Ahmet Hakan'dan bomba açıklamalar!
Ahmet Hakan Kanal D Haber Dairesi’nin başkanı oldu ve yarından itibaren Kanal D Ana Haber’i sunacak. Ahmet Hakan yeni görevi öncesi samimi açıklamalar yaptı.
Tarafsız Bölge programının yanı sıra kısa bir süre
önce Kanal D Ana Haber'in sunuculuğunu da üstlenen Ahmet Hakan,
TBMM'de görüşmeleri süren anayasa değişikliği teklifi için "Yeni
sistem değişiminin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği anlamında derin
kuşkularım var. Referandumdan geçse bile bu değişikliğin kalıcı
olmayacağına inanıyorum" dedi.
AK Parti'nin 'yeni Türkiye' söylemi üzerinden "Eski Türkiye
çok matah değildi" ifadelerini kullanan Hakan, "eski ve yeni
Türkiye arasında çok fark yok. Sadece eski Türkiye’nin ezen
aktörleriyle ezilen aktörleri yer değiştirdi" diye konuştu. Hakan,
"Gazetecilik yaptığım süre içerisinde dört cumhurbaşkanı gördüm.
Ama hiçbir zaman Çankaya Köşkü’ne davet edilmedim. Dolayısıyla ben
her dönemin adamı değilim. Her dönemin en kötü adamıyım!"
dedi.
İŞTE AHMET HAKAN'IN O
RÖPORTAJI
Ahmet Hakan'ın Hürriyet gazetesinden Hakan Gence'ye verdiği
yanıtlar şöyle:
Yarından itibaren anchorman (haber sunucusu) olarak
karşımızda olacaksınız. 13 yıl aradan sonra yeniden...
Halihazırda bir tartışma programı sunuyor, köşe yazıları yazıyorken
neden bu işi kabul ettiniz?
- Artık Türkiye’de büyük bir cepheleşme olduğu için tartışma
programlarının pek tadı tuzu kalmadı. Ezberbozma yok, söylenenler
belli... Bu cenderenin içinden sıyrılmak istiyordum. Haber sunma
teklifi benim için fırsat oldu.
Anchorman’lik için nasıl bir dönem bu?
- Benim yapmak istediğim türde haber anlayışı için daha doğru
zaman olamazdı. Reha Muhtar’ı saymıyorum..
Nedir o habercilik anlayışı?
- Türkiye’de bir kutuplaşma ve kutuplaşmaya yol açan birçok
etken var. Bu etkenler arasında iktidar ağırlıklı rol oynuyor.
Fakat buna rağmen bu cendereden kurtuluşun yolu yok gibi görünüyor.
Herkes kendi cephesine çekilmiş, birbirine ateş etmekte. Ben her
akşam bu sarmaldan kurtulmaya ve insanların soluk alacakları bir
alan oluşturmaya çalışacağım. Burada cepheleşmenin izlerini
görmeyeceksiniz. Doğruya doğru, eğriye eğri denen bir alan olacak.
Partizanlık, önyargı olmayacak, yaşam tarzlarına saygı
olacak...
Basın özgürlüğünün tartışıldığı bu dönemde,
karşılaşabileceğiniz zorluk ve baskılar sizi tedirgin etmiyor
mu?
- Eğer düzgün bir üslupla, insanları dışlamayan, kucaklayan
bir yaklaşım sergilerseniz, size yönelebilecek her türlü baskının
üstesinden gelebilirsiniz.
Habere kendi yorumlarını katan sunuculardan mı olacaksınız?
Suya sabuna dokunacak mısınız?
- Hem suya hem sabuna dokunmayı düşünüyorum. Önemli olan
yöntem. Mevcut tarzın biraz dışında, mevcut altyapının üzerine;
yorumlar, konuklar, yeni anlatım imkânları, yeni basitleştirmeler,
derinleştirmeler, çerçeveler ve sadeleştirmelerle, başka bir
anlatım tarzıyla haberi renklendireceğim. Bunun içinde su da, sabun
da, yorum da, dokunma da var...
Sizce en başarılı haber sunucuları kimlerdi?
- Ali Kırca, Uğur Dündar, Mehmet Ali Birand... Hepsinin
tarzları farklı. Ortak özellikleri karizmatik olmaları, halka güven
vermeleri, haberi özümseyerek sunmaları, haberin hem başında
hem de sunanı olmalarıydı.
Reha Muhtar’ı es geçtiniz?
Onu saymıyorum. Çünkü o işin biraz daha şov kısmına yönelmiş
biriydi. Ama hadi, onu da sayalım, üzülmesin!
O KONUYU GEÇ!
“Ortak özellikleri karizmatik olmaları” dediniz. Sizde o karizma
var mı?
- Karizmatik olmanın ilk şartı “Karizmatiğim” dememek. O
yüzden bu soruyu sessiz kalarak geçiştireyim.
Hem ana haber, hem tartışma programı hem de haftanın her
günü köşe yazısı... Nasıl yetişeceksiniz hepsine?
Disiplinli ilerlersem başarabilecekmişim gibi geliyor. Özel
hayatımda pek olmasam da iş konusunda disiplinliyim.
Bu karışık gündemde, bu kadar siyasi haberle uğraşırken
rahatlamak için yoga, pilates gibi yöntemler deniyor
musunuz?
-Delikanlıyı bozacak şeylerle uğraşmıyoruz. Film ve dizi
izliyorum.
Bu kadar işten özel hayata vakit kalıyor mu?
- Çok kalmıyor...
Şimdi hayatınızda biri var mı?
Devlet Bahçeli gibi cevap vereyim: O konuyu geç!
Polemik yaratmayı değil açık konuşmayı
severim
Buraya gelmeden önce birçok kişiyle konuştum; herkes siyasi
duruşunuz hakkındaki kafa karışıklığından söz ediyor. Nedir siyasi
görüşünüz?
Siyasi kavramlar, bir insanı tek başına anlatmaya her zaman
yetmez. Liberalim dersin ama nasıl bir liberalsin? Mehmet Barlas
gibi bir liberal misin mesela?
Soruya cevap vermediniz...
Demokrat, vicdanlı, özgürlükçü ve liberal bir insan olmaya
çalışıyorum. Bu tip tanımlarla insanın kendini ifade etmesi zor.
Gazeteciliğe başlayalı 20 yıl oldu. İlk yıllarımda o zamanın
egemenleri, benim çalıştığım yayın organının karşısındaydı. Sonra
benim savunduklarım iktidara geldi, ben yine mevcut iktidarın
nimetlerinden yararlanan bir gazeteci olmadım. Tam karşılarında
kendimi konumlandırmamış olsam da, -istesem tam yanlarında
konumlandırabilecekken- yapmadım. Gazetecilik yaptığım süre
içerisinde dört cumhurbaşkanı gördüm. Ama hiçbir zaman Çankaya
Köşkü’ne davet edilmedim. Dolayısıyla ben her dönemin adamı
değilim. Her dönemin en kötü adamıyım!
Size ‘polemiklerin prensi’ deniyor... Dikkat çekmeyi
seviyor musunuz?
- Ben polemik seven biri değilim. Sadece açık konuşmayı
severim. Bu işler yapaylıkla olmaz.
Yükselen kariyeriniz sırasında ego patlamaları yaşadığınız
zamanlar oldu mu?
- Olmadı hiç.
“Hiç egom yok” demek başlı başına bir ego belirtisi değil
mi?
- Birçok açıdan çok eksiğim var ama bu noktada kendimi
mükemmel olmasam da iyi görüyorum.
Referandumdan geçse bile bu değişikliğin kalıcı
olmayacağına inanıyorum
Sizce nereye gidiyoruz?
Büyük bir dönüm noktasına... Yeni sistem değişiminin
gerçekleşip gerçekleşmeyeceği anlamında derin kuşkularım var.
Referandumdan geçse bile bu değişikliğin kalıcı olmayacağına
inanıyorum.
Elde ettikleri güçten neden feragat etsinler?
Çünkü yürümez. Kuvvetler ayrılığının olmadığı, Meclis’i yok
sayan bir sistem olmaz. Bugünün dünyasında mümkün şey
değil.
Peki bu sistem geleceğimizi nasıl etkiler?
Zaten mevcut durumda da boşluklar nedeniyle sistem,
getirilmek istenen sistem gibi işletiliyor. Kâğıt üzerinde öyle
olmasa bile... Dolayısıyla artık kâğıt üzerinde de öyle olacak. Ama
birçok probleme de yol açacak. Erdoğan’ı biliyoruz; nereye kadar
gidebileceğini, ne kadar esneyebileceğini, geri çekilebileceğini,
yöntemini, nelerden vazgeçebileceğini, tarzını... Esas problem
ondan sonra başlayacak. Bilmediğimiz biri gelecek! Ve onun bu
sistemle ne yapacağını kestiremeyeceğiz. O noktada büyük problemler
çıkacak ama o noktaya bile gelinmeden çeşitli komplikasyonlar
görüleceğini ve nerede hata yaptık diye düzenlemeler yapılacağını
düşünüyorum.
Atatürk’ün değerinin anlaşılmasını sağlayacak
gelişmeler yaşanıyor
Atatürk’le ilgili yazdığınız yazı çok tartışıldı. “Senin
ülkeye getirdiğin laiklik ilkesine epey laf saydırmışlığım vardır.
Bugün geldiğimiz şu noktada ‘İyi ki laiklik ilkesini hayata
geçirmişsin’ diyorum, başka da bir şey demiyorum” dediniz. Bunları
söylemeyi neden şimdi tercih ettiniz?
İçinde yetiştiğim aile ortamı ve kültürel atmosferde hep
Atatürk ve cumhuriyetle ilgili birtakım küçük kuşkular ve mesafe
duygusu vardı. Bunun nedenlerini anlayabiliyorum ama burada
detaylara girmeyelim. Diyorum ki; bugün 15 Temmuz, Ortadoğu’daki
gelişmeler... Bütün bunlara baktığımız zaman Atatürk’le ilgili bu
eleştirel bakışımı yeniden gözden geçirmek durumundayım. Çünkü 15
Temmuz’da din kisvesi altındaki bir cemaatin bu kadar hunhar bir
darbe girişiminde bulunması, bu kadar insanı katletmesi,
Ortadoğu’da her türlü mezhebin birbirinin gözünü oyması, bunlar
Atatürk’ün eskiden eleştirdiğimiz yönlerini unutturuyor, çok da
güzel bir iş yapmış duygusu uyandırıyor.
Fenerbahçe’nin maçlarında İzmir Marşı söyleniyor. Bir yanda
da Atatürk heykelleri kaldırılıyor... Yeni anlayışınızla birlikte
bu gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz?
Eskiden Türkiye’de Atatürk ve Atatürkçülük üzerinden toplumun
bir kesimine baskı yapılırdı. İnsanların hayat tarzlarına müdahale
edildi, “Niye karışıyorsun” diyenlere “Bu Atatürk Türkiye’sine
yakışmıyor” denirdi.
Peki şimdi...
Şimdi yeni yaranma duyguları ve yeni başka değerler üzerinden
insanların hayatlarına karışılıyor. Atatürk gitti, yerine başka
istismar alanları geldi. Şimdi Atatürk’ün savunulması, maçlarda
Atatürk sloganlarının atılması, marşlarının dinlenmesi beni hiç
rahatsız etmiyor. Çünkü Atatürk demenin imtiyaz sağladığı dönem
bitti. Hatta Atatürk demek çok da makbul bir durum değil devlet
katlarında. Dolayısıyla şimdi Atatürk diyenler bütün
samimiyetleriyle söylüyor. Ayrıca Atatürk’ün değerinin
anlaşılmasını sağlayacak gelişmeler yaşanıyor. Heykel kaldırma gibi
şeyler de ilkel davranışlar. Bunun bir gereğinin ve anlamının
olmadığını düşünüyorum.
İslamcı kesimden bu aydınlanmayı yaşayan çok kişi var
mı?
Benim kadar net bir şekilde ifade etmeseler de orada da
benzer bir yaklaşımı gözlemliyorum. Bağımsız düşünme yeteneklerini
ve şartlarını kaybetmemiş olup da cumhuriyet projesine yönelik ağır
eleştiriler yapanlarda bir yumuşama gözlemliyorum.
ESKİ TÜRKİYE'DE ASLINDA ÇOK
MATAH DEĞİLDİ
‘Eski Türkiye’yi özlüyor musunuz?
Özlemiyorum. Çünkü eski Türkiye de aslında çok matah bir
Türkiye değildi. Hiçbir sorumluluğu olmayan, ellerinde sadece silah
gücü bulunduran bürokratlar bizim seçimle işbaşına getirdiğimiz
iktidarları perde arkasından yönlendirirdi. Bu kabul edilebilir bir
şey değil. Eski Türkiye’de de iktidarları gazetelerin falan sert
biçimde eleştirmesi söz konusu olmazdı. Asker eleştirilemezdi.
Genelkurmay Başkanını eleştirmek mümkün değildi. Tayyip Erdoğan’ı
eleştirmekten daha zordu.
Peki vatandaş açısından bakınca... Röportaj yaptığım pek
çok kadın oyuncu artık sokakta istediği gibi giyinemediğini
söylüyor. Şort giydiği için otobüste bir kadın tekmeleniyor, alkol
ekranda buzlanıyor, öpüşme sahnesi bile sakıncalı
görülüyor...
İsmet Özel bir şiirinde der ki; “İnsanlar hangi dünyaya kulak
kesilmişse öbürüne sağır”. Eski Türkiye’de olup bitenlerden
şikâayetçi olan insanlar vardı. Kendilerini mutlu mesut hissedenler
onların şikâyetlerini değersiz ve abartılı bulurlardı. Bugün de
anlattığınız gibi bazı sanatçılar olup bitenlerden rahatsız oluyor,
kendi hayat tarzlarına müdahale edildiğini düşünüyor. Fakat
iktidarı oluşturan kitleler onların bu şikâyetlerini abartılı ve
yersiz buluyor. Hatta duymazdan geliyor. O zamanlar başörtüsü
dendiğinde, “Abartmayın efendim, üç-beş kız öğrenci” deniliyordu.
Şimdi de “Bir hemşireye tekme atılmış” deniyor. Kısaca eski ve yeni
Türkiye arasında çok fark yok. Sadece eski Türkiye’nin ezen
aktörleriyle ezilen aktörleri yer değiştirdi.
Peki ezildiğini söylediğiniz kesim, yaşadıklarından şikâyet
ederek geldiği noktada neden daha duyarlı davranmıyor?
En acı tarafı bu. Sana yapılanların benzerini başkalarına
yapmak feci bir şey!
Bu durumda umutlu ve mutlu olmak için ne
yapmalı?
Yakınmaktan vazgeçip herkesin elini taşın altına koyması
lazım. Siyasi yapılardan memnuniyet duyulmuyorsa yeni bir siyasi
yapının ortaya çıkması lazım.
Siz siyasete atılır mısınız?
Bu benim işim değil. Ben kendimi öyle
konumlandırmadım.
Melih Gökçek Twitter’a girdi ve her şeyi
mahvetti
Twitter’ı etkin bir şekilde kullanıyordunuz. Ama son
dönemde sosyal medyayla aranıza mesafe girdi. Neden?
Twitter çok bozuldu. “Allah bir” desen itirazlar geliyor.
Eğlencesini kaybetti. İnsanların politik olarak lobi yaptıkları,
kimsenin kimseyi dinlemeyip reaksiyon gösterdiği bir kampanya alanı
haline geldi. Oysa eskiden neşeliydi. Bir de Melih Gökçek girdi ve
her şeyi mahvetti. Twitter’ın oluşturucularından bile daha fazla
kullanıyor bu alanı.
Instagram...
- Orası daha iyi. Ama Melih Gökçek duymasın! Henüz oralara
ulaşamadı.
Böyle diyorsunuz ama Gökçek’e sık sık cevap vermeden de
duramıyorsunuz...
- Bir tek ona cevap veriyorum zaten. Eğlenceli geliyor
bana...
Orhan Pamuk söz söylemesi gerektiği zamanlarda
konuşmaktan kaçındı, kaçındı, kaçındı...
En büyük takıntınız neye ya da kime?
- Takıntılı biri değilim.
Peki son dönemde yazılarınızda sıkça bahsettiğiniz Orhan
Pamuk...
- Evet, ona takıntılıyım...
Nedir onunla derdiniz?
- Orhan Pamuk aslında bugün içinde bulunduğumuz sorunlara
hâkim; bu sorunları anlayan, bunlarla ilgili söyleyecek sözü olan
bir isimdi. Fakat söz söylemesi gerektiği zamanlarda konuşmaktan
kaçındı, kaçındı, kaçındı...
Bilerek mi?
- Evet, bilerek, isteyerek, taammüden... Artık herkesin avaz
avaz bağırdığı bir günde, o da çıkıp kısık sesle bir şeyler
söylüyor. İşte buna sinir oluyorum. O herkesin sustuğu dönemde
konuşmalıydı. Çünkü bilmiyor değildi, biliyordu... Anlamıyor
değildi, anlıyordu...
Acaba siz, iki erkek aydın arasında bir rekabet mi
var?
- Estağfurullah, Orhan Pamuk çok büyük bir romancı,
edebiyatçı... Alanlarımız farklı. Başarısı tartışılmaz. Bu
söylediklerim de onun başarısını reddetmek
anlamına gelmiyor.
Yaşadığınız darp olayından sonra korkup hükümete yakın bir
tutum takınmakla suçlandınız...
- Bunu daha net anlatmak için zaman çizelgesi yapmak lazım
ama çok üşeniyorum. Mesela 7 Haziran’dan önce “HDP’yi önemsiyorum”
dedim. Yüksek oy alsınlar, PKK’dan kendilerini ayırsınlar diye
düşünüyordum. 7 Haziran’dan sonra PKK durup dururken terör
eylemlerine başladı. Biz de HDP’ye “Bunlara bir şey deyin” dedik.
HDP’li troller yumuşamakla suçladı. Ne yapsaydım yani? Ne güzel
öldürüyorsunuz mu deseydim?
Saldırı sonrası hayatınızda neler değişti peki
gerçekten?
- Bir saldırıya uğramak başka bir saldırıya uğramayacağınız
anlamına gelmiyor. Bundan kaçış yok. Ben de güvenlik önlemlerimi
biraz daha artırdım. Arabam biraz daha güvenli hale
geldi...