Erdoğan Aktaş'tan özür diliyorum...

Medya kamuoyu önünde Erdoğan Aktaş’tan yaşananlar için özür diliyor, salondaki zor koşullara rağmen beyefendiliğinden zerre ödün vermediği için arkadaşı olmakla gurur duyuyorum.

Uzun zamandır yazamadım.

“Los Angeles sokaklarını turladım”, “Arkadaşlarla bilmem ne adalarında bir eğlendik ki sormayın”, “Michelin yıldızlı restoranda İtalyan şef eşliğinde zıkkımın kökünü yedik” türü yazılarla dönüş yapmak isterdim.

Yapamam.

İki haftadır hastanedeyiz. Annem yatıyor ben de yanına konan ek yatağa yerleşmiş durumdayım. (İlgi gösteren herkese yürekten bir selam.)

Bu süre zarfında hastaneden bir kez çıkabildim.

CNN Türk Genel Müdürü Erdoğan Aktaş, müdürü olduğum İletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi’nin davetiyle Fakültemize gelecekti.

Organizasyonu yapan öğrenciler heyecanlıydı. Uzun bir aradan sonra, ilk kez meslekleri açısından bu kadar önemli bir konuk ağırlıyorlardı.

Hastanede hem pijamam, hem gündelik giysim olan eşofmanla fakülteye gittim.

Ahmet Taner Kışlalı Salonu tıklım tıklımdı. Bir o kadar öğrenci de dışarıda kalmıştı.

Dekan odasındaki sohbetimiz sırasında kampüsün güvenlik amiri geldi, “salonda öğrenci kolektiflerinden gençlerin olduğunu, protesto edeceklerini” haber verdi.

Erdoğan Aktaş güvenlik amirine, “Protestocu öğrencilere zarar verecek bir harekette bulunmayın” dedi, “gençler özgürce protestolarını yapsınlar.”

Hınca hınç dolu salonda zorlukla ilerleyerek yerimize oturduk.

Kısa bir açılış konuşması yaptım.

Medyanın başına gelenlerle başladım, Erdoğan Aktaş’ın “iyi gazetecilerden olduğunu” söyleyerek sözü ona bıraktım.

Bıraktım bırakmasına da, yüzlerce öğrencinin arasındaki 15 “kolektif” üyesinin üst üste sorduğu sorularla ağzını açmaya fırsatı olamadı.

Soruyu soranlar cevap almak için değil, Erdoğan’ı konuşturmamak için oradaydılar.

Salonda bulunan hocalar araya girip, soru sorma özgürlüklerini savunduğumuzu, ama konuğun da konuşma özgürlüğü olduğunu hatırlatmaya çalıştık, olmadı.

Onların protesto özgürlüğünü savunan Erdoğan’a, bir cümle bile kurma özgürlüğü vermediler.

Bununla da kalmayıp kendilerine yakın haber sitelerine “sorularımıza cevap veremedi” şeklinde yalan haber yaptıran gazetecilik öğrencileri vardı aralarında!

“Kolektif” sözcüğünün bu kadar negatifleşmesi üzücüydü.

Toplumsal kirlenme bütüncül bir şey, bir taraf kirlenirken diğer taraf temiz kalmıyor.

Baskıya karşı örgütlenip, şiddete karşı etkinlikler gerçekleştirip, baskı ve şiddeti bizzat üretmelerine söylenecek söz yok.

İletişim ortamında “diyaloğun” ölümünü gördük. 

Cümle kurma fırsatı verilmeyen Erdoğan kürsüden indi.

Mevcut medya düzeninin “antitezi” olduğunu savunan medyanın gerçeği eğip bükmesine tanıklık ettik.

Hiç birini değil, sendika.org’u aradım.

“Tuz kokarsa ne yapacağız” dedim, “Erdoğan Aktaş’la ilgili yaptığınız haber baştan sona yanlış.” 

“Haberinizin absürtlüğüne örnek vereyim, haberinize göre ben ‘gazetedeki işimden kovulursam evimin taksitini ödeyemeyeceğimi’ söylemişim. Çalıştığım bir gazete olmadığına göre kovulmam mümkün değil, taksitli bir evim de yok.”

Ya gazeteduvar.com’da, Celal Başlangıç’ın olmadığı halde oradaymış gibi hayal ürünü cümleler döşenmesi, gazeteciliğin ustaları tarafından da linç edilmesi değilse nedir? 

Öğrencisinden sonradan olmasına, iktidar yalakasından emektarına gazeteciliği işkence ede ede öldürdüler. 

Tüm medyanın günahından sorumlu tutulan Erdoğan Aktaş, orada efendiliğin dersini verdi.

Bir konuşmacıyı kürsüde konuşturmamak gibi yalancı zaferlerle avunan gençleri gördük.

Medya kamuoyu önünde Erdoğan Aktaş’tan yaşananlar için özür diliyor, salondaki zor koşullara rağmen beyefendiliğinden zerre ödün vermediği için arkadaşı olmakla gurur duyuyorum. 

HANDE FIRAT’I RAHAT BIRAKIN

Hande iyi gazetecidir. Kariyerine büyük emek vermiştir.

15 Temmuz akşamı da işinin zirvesine çıkmış, Cumhurbaşkanıyla bağlantı kurmuştur.

Ne var ki, o günden beri bir tarafta “Bizim sözcümüz ol” diyen Hükümet, diğer tarafta “Bizim kurtarıcımız ol” diyen Doğan Holding arasında gazeteciliği heba oluyor.

Hocası ve dostu olarak bu duruma “Yaa kızı bir rahat bırakın” diye bağırasım var.

KEMAL BEY SİZCE NE İÇİYOR OLABİLİR?

Yoğun muhalefet yaptığını düşünerek, “Ben başbakan olunca dört yılda terörü bitireceğim” diyor. 

Öncesini saymıyorum, genel başkan olalı altı yıl geçtikten sonra, seçmene “Beni tanımıyorsunuz” diyor.

Rakı içmediği kesin de, acaba ne içiyor olabilir?

BENCE

-15 Temmuz darbe girişimini araştırma komisyonu Fetullah Gülen’in en sevdiği yemeğe kadar gelerek karikatür bir hal almaya başlamıştır. 

-Barolar Birliği Başkanı Feyzioğlu’nun bu ara görünür olma çabasının CHP içerisinde Ümit Kocasakal’ın gördüğü ilgiyle ilişkisi vardır.

-CHP’nin başkanlık sistemine karşı söylemini “330 oy alamazlar” sığlığına taşıması, başkanlık değirmenine su taşımaktır.

-Bir zamanlar gülmekten yüz kaslarımın ağrıdığı Cem Yılmaz’ın popülaritesini korumak için oğlu Kemal’i kullanması acıklı bir haldir. 

-Hale Soygazi’nin “yaşam boyu başarı ödülü” alması, ödül sisteminin sefaletinin kanıtıdır. Soygazi hayatının ilk yarısında sinema yapmış, ikinci yarısında Murat Belge’yle yaşama talihsizliğinden başka bir şey yapmamıştır.

-“Doğum kontrolü bence çağ dışı” diyen Sağlık Bakanının “çağ” konusunda kafası hayli karışık.

BİZ YAZINCA KIZSALAR DA…

Biz yazınca kızsalar da, akıl başa uzun yol kat edip geç gelse de, olsun sonunda yazdığım gibi oluyor. 

7 Ekim’deki yazımda sormuştum: “İsminin başında ‘Türkiye’ olan bir federasyon, sözleşmesini neden AB para birimi üzerinden yapar?”

Aradan iki ay geçti. Önce Ekonomi Bakanı, sonra da Başbakan Futbol Federasyonuna “yayın ihalesini Türk lirası olarak düzelt” dediler.

Umarız sıra, Fatih Terim’in sözleşmesindeki çok milyon Euro’ya da gelir.

BENCE KENDİNİ EVDE BIRAK

Zorlama mega starımız Tarkan, bir restorandan ayrılırken gazetecilere “Eşimi evde bıraktım, iş görüşmesine geldim” demiş.

Mega starımıza göre eş, evde bırakılan bir şeydir.

Özgür iradesi olmayan, kocasına teslim bir şeydir.

Alınabilen, bırakılabilen herhangi bir şeydir. 

AKLIMDA KALAN

“Bu günleri de görecek miydik?” sorusu: Kuruluşundan bu yana bir iletişim öyküsüydü. Her durumu, her olayı lehine yazmayı başaran bir iletişim büyücüsüydü. Her bataktan zaferle çıkmış algısı yaratan efsane bir iletişim örgütlenmesiydi. Adalet ve Kalkınma Partisi demek başlı başına bir iletişim zekâsıyla düşünen bir örgütlenme demekti. Yalnızca bizde değil, pek çok ülkenin üniversitesinde “case” olarak inceleniyordu. Bugün durum, Adalet Bakanı tarafından “Biz meramımızı anlatamadık” noktasına gelince insan duyduklarına inanamıyor.

Yorumlar