Afrin operasyonunda Türkiye'nin sadece askerle değil
aynı zamanda algı yönetimi konusunda da bir savaş verdiğini
köşesine taşıyan Fatih Çekirce, Basın Yayın Müdürü Mehmet
Akarca'nın özellikle yabancı gazetecileri sahaya götürerek neler
yaşandığını görmeleri için gösterdiği gayretten bahsetti.
"Yabancı basına zırhlı araçlar, internet
olanakları, fotoğraf ve video geçmek için her türlü teknik olanağı
sağlamışlar. Doğrusu bir gazeteci olarak kutluyorum." diyen
Çekirge, Mehmet Akarca'nın uçan mermilerin altında neler
hissettiğini de onun dilinden şöyle
anlattı: “Fatih, Allah
dedim... Mermiler cayır cayır
etrafımızdan uçuyordu. Birine bir şey olsa... Sonra bir füze
yanımızdaki bir zırhlıya isabet etti. Ardından keskin nişancıların
mermileri. Adamlar derinliği bir metre olan beton kuleler inşa
etmiş. Tankla topla aşmak zor. İşte oradan ateş
ediyorlar.Neyse ki hiçbir gazetecinin burnu
kanamadan dünyaya bu terör gerçeğini gösterdik.”
İŞTE FATİH ÇEKİRGE'NİN O
YAZISI
"AFRİN cephesinde hep asker var, genel müdürün işi ne” diye
sorarsanız eğer...
Anlatıyorum.
Burseya Dağı’nın ele geçirildiği saatlerde...
Zeytin Dalı’nda bu defa başka bir harekâtı anlatıyorum.
Mehmetçik Afrin’e doğru dağlarda savaşıyor ya...
Adı manşetlerde olmayan bir Mehmet daha var.
Arkadaşım, gazeteci Mehmet
Akarca.
Şimdi Basın Yayın Genel Müdürü.
120 yabancı gazeteciyi ve 160 bizim gazeteci çocukları cepheye
götürdü.
İşte başlıktaki söz de onundur.
Çünkü Mehmet
Akarca biliyordu ki...
Bizim asker dağlarda teröriste karşı savaşırken...
Bir başka savaş da medyada verilecekti.
Yani algı operasyonlarına karşı...
Azez’e doğru dünya basını için bir merkez kurdu.
Çünkü PKK ve PYD özellikle Avrupa’dan yabancı basını davet edip
bir propaganda savaşı başlatmak istiyordu.
Akarca’nın verdiği savaşın adı da işte
budur.
Washington Post, Times, TASS, Associated Press gibi dünya
çapında medya kurumlarından 120 gazeteciyi cuma günü zırhlı
araçlarla cepheye taşıdı.
İşte o noktadan sonrasını Mehmet
Akarca şöyle anlatıyor...
“Fatih, dünyanın önde gelen gazetelerinin temsilcileri
ile yola çıktık, sınırı geçtik gidiyoruz. Onlar çatışmayı,
olan biteni görmek istiyor. Bir zırhlı araçla gidiyoruz. Tam
Burseya’ya geldik ki üzerimize bir mermi yağmaya başladı. O sırada
çekim yapan televizyoncular var.”
Sordum:
“Mehmet, o an ne hissettin?”
Cevap:
“Fatih, Allah
dedim... Mermiler cayır cayır
etrafımızdan uçuyordu. Birine bir şey olsa... Sonra bir füze
yanımızdaki bir zırhlıya isabet etti. Ardından keskin nişancıların
mermileri. Adamlar derinliği bir metre olan beton kuleler inşa
etmiş. Tankla topla aşmak zor. İşte oradan ateş
ediyorlar.Neyse ki hiçbir gazetecinin burnu
kanamadan dünyaya bu terör gerçeğini gösterdik.”
Akarca ateş altında kalan
yabancı gazetecilere sonra şunu anlatıyor:
“Arkadaşlar, işte gördünüz, sınırımıza 5-6 km kala terör
örgütlerinden böyle ateş yağıyor. Dünyada hangi ülke, sınırından
yağan böyle bir alçaklığa ve ateşe izin verir? Hemen her gün
onların ateşiyle bir vatandaşımız ya canından oldu ya da
yaralandı...”
Evet arkadaşlar...
Mehmet Akarca kulak
hizasından geçen mermilerin sesi altında bana bir başka savaşı
anlattı.
Bunun adı propaganda savaşıdır.
Yani...
Dünyanın öteki yakasında, bizim derdimizden uzak insanlara
gerçeği gösterme mücadelesi.
Haklı olduğumuzu biz zaten biliyoruz.
Ama eğer dünya da görsün diyorsanız...
Akarca’nın verdiği savaşın adı işte budur.
Yabancı basına zırhlı araçlar, internet olanakları, fotoğraf ve
video geçmek için her türlü teknik olanağı sağlamışlar.
Doğrusu bir gazeteci olarak kutluyorum.
Cephedeki meslektaşlarıma gelince...
Bütün Türk medyası cephede müthiş bir mücadele veriyor.
Aslında cepheden yayın yapan o muhabir ve
kameraman çocukların tamamının adını buraya yazmak
isterdim.
Biliyorum ki gece yarılarına kadar ve soğukta gazetecilik adına
muazzam işler yapıyorlar.
Keşke onların da anılarını yayınlasak.
Helal olsun...