Neden böyle yapıyor bu adamlar?

Zannımca bu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en hassas olduğu konu olan FETÖ mücadelesinde, FETÖ’cü olmadıklarını kanıtlama, ateşten topu birbirlerinin kucaklarına atma yarışı.

Nereye Bakıyor Bu Adamlar?” filmini bilmeyeniniz yoktur, Zeki-Metin’in filmi.

Sen daha önce vapur görmüş müydün?” diyen Zeki’yle, “Tabii oğlum, ben askerliğimi Urfa’da yaptım” cevabını veren Metin’in harika filmi.

Köyden İstanbul’a geldiklerinde. İlk kez gördükleri vapura büyük bir hayretle bakarlarken, reklamcı Süleyman Turan’ın çektiği fotoğrafla reklam yıldızı oldukları film.

Son günlerde. Giderek artan dozda birbirlerine laf yetiştirip, zılgıt çeken, hakaret edip yerden yere vuran köşe yazarı tayfasına bakıp bakıp “Neden böyle yapıyor bu adamlar?” diyorum ben de.

Artık. Genel köşe yazısı karakteri bu oldu. Son günlere kadar zorlama da olsa bir anlamı vardı yazarların birbirlerine vurmalarının.

Ayrı kamplardaydılar. Ayrı cepheciklerdeydiler. Ayrı dünya görüşündeydiler.

Ayrı amaçları, ayrı yolları vardı.

Birbirlerini sevmemelerinin, kızmalarının rasyonel nedenleri sıralanabilirdi.

Üstelik, sisteme vurup başlarını belaya sokmak yerine, kişilere odaklı eleştiriler konforlu bir alandır.

Nitekim, köşe yazarlarının olup bitene dair fikirlerini yazmak yerine, karşı taraftan yazarlara omuz atmalarına alışmıştık. Da…

Şimdi. Ne ayrı cephe var. Ne ayrı kamp. Ne de ayrı dünya görüşü.

Var olmasına var da, egemen görüş dışındakilerin esamesi okunmuyor, o bakımdan.

Öyleyse ne oluyor? Neden oluyor?

Almanya, Hollanda krizlerini köpürtmenin dışında geriye birbirlerine sayıp sövme had safhada.

Tamam, ben de dahil herkesin Ahmet Hakan’a bir şey demesinin bir anlamı var.

Adam, büyük köşe yazarlarının öldüğü bir dünyada tek mihenk noktası durumunda. Ona vurmak caiz midir bilemem ama cazip olduğu kesin.

Ahmet’i geçelim.

Tek başına kalmış iktidar mahallesinde atılan savaş çığlıkları neyin nesi?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, eski konuşma yazarı (ki bence çok iyi bir yazardır) Aydın Ünal’ın yazısıyla zirve yapan kavga neden?

Ünal gibi sır küpü ve sabır taşı bir adamın, adrese teslim kişiler için yazdıklarına bakın;

Manevra kabiliyeti yüksek besili ve cüsseli dostlar…”

Mücadeleye öyle bir aşkla sarıldılar ki, biz bile ‘paralel’, ‘FETÖ’cü’, ‘kripto’ ithamlarına maruz kalmaya başladık.”

Moğol istilacıları gibi acımasızca ne var ne yok yakıp yıkıyorlar.”

Çekirge sürüsü…”

Züccaciye dükkanına giren fil…”

Aynı mahalleden Yusuf Kaplan’ın “Bütün temiz adamları temizliyorlar” ifadesiyle desteklediği Aydın Ünal’ın sözlerine cevaplar ise şöyleydi:

Terbiyesiz, ahlaksız, ne idüğü belirsiz, sinsi, fırıldak…”

Bu ekibe, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mustafa Varank’ın Ünal lehine “bir dakika” demesi kavgayı bitirecek midir göreceğiz.

Böyle bir ortamda, hiç bir şey bilmeyen bizim gibiler için taraf olmak büyük aptallıktır.

Onlar barışır, olan araya girip “Az bir durun ağalar beyler” diyene olur.

Biz seyrediyoruz da...

Neden böyle yapıyor bu adamlar?” sorusu ortada duruyor.

Bu bir çıkar çatışması falan değil. Çıkarlarının ortak olduğu ortamda.

Zannımca bu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en hassas olduğu konu olan FETÖ mücadelesinde, FETÖ’cü olmadıklarını kanıtlama, ateşten topu birbirlerinin kucaklarına atma yarışı.

MUHALEFET PARTİSİ OLARAK FİLLİ BOYA

Filli Boya’nın kısa film uzunluğundaki reklamının çok ses getirme nedenlerini sıralayalım;

Bir, fazlasıyla sahici olması.

İki, ticari riski göze alacak kadar cesur olması.

Üç, iç dökme derdi taşıyan reklamverenle özdeşleşenlerin derdine tecüman olması.

Dört, muhalefeti ezip geçen tüm medya içerikleri arasında ince bir soluk olması.

Beş, varlığından şüpheye düşülen, bazen “yokluğu varlığından iyi” denilen muhalefetin bıraktığı devasa boşluğu doldurması.

REFERANDUM NASIL KAZANILIR?

Hayır”cılar, açık ara farkla önde olduklarını gösterip, kazanacaklarına inanır, inançlarını gösterebilirlerse.

Evet”çiler, Avrupa’yı bile dize getirecek bir liderlerinin olduğu izlenimine yüklenirlerse.

PARDON EKSİK YAZMIŞIM

Önceki yazılarımdan birinde, CHP’nin “hayır” kampanyasını sahiplenmemesi gerektiğini yazmıştım.

Sağolsunlar ya danışmanları ya Kemal Bey okumuş olmalı ki, kampanyayı CHP olarak sahiplenmediler.

Beni anladılar ama yanlış anladılar. İşi, parti kimliğini belirten logoları falan silmeye vardırdılar.

Aynı yazıda, “Selin Sayek Böke’yi konuşturmasınlar, Gürsel Tekin’i ev hapsinde tutsunlar” vs. demiştim. “Kemal Bey de ortada görünmesin” demeyi unutmuşum.

Pardon.

NEREDEN ÖĞRENDİN?

15 Temmuz gecesi, darbe girişimini Cumhurbaşkanı Erdoğan “Eniştemden öğrendim” demişti.

Tutuklu bulunan 2.Ordu Komutanı Adem Huditi ise “Oğlum arayınca öğrendim” demiş.

Bende enişte de, oğul da olmayınca.

Bodrum’da aile yemeğinin ileri saatlerinde arayan arkadaşımdan öğrenmiştim.

Bizimki paniklemiş ses tonuyla “Darbe oluyor” dediğinde, yanıtım “Alkollü müsün, ne saçmalıyorsun?” olmuştu.

LAF ARAMIZDA

Gülse Birsel’in köşe yazılarının komik olmadığını yazan Oray Eğin haklı.

Cem Yılmaz’ın film çekmeyi bırakıp stand up’a dönmesi konusunda görüş bildiren herkes haklı.

AKLIMDA KALAN

Gençlerin içimi eriten gözyaşları: Onların hayalleri vardı. Yıllar boyu döktükleri terleri, verdikleri emekleri. Ailelerinin umuduydular. 10.00’da başlayacak olan sınava, 09.45’de geldiler diye alınmadılar. Anneleri bir yandan kendileri bir yandan çaresizce ağladılar ki, o gözyaşlarına sebep olmak hangi vicdana sığardı? Sınavın resmi saati 10.00 olduğuna göre, 09.45’ten itibaren öğrencileri almamak idari bir suçtur, keyfi bir tutumdur. Mağdurların İdare Mahkemelerine gitmesi gerekir. Bir yılları, o yılla birlikte hevesleri uçup gittikten sonra davayı kazansalar ne olur ki… Belki alacakları tazminatlar teselli olur. Zannımca 10.00’da başlayan bir sınava, 10.15’e kadar alınmak da bir haktır. Yazık oldu gencecik çocuklara ve onlara umut bağlayan ailelerine.

Yorumlar