"Bir çeşit pislik gibisin!"

Hepimizin yanında bize gerektiğinde “bir çeşit pislik gibi olduğumuzu” çekinmeden söyleyecek insanlar olmalı.

Aktrist Gwyneth Paltrow, Oscar kazandıktan sonra kendini bir halt sanmaya ve öyle de yaşamaya başlamış.

Taa ki. Bir gün babası ona “Bir çeşit pislik gibisin” diyene kadar.

Önce, babasının bu sözüyle yıkılmış.

Sonra kendisini toparlamış, yaşamına çeki düzen vermiş.

Böylece” diyor Paltrow, “babamın sözleri başıma gelen en iyi şey oldu.”

Bu haberi gazetede okuduktan birkaç saat sonra. Birkaç gazeteci dostla sohbette, politikacıların yaptığı yanlışlar ve danışmanlık mekanizması üzerine konuşuyorduk.

İçimizden biri, önemli bir siyasetçi hakkında “Danışmanları yanlış yönlendiriyor, gaz veriyor” dedi.

Masadakiler ona hak verince de “Danışmanlık felsefesi” dedim, “gaz yerine daha çok frene basmak şeklinde olmalı.”

Karşındaki önemli kişi zaten gaza basmaya heveslidir. Kendisinin her türden üstün yetenekle donandığını düşünür.

O konuma gelmesini üstün niteliklerine bağlamaya teşnedir. Çevresi de bu teşneliği kullanıp kendine yontmaya bakar.

Bir çeşit pislik gibisin” sözü o bakımdan çok önemlidir.

Hepimizin yanında bize gerektiğinde “bir çeşit pislik gibi olduğumuzu” çekinmeden söyleyecek insanlar olmalı.

Bize o kadar yakın.

Bizim o kadar güvenebileceğimiz.

Hayata o kadar eyvallahsız.

Çıkarsız.

Herkesin “muhteşem” olduğumuzu söylediği, alkış tuttuğu, tıkınırcasına yiyeceğimiz sofralar kurduğu günlerde.

Arka odada. Duvarların ses geçirmeyeceği kadar iki kişilik bir anda. Biri, kulağımıza bir pislik gibi olduğumuzu fısıldama cesareti gösterirse, nefretimizi kazanmayı göze alarak.

Frene basma zamanımız gelmiş demektir.

Şimdi bu yazıyı okuyanlara soruyorum: Yanınızda böyle biri var mı?
Varsa, ne kadar zengin olduğunuzun farkında mısınız?

BİRAZ CİDDİ OLSAK DİYORUM…

TBMM’deki Darbe Komisyonu eski Genelkurmay başkanlarını dinleyecekmiş.

Dinlenecek Genelkurmay başkanları arasında İlker Başbuğ da var.

O İlker Başbuğ ki, Genelkurmay İkinci Başkanıyken basın toplantılarında FETÖ hakkında konuştu.

Genelkurmay Başkanıyken, Başbakana, Cumhurbaşkanına bildiklerini anlattı.

Bu nedenle de emekli olunca tutuklandı. Cezaevi kapısı önünde yine anlattı.

Tutukluyken, susmadı anlattı.

Mahkemelerde durumu protesto için sustu ama Yargıtay’da anlattı.

Serbest bırakılınca televizyonlarda, gazetelerde anlattı.

Yetinmedi, kitap yazdı.

Darbe Araştırma Komisyonundakilere diyeceğim o ki, zaman kaybetmeye gerek yok, Başbuğ’un size anlatacağı her şey Yargıtay’daki savunma metninde var.

O metin de Başbuğ’un web sayfasında var. Alıp önünüze okuyunuz.

KARAR VERİN

Aynı gün.

Yeni Şafak’tan Hasan Öztürk’ün yazı başlığı “Bahçeli bir kilidi daha açıyor”du.

Akşam’da, Emin Pazarcı’nın köşesinde ise “Bahçeli kilidi açtı” başlığı vardı.

Zamanlamada fikir birlikleri olsa, iki ayrı gazeteye hiç gerek kalmayacak.

MESLEKİ BİR DÜZELTME

Halka İlişkiler alanının neredeyse yarım yüzyıldır ekmeğini yiyen Ali Saydam, köşesinde şöyle yazmış:

Türkçe’de Fırıldak PR’cı anlamına gelen ve 1950’lerin ABD’sinde moda olan Spindoctor dedikleri türden…” (yazım yanlışları Saydam’a ait.)

Oysa.

Spindoctor”, “fırıldak PR’cı” anlamında kullanılmaz. Ne ABD’de, ne de Türkiye’de.

Spin”den yola çıkar ve “bir dış etkiyle döndürmek” anlamında kullanılır. Halkla ilişkilere gidişatı döndürme gücü veren bir ifadedir.

Bu bilgi yanlışı benim açımdan önemsiz olsa da, öğrencilerim için düzeltmek gereği duydum.

BUNU SEVDİM

Hükümet tarımı stratejik sektör kabul etmiş.

Gördüğü her toprak parçasını rezidans arsası sananların ülkesinde.

Ve.

Tarımsal ürünlerin ithal edilmesinden oldum olası rahatsız olan benim gibi biri için bu iyi haber.

HANİ ŞEFFAFLIK?

Tahmin ettiğim gibi oldu.

TFF Başkanı Demirören çıktı, Terim’in avukatlığına soyundu. Arda’yı suçlu buldu.

Onca yenilgi ve elenmenin bir tek özeleştirisini yapmadığı gibi, Terim’e toz kondurmadı.

Hepsi ama hepsi bir yana.

Terim’in trilyonluk sözleşmesinin medyaya yansımasında belki dahli olmuştur diye 50 kişiyi işten atmışlar!

Bunu da utanmadan, sıkılmadan söylüyor, hiç kimse de bir şey demiyor arkadaş.

Federasyonun sözleşmeleri devlet sırrı olabilir mi bu şeffaflaşma çağında?

Tam da bu noktada TFF’nın benim vergilerimi nasıl harcadığının dökümünü istiyorum.

Hiç değilse Bütçe Komisyonunda bu konuya açıklık getirilsin.

AKLIMDA KALAN

“Nerden nereye” düşüncesi: 15 Temmuz gecesi. Deniz Kuvvetleri Komutanı polis merkezine sığınmış. Bu ayrı bir komedi ama işin dram yanı var. Orada kendisine “yollar güvenli değil, vatandaş asker olduğunuzu anlarsa size saldırabilir” denmiş. Oğlunu severken “paşam” diyenlerin, kızını bir subayla evlendirme hayalleri kuranların, kendisi açlıktan ölme pahasına askerine erzak göndererek Kurtuluş Savaşı kazananların ülkesinde geldiğimiz noktaya bakın.

Yorumlar