanmasını, hatta medyayla polemiğe
girmemesini rica ediyorum.
Çünkü bu üslup, sadece o gazeteyi değil, her muhabir, her editör, her yazarı ürkütüyor, medyada bir korku atmosferi yaratıyor.
BEN ANKARA'DAYKEN BÖYLE DEĞİLDİ
Erdoğan 2009'lara kadar böyle bir üslubu olmadığı için büyüdü.
Bugün ise Ak Parti'nin gerilemesindeki en önemli neden,
kamuoyunun gerilimden usanmış olması. Bu aşamadan sonra
gerilim, Ak Parti'de oy kaybına neden olacaktır.
Biliyorum ki Cumhurbaşkanı'nın çevresindekiler ve kendisine
yakın medya, sürekli bu kızgınlık psikolojisini
pompalamakta. Bu durum eskiden böyle değildi. Benim
Ankara'da yaşadığım ve Erdoğan hükümetini yakın takip ettiğim
dönemde, etrafındaki insanlar, farklı profillerden gelir,
gerektiğinde itirazlarını dile getirirdi.
ERDOĞAN BANA "NE KADAR
NAİFSİN" DER GİBİ BAKTI VE...
Aklıma o yıllarda Tayyip Erdoğan'la bire bir yaptığım bir
sohbet geldi. Sanırım Etiyopya'ya giderken Başbakanlık
uçağındaydı. Başbakan yine medyaya, muhtemelen o dönem
çalıştığım gazetenin manşetine içerlemişti. Ben Ankara
temsilcisi olarak o manşetin patronun kararıyla atılmadığını,
aslında da gazetede birinci sayfayı bizlerin ve yazı işlerinin
yaptığını söylemiştim. Doğru olan da buydu. Erdoğan ise bana
"Ne kadar naifsin" der gibi bakmış, patronların
kendisiyle bir araya geldiğinde bambaşka konuştuğunu
söylemişti.
Olabilir. Kuşkusuz patronların kendi gazeteleri üzerinde bir ağırlığı var. Genel yayın politikalarını belirlerler. Ancak günlük haber, manşet, birinci sayfayı patronlar yapmaz. Hele de bu kadar hızlı değişen 7/24 haber dünyasında, patronlar en iyi ihtimalle yapılan gazeteyi gece görürler.
BU SATIRLARI YAZARKEN PATRONDAN İZİN ALMADIM
Ben bu satırları yazarken, ne patrondan, ne yazı
işlerinden, ne de genel yayın yönetmeninden izin aldım.
Birçok yazar ya da editör, benim gibi kendi bireysel hareket
ediyor. Haliyle bu kadar anlık hızla dönen bir medya çarkında o
gazetenin patronun Cumhurbaşkanı'nın kızdığı Mursi manşetinden
haberdar olması dahi mümkün değil.
Bu gazetenin patronu Erdoğan Demirören, Milliyet'i çok zor
zamanlarda Aydın Doğan'dan satın aldı ve yaşattı. Aydın
Doğan, bu gazetenin sahibi Erdoğan Demirören gibi hem medya hem de
sermaye dünyasında mazisi olan bir işadamı. Her ikisini de tanıyor,
bugün medyada olmalarına değer veriyorum. Bu gazetelere
dışarıdan bakıldığında itirazlarınız olabilir; ancak önemli olan
tüm dünyada tirajlar düşerken bu gazetelerin
yaşamasıdır.
Bugün Türkiye'nin de ihtiyacı olan, hem medya hem de siyasette
daha az öfke daha çok kalite ve empatidir. Dedim
ya, hepimiz aynı gemideyiz. İleride yüz yüze bakacak kadar
hatırımız kalsın. Haksız mıyım?