Bu referandumda birşey eksik...

Ne kadar “Evet mi, hayır mı, söyle bana nedir senin cevabın?” şarkısını söyleyip filmini izlesem de, bu referandum sürecinde bir şey eksik.

Baştan söyleyeyim o eksiğin ne olduğunu ben de bilmiyorum.

Ömrümüzün son 15 yılı her kampanyayı sürükleyenin Erdoğan olmasına alıştığımızdan belki.

Muhalefetten iyiden iyiye umut kestiğimizden de olabilir.

Tüm sorumluluğu halkın üzerine bıraktığımızdandır belki.

Ya da “evet”, “hayır” gibi iki seçenekli hallere sıkışmışlığın bunaltısı.

Bilmiyorum.

Bu kez referandum sorusunun cevabının tüm kafalarda fazlasıyla net olmasından da olabilir.

Hep, bir çatışma üzerine kampanya kurmaya alışmış ekibin “evet” gibi, olumlu, sorunsuz bir sözcükle ne yapacaklarını bilemeyişlerinden de olabilir.

Hayır”cıların her birinin ayrı telden çaldığından da.

Ne kadar “Evet mi, hayır mı, söyle bana nedir senin cevabın?” şarkısını söyleyip filmini izlesem de, bu referandum sürecinde bir şey eksik.

BAŞKAN TRUMP’A BİR DE BURDAN BAKIN

Kanımca, Başkan Trump kendisine biçilen rolü müthiş oynuyor.

Sabahları güne televizyon izleyerek başlıyor, şov seviyor.

O, soytarı düşkünü olduğunu bildiği medyayı eylem ve söylemleriyle meşgul ederken, ABD’yi başkan yardımcısı Mike Pence yönetiyor.

Trump’ın “tavsiye alma” kapasitesi var, ki bizim siyasetçilerde zerresi yoktur.

Yeni bir hareket oluşturacak gücü yok, ama halkta oluşan bir hareketi görerek onun temsilcisi olma zekası var.

ÇOK KISKANIYORUM ÇOK!

Adam televizyonda tartışma programı yapıyordu. Üstüne bir de televizyon kanalının haberlerini yönetmeye başladı.

O da yetmedi, ana haberi sunuyor.

Üstüne sosyalleşiyor. Kafeler, restoranlar geziyor. Kendine sevgili üstüne sevgili yapıyor.

Onca meşguliyete rağmen aksatmadan köşe yazmıyor mu, ifrit oluyorum!

Tamam para sebil olunca, her işte arkanı toplayanların oluyor ama yine de…

Bir de İskender Pala var.

Televizyon söyleşilerine katılıyor. Tartışmalara giriyor. Ders veriyor.

Üstüne de neredeyse her yıl bir kitap çıkarıyor. Her kitap bir öncekinden iddialı oluyor.

Bu iki adamın da yazma coşkularını nasıl kıskanıyorum anlatılır gibi değil.

Nasıl oluyorsa oluyor, adamlar yazıyor…

YETMEZ AMA EVET

Hürriyet’in büyük olay haline getirerek sunduğu “Kitap/Sanat” ekiyle ilgili görüşlerim;

Kağıt kalitesi berbat. Bu kadar övündükleri bir iş için hiç değilse daha kaliteli bir kağıda basılsa, özlediğimiz dergi hissini verebilirdi.

İçerik, İstanbul’a saplanıp kalırsa ülkeye yabancılaşıp kalabilir. Bir tek Bursa haberi dışında tüm haber ve yazılar İstanbulluydu. Böyle olacaksa İstanbul baskısıyla dağıtsınlar daha iyi. Türkiye baskısı boşa masraf.

Hiç değilse bu kez, Doğan Hızlan ortada görünmeseydi de danışma kurulu falan gibi bir yerde tutulsaydı.

Bu haliyle dergi, Sedat Ergin gibi “cool” bir adamın, o kadar uzun bir sunum/tanıtım yazısı yazmasını hak etmiyor diyeceğim ama o yazı da Ergin’in köşe yazmaya dönüşünün işareti gibiydi.

Sonuç; fikir şahane, kesinlikle kitap ve sanat eki boşluğunun doldurulması gerekiyordu.

KAFAMDA DOLANAN SORULAR

Çocuk düşünüyor musunuz” sorusuna “Düşünüyorum ama yakın zamanda değil” diyen sanatçının haberine “Artık çocuk düşünüyorum” başlığını atan editör neyin kafasını yaşıyor olabilir?

Milletvekilinden belediye başkanına toplanmışlar stüdyoya, aklı yerinde mi bilinmeyen bir haneden torununu ciddiye alıp uzun uzun tartıştıran Halk Tv, “evet”çilere çalışıyor olabilir mi?

Canan Karatay, iyi kadın, hoş kadın. Söylediği çok şeye de katılıyorum. Da… Her programda onu görmekten artık gına gelmedi mi?

Develi ve Anamur Belediye başkanları Mahsun Kırmızıgül’ün son filmini yasaklayınca, son dönem Türk filmlerine gitme yasağımı kaldırıp bu filme gitsem mi?

Murat Yıldırım’ın, “Kim Milyoner Olmak İster?” yarışmasını sunması, ses tonundan beden diline kadar, tam bir fiyasko değil de nedir?

ANKARA’DAN OLSUN, ÇAMURDAN OLSUN

Farklı oluyorlar. Kaliteli oluyorlar, derinlikli oluyorlar.

İstanbul’a gidince az biraz bozuluyorlar ama olsun, Ankara’nın onlarda kalan tortusu bile onları sürüden ayırmaya yetiyor.

Mesela, yeni dizi “Adı Efsane”de oynayan Ankaralılara bakın.

Erdal Beşikçioğlu bir tarafa, bir delikanlı var ki, bence İstanbul bozmazsa muhteşem bir oyuncu olabilir.

Cem Yiğit Üzümoğlu. Hacettepe’den. Ajansı, soyadını kullanmayıp “Cem Yiğit” yapsa daha doğru olurdu ama neyse…

O bakışlar ve duruş onda oldukça adında kaç sözcük olsa ezberletir.

Diğer Ankaralımız popçu Eylül. Müziğini falan bilmem. Ayşe Arman’a öyle şeyler söylemiş ki, kumaşı hakkında önemli ipuçları veriyor..

Özgüveni yerinde, güzelliğine tezat “Güzeli sevmek kolay olduğundan vazgeçmek de kolaydır” diyor.

İĞRENÇMİŞİZ

Çin bilim insanları uğraşmışlar, didinmişler insanların nereden geldiğine dair bir keşif yapmışlar.

O keşfe göre mikroorganizma olarak ilk halimiz;

Ağzından yiyor, kakasını ağzından yapıyormuş.

Denizde kumlar arasında yaşıyormuş.

Yiyeceklerini bütün olarak yutuyormuş.

AKLIMDA KALAN

Acaba neredeler?” sorusu: Bir zamanlar Bahar Erdeniz diye biri vardı, onu görünce iç geçirmeyen erkek neredeyse yoktu. Şimdi nerede acaba? Bir zamanlar Aydan Şener diye biri vardı. Oynadığı her dizi reytinglerde birinci olurdu. Şimdi nerede acaba? Bir zamanlar Aytaç Arman diye biri vardı. Genç kızların gözdesiydi. Bir ara dizilerde görünüyordu, şimdi nerede acaba? Bir zamanlar Beyhan Hürol diye bir tiyatro oyuncusu vardı. Bizim “Kadın Ana”mızdı, “Ferhunde Hanım”ımızdı. Muhteşemdi. Şimdi nerede acaba?

Yorumlar