RÖPORTAJ

Vildan Atasever: Eski filmler kadar samimi hikayeler artık yok!

Sayım Çınar, Frankfurt Türk Filmleri Festivali'nde Vildan Atasever'le Türk sinemasından, edebiyata, oyunculuk kariyerinden, mülteci sorununa kadar geniş bir yelpazeye yayılan keyifli bir röportaj yaptı.

Vildan Atasever:  Eski filmler kadar samimi hikayeler artık yok!
GAZETECİLER.COM - ÖZEL RÖPORTAJ
SAYIM ÇINAR sayimc@superonline.com


Vildan Atasever, genç yaşta Türk sinemasının önde gelen yönetmenleri ile çok önemli projelerde oynadığı aykırı roller ile dikkat çeken, yetenekli bir oyuncu. Sayım Çınar, Frankfurt Türk Filmleri Festivali'nde Vildan Atasever'le Türk sinemasından, edebiyata, oyunculuk kariyerinden, mülteci sorununa kadar geniş bir yelpazeye yayılan keyifli bir röportaj yaptı.

Frankfurt Türk Filmleri Festivali'ndesin. Burada nasıl bir ortamla karşılaştın, neler hissediyorsun?

Almanya'da yaşayan Türklerin, sinema ve gazetecilik eğitimi alan arkadaşlarımızın sıcak ilgileri ile karşılaştım. Festivalde gerçekten çok iyi filmler var. Türkiye'den de çok fazla film var ve burada yaşayan insanlara ulaşılmaya çalışılıyor.

Festivaller ülkemizle diğer ülkelerde yaşayan dostlarımızla bir köprü oluşturuyor. İnsanlarla tanışıp sinema, sanat, şiir, edebiyat, müzik gibi sanatın her dalından sohbet edebilme, bilmediğimiz birçok şeyi öğrenebilme ve tanıyabilme fırsatı sağlıyor. Bu yüzden festivalleri çok seviyorum.

Peki, festivalle ilgili gözlemlerin neler?

Kendi içerisinde butik bir festival olduğunu düşünüyorum. Önemli olan seyirciye ulaştırılan filmler. Bu festivalde daha önce vizyona girmiş, diğer festivallerde yarışmış, DVD'si bile çıkmış filmler var. Seyirci bu filmlere ilgi gösteriyor çünkü oyuncularla bir arada izlemenin keyfini yaşıyor. Merak ettiklerini onlara söylemek ilgisini çekiyor seyircinin. Çok butik, daha yeni, büyüyecek, oluşacak. Ama iyi filmlere önem veren, sanata önem veren bir oluşum.

"İki Genç Kız" filmi, Perihan Mağden'in roman uyarlamasıydı. Geçmişe yolculuk yaptığında o filmden geriye kimler kaldı, neler kaldı?

"İki Genç Kız" filminden bana tecrübeler kaldı tabii ki. Benim için bilmediğim bir dünyayı tanıma tecrübesi oldu. İlk film projemdi ve tuttu. Yıldırım Türker, Perihan Mağden gibi çok disiplinli ve çok doğru insanlarla girdim sinemaya. Doğru hayat kurabilen, doğru diyaloglara sahip, gerçeğe çok yakın ve işin içindeydiler. Onlarla başlayınca ister istemez onlarla devam etmek istiyorsun, onların kalemini, düşüncelerini arıyorsun. Onlardan öğrendiklerimle, edindiğim tecrübelerle yoluma devam ediyorum.

HÜLYA AVŞAR BENİM KIYMETLİM

Hülya Avşar'la çok özel bir ilişkin olduğunu düşünüyorum. "İki Genç Kız" filmi ve "Kadın İsterse" dizisinde birlikte oynadın. Hülya Avşar senin hayatında nasıl bir yere sahip?

O benim minnoş tavşanım, o benim film annem. Ben ona sarılırken "anne" diye sarıldım ve gerçekten onun da bana "kızım" diye sarıldığını biliyorum. Çünkü, Hülya Avşar da büründüğü karakteri içselleştiren, inanarak oynayan, duygularıyla hareket eden bir oyuncu. Teknik değil, gerçekten içselleştiriyor. Bana sarıldığında onun sıcaklığını çok hissettim. Ona anne derken yalan söylemiyordum, benim için gerçekten çok kıymetli. O benim "kıymetlim."

Çok genç bir oyuncusun ama önemli filmlerde yer aldın. Zeki Demirkubuz'un "Kader" filminde de oynadın.

Evet. O filmler meslek hayatımın önemli yapıtaşları diyebilirim. Dönüm noktaları diyemeyeceğim, çünkü oyunculuk kariyerim devam ediyor. Henüz daha yolun çok başındayım. Bundan sonra da o lezzette, o verimlilikte işler yapmak istiyorum.

"Kadın İsterse" dizisinde çok sempatik bir ailenin kızını oynadın. Romantik komediydi, sitcom'du ama çok eğlenceli bir diziydi. Eski bölümleri gösterildiğinde ben yine izliyorum, çok da eğleniyorum. O dönemin masumiyeti hala insanın hoşuna gidiyor...

Bir de doğru yapılan işler unutulmuyor. Her şeyiyle doğru ve samimi olan işleri seyirci unutmuyor. Senaryo Birol Güven'e ait. Çok iyi ve samimi yazılmış. Ekip de çok iyiydi, samimiydi. İşinde iyi olan insanlardan oluşuyordu. O yüzden o duygu seyirciye de geçti. Aile değildik, hatta başta aileyiz gibi yaklaşımlar bana biraz abartılı gelmişti ama gerçekten aile gibi olmuştuk.

Oynamak için de yazmak için de biraz yaşamak gerekiyor değil mi?

Kesinlikle. İnanmak gerekiyor. İnandığın zaman çok da anlam yüklemeye ya da bir şey beklemeye gerek yok, oluyor.

OYUNCULUĞUN ETNİK KÖKENİ, DİNİ YOKTUR

Bugüne kadar Almanya'da yaşayan Türklerle ilgili birçok film çekildi ama onların hayatını ve nasıl yaşadıklarını daha çok Fatih Akın'ın filmlerinden öğrendik. "Duvara Karşı" gibi çok önemli filmler çekti, hepimizin gözbebeği bir yönetmen. İleride Almanya'da geçen ve daha çok Türklerin hayatını anlatan bir film projesi gelse kabul eder misin?

Hikaye benim için çok önemli. Yapacağım işlerde önce senaryoya güvenmem, inanmam lazım. Tabii ki sonrasında yönetmen önemli oluyor. Daha önce tanımadığım, hiç tatmadığım hayatları yaşamayı, hayatın gerçeklerini anlatan projelerde yer almayı çok isterim. Çünkü benim işim oyunculuk, ayrım yapmıyoruz. Oyunculuğun etik kökeni, dini yoktur. O yüzden hiç sevmediğin bir şeyi bile iyi bulduğun için ya da sana aykırı gelen bir karakteri çok sevdiğin için oynayabilirsin. Oyuncu ne kadar sınırsız olursa, ufku da o kadar genişler.

ANNE ROLÜYLE O DUYGUYU DA YAŞAMAK İSTEDİM

En son oynadığın "Yazın Öyküsü" dizisinde anne rolüyle karşımıza çıktın. Ama sen kızından bile daha genç görünüyorsun aslında. Genelde sen annelerin kızı olurdun ama tam tersi oldu. Bu diziyle bence kendine başka bir kulvar açtın. "Anne" olmak nasıl bir duyguydu?

Senin söylediğini başta birçok kişi söyledi, anne rolü nasıl olacak, hala çok genç gösteriyorsun diye... Ben bu duyguyu da yaşamak istedim. Annelik duygusunda hayattaki önceliklerin tamamen değişiyor, önce çocuğun geliyor. Bir kaplan, bir aslan, bir kedi gibi korumaya geçiyorsun. Günümüzde de maalesef çocukları koruma ihtiyacı hissediyoruz.

Peki, o rol için makyaj çalışınız mı?

Makyözümüz Hülya, kuaförümüz Mumi ve ışıkçımız Bilgehan gerçekten çok özel çalıştılar. Yağız Alp Akaydın gerçekten çok değerli bir yönetmen. Bundan sonra ismini sık sık duyacağımıza inanıyorum. Çünkü yaptığı şeyin ne olduğunu iyi biliyor ve çok disiplinli. Dersine çalışarak sete geliyordu, herkes öyleydi. Gerçekten işini seven insanlarla birlikte çalıştık. O yüzden çok doğru bir iş çıktı ortaya. Benim oynadığım Umut Ertek karakterine özel saç, özel makyaj ve doğru kostümler seçildi. Bütün bunlar onun daha olgun bir kadın haline getirdi.

Tabii, seni o yaşta bir kızın annesi olarak kabul edemedik diyenler de oldu ama anne duygusunun karaktere geçtiğini söylüyorlar. Bu benim için daha önemli. Çünkü dünyada abla-kardeş gibi, arkadaş gibi olan çok anne-kız var. Önemli olan seyirciye o duyguyu aktarabilmekti. Seyirci de bunu hissetti. Ekip arkadaşlarımla beraber bunu başardığımıza inanıyorum. Senin de inanıyor olman benim için çok önemli. Sen hala benim gözümde anne değilsin deyip, seninle annelik üzerine ya da o projedeki bir sahne üzerinde konuşmak, tartışmak benim için çok önemli. Bir oyuncu olarak o tipe uygun olmayabilirsin ama o duyguyu verebiliyorsan oyuncusundur. Zaten oyunculuk sana ait olmayan, senin olmadığın şeyi ortaya koymaktır.

Dünyada kocaman bir savaş yaşanıyor ve bu yüzden çok ciddi bir mülteci sorunu ile karşı karşıyayız. Sadece Suriyeli mülteciler değil, Afganistan, Pakistan gibi ülkelerde de mülteciler her geçen gün çoğalıyor. Avrupa farklı bir tavır sergiliyor. Türkiye ise 4 milyon Suriyeliye kapılarını açtı.

Şimdi diğer ülkeler de kapılarını açmaya başladılar ama bu yeterli değil. Bütün ülkelerin mültecilere kapılarını açması lazım.

Bazı insanlar yaş geçtikçe yaşlanmıyor, yaşamadıkça yaşlanıyor. Senin yaşla ilgili bir sorunun olduğunu düşünmüyorum. Oyuncularda, yazarlarda böyle bir sorun olmaz. 'Yaşımı söyleyemem her an değişebiliyor' dediğin anlar oluyor mu?

Oyunculuk nasıl göründüğünle de ilgilidir ya, dünyada çok örneği var. Brad Pitt'in oynadığı "Benjamin Button'un Hikayesi" gibi bir film izledikten sonra aslına hiçbir şeyin önemi kalmadığını görüyorsun. "Kaldırım Serçesi"nde Maria Cotillard inanılmaz bir performans sergiliyor. Çok makyaj vardı belki ama gerçekten de oynadığı karakter Edith Piaf olmuştu, Marion Cotillard değildi o. Charlize Theron'un "Monstar" filminde inanılmaz bir değişim vardı. Demek ki bizim işimiz bir sihir. Önemli olan şu anki halim değil oynayacağım karakterin psikolojisine dönüşebiliyoruz, o duyguyu seyirciye geçirebiliyoruz. Makyaj teknikleri sayesinde artık her şey mümkün.

Biz ise Türkiye'de çok şekildi davranıyoruz gibi geliyor bana. Eğer sen esmer bir adamsan sadece bu rolleri oynayabilirsin, başka bir rol oynayamazsın gibi bir yaklaşım sadece Türkiye'de var.

OYUNCULARI EGOLARIYLA YARGILAMAMALIYIZ

John Malkovich, canı sıkıldığında Türkiye'ye geliyor ve Nişantaşı sokaklarında rahatlıkla yürüyebiliyor. Türkiye'deki oyuncuların ise egoları çok yüksek. Türk oyuncuların egolarını kontrol etmesi gerektiğini düşünüyor musun?

O insanların nasıl yaşadıklarını ve içlerinde ne yaşadıklarını bilemeyiz. Sen Türkiyeli olduğun için ve Türk insanlarını tanıdığın için şu anda böyle konuşabiliyorsun. Fakat insanları veya bir oyuncuyu, bir doktoru ya da bilim adamını egolarıyla yargılamamalıyız. İşini yaparken, icra ettiği şeyi gördüğümüzde ancak onunla ilgili konuşabiliriz. Çünkü biz insanız ve egolarımız da var maalesef. Yaptığımız her şey kendimize zarar verir. Benim yaptığım sana zarar vermez. Maalesef, Türkiye'de dinlemeden eleştirmek, okumadan eleştirmek, gerçekten işin derinine inmeden eleştirmek gibi bir durum var. Önyargılarımızla hareket ediyoruz. Bence insan olarak önce bunları ortadan kaldırmalıyız. Kaldıramadığımız zaman ters durumlar ortaya çıkıyor. Benim işim, yaptığım meslek bu psikolojik durumlara, bu duygulara izin vermez. Çünkü benim dünyayla, insanlarla empati kurmam ve önce insan olarak yargılarımdan kurtulup, eleştireceksem de gerçekten bilerek, bir şeyi kırmadan eleştirmem gerekiyor.

KARİYER OLARAK NEREDEYİM, BUNUNLA İLGİLENMİYORUM

Senin edebiyatla aran nasıl? Seni kalbinden vuran yazarlar var mı?

Beni kalbimden vuran ve onların hikayelerinde oynamak istediğim çok yazar ve eser var. Mesela, Orhan Pamuk'un "Masumiyet Müzesi"ndeki bir karaktere can vermeyi çok isterim. Yıldırım Türker'in kalemini de çok özlüyorum. Dünya edebiyatından, Türk edebiyatından çok etkilendiğim edebiyatçılar, yazarlar var. Bu eserler bir gün film olmasa da bana açtıkları ufuk, açtıkları kapılar, bana bıraktıkları cümleler, duygular da yetiyor bana. Çünkü oynayacağım bir karakterde onların dokunuşları ve bende bıraktıklarıyla da o karaktere bürünebiliyorum. Keşke film olsa dediğim çok hikaye, çok roman var. Mesela, Orhan Pamuk ile Nuri Bilge Ceylan birlikte bir iş yapsa muhteşem olmaz mı?

"İki Genç Kız" filmindeki rolünle Antalya Film Festivali'nde en iyi kadın oyuncu ödülünü aldın. Bu da kariyerin açısından müthiş bir başarı. Peki, Vildan Atasever geldiği noktayı nasıl değerlendiriyor? Rüya gibi mi geçiyor her şey?

Ben şuradayım falan diyecek bir durumda değilim. Bunu söyleyecek kişi de ben değilim.

Ama başarıların ortada...

Çok teşekkür ederim. İşte benim için önemli olan şey bu. Eğer yaptığım şey sana geçiyorsa bu önemlidir. Ben süper yıldız değilim. Gerçekten iyi yazılmış hikayeleri canlandırmak istiyorum. Biraz önce mülteci sorunundan bahsettik, bu sorunları en gerçekçi şekilde sinemada anlatabilmek, orada bir karakter olmak isterim. Gerçekten sözünü çok kullanıyorum, bu kelimeyi çok severim. Gerçekten yazılmış bir karaktere can vermek isterim. Vildan Atasever olarak en önem verdiğim şey bu. Yoksa kariyer olarak neredeyim, bununla ilgilenmiyorum. Ben oynayacağım karakterle, yapacağım projelerle, çalışacağım yönetmenlerle ilgiliyim.

Türk sinemasında seni etkileyen yönetmenler kimler?

Çok var. Bunlar arasında çalıştığım yönetmenler de var.

Peki, hayatını değiştiren filmler diye sorsam...

Hayatımı değiştirdi demek çok büyük bir cümle oluyor benim için. Böyle büyük cümle kurmak bana göre değil ama çok etkilendiğim filmler var. Zeki Demirkubuz'un "Masumiyet" filmini çok seviyorum. "Kış Uykusu" da çok güzel bir film, "Eşkıya"yı çok seviyorum. Uğur Yücel'in "Yazı Tura" filmi gerçekten çok iyi filmdir. "Bir Zamanlar Anadolu"da çok iyi bir filmd. Reha Erdem'in "Kosmos" filmine bayılmıştım.

MÜJDE AR'IN CESARETİNE HAYRANIM

"Türk sinemasında kadın oyuncu deyince akla ilk Müjda Ar geliyor. Neden bu kadar çok etkilendin Müjde Ar'dan?

Yeşilçam döneminden günümüz sinemasına var olmuş bir kadından bahsediyoruz. Türk sinemasının dengelerini ve tabularını yıkan bir kadın. Bütün tabuları yıkmış. Cesaretine hayranım. "Fahriye Abla", "Asiye Nasıl Kurtulur", "Teyzem", "Ah Belinda", "Ağır Roman"... Hepsi de muhteşem filmler... "Asiye Nasıl Kurtulur"un çok iyi bir kadrosu var. Film içinde film, oyun içinde oyun var. Efsane yazarların yazdığı filmler bunlar.

Müjde Ar, Türkan Şoray ve Hülya Koçyiğit'in oynadığı filmlerine bakıyorum, eskiden daha çok çeşitli ve daha çok film yapma imkanı varmış. Günümüzde bu kadar samimi hikayelere çok rastlamıyoruz. Oldukça sınırlı. Mesela, "Şalvar Davası", Aristofanes'in "Lysistrata" oyunun Türkçe versiyonu gibi, kadınların isyanını anlatan bir film. Esasında çok sosyolojik unsurlar taşıyan, feminist bir film. Müjda Ar'ın oynadığı filmlere bakınca bunu her şekilde görebiliyoruz.

Artık Türk sineması da Avrupa sinemasına çok benzemeye başladı. "Bal" filminin yönetmeni Semih Kaplanoğlu, "Kaç Para Kaç", "Beş Vakit" gibi bütün filmlerini ilgiyle izlediğim Reha Erdem gibi çok iyi yönetmenlerimiz var. Mahmut Fazıl Coşkun'un "Yozgaz Blues"u da öyle...

Onu kesinlikle söylemem gerekiyor. Seyrettikten sonra dilde pelesenk olan o müzik yok mu? "Yozgat Blues" filmindeki şarkı uzun bir süre dilime dolandı. Bizim sinemamıza, bizim sektöre dair çok fazla cümle, çok fazla durum, an ve gerçeklik var o filmde. Muhteşem bir film.

Son olarak, yeni bir proje, yeni bir teklif var mı?

Bekliyorum.

ÇOK OKUNANLAR