RÖPORTAJ

Uluslararası vitrinde biz varız!

Frankfurt Kitap Fuarı başladı... Profil Kitap’ın sahibi Münir Üstün, bastığı kitabı sanal ortamda hakkıyla pazarlayabilenlerin gelecekteki yerini Sayım Çınar'a anlattı.

Uluslararası vitrinde biz varız!

SAYIM ÇINAR

sayimcinar@gmail.com

Frankfurt Kitap Fuarı Almanya'nın Frankfurt kentinde başladı.

Profil Kitap’ın sahibi Münir Üstün ile uluslar arası fuarları, projeleri, gelecek günleri konuştuk.

Fuarın en büyük haberi, “Türkçe Klasikleri Çeviri Projesi”!

Frankfurt Kitap Fuarı başlıyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz bu yılı?

68. Frankfurt Kitap Fuarı 19 Ekim Çarşamba günü başlıyor. Biz yayımcılar her zamanki gibi çok heyecanlıyız. Son bir yılda neler oldu önümüzdeki yıl neler olacak hep beraber şahitlik edeceğiz.

Türk kültür ve düşünce dünyasına yön veren Türkçe klasikler kapsamlı bir proje ile dünyaya tanıtılıyor. Türkiye’nin kültür ve edebiyat alanında bilinirliğini artırmak ve Türkçe edebiyata dikkat çekmek amacıyla gerçekleştirilen çalışmada, yedi dile çevirdiğimiz eserler, Başbakanlık Tanıtma Fonu desteği ile yurtdışındaki uluslararası kitap fuarlarında okurlarla buluşacak. “Türkçe Klasikleri Çeviri Projesi” kapsamında Safahat, Kutadgu Bilig, Seyahatname, Mesnevi, Yunus Emre Divanı ve Nutuk’tan derlenen bölümler ile Nasreddin Hoca, Hacivat ve Karagöz, Ömer Seyfettin’den seçme hikâyeler, eserlerin aslına uygun şekilde düzenlenip yayına hazırlandı. İngilizce, Fransızca, İspanyolca, Rusça, Almanca, Boşnakça ve Koreceye çevrilen eserlerin dağıtımı üç önemli kitap fuarında ücretsiz olarak yapılacak.

Kitaplar ilk olarak, bu yıl 19-23 Ekim tarihleri arasında düzenlenen ve dünyanın en büyük kitap fuarı olarak kabul edilen Frankfurt Kitap Fuarı’nda ilgililerin beğenisine sunulacak. Türkçe Klasikler Dünyaya Açılıyor projesi, Kasım ayında ise dünyanın ikinci en büyük kitap fuarı olarak gösterilen Guadalajara Kitap Fuarı, Nisan 2017’de de Saray Bosna Kitap Fuarı’nda okuyucularla buluşacak. Başbakanlık Tanıtma Fonu desteği ile eserlerin yurtdışında tanıtılması ve daha çok okura ulaşabilmesi için söz konusu fuarların gerçekleşeceği ülkelerde profesyonel görüşmelerde bulunulup, birçok tanıtım çalışması yapılacak.

Türkiye uzun süredir Frankfurt Kitap Fuarına katılıyor, hangi kitaplar Almancaya çevrildi?

2008 yılında ülkemizin Frankfurt Kitap Fuarında Onur Konuğu olmasından ve çok başarılı geçen sunumlarından sonra Türkçeden Almancaya TEDA Programı kapsamında 257 eserimiz Almancaya çevrildi. Bu eserler arasında ilk aklıma gelenler Falih Rıfkı Atay’ın Zeytindağı, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Melike Günyüz’ün GakGuk’lar serisi, Hakan Günday’ın AZ, Halide Edip’in Sinekli Bakkal kitapları ilk aklıma gelenler.

Frankfurt Kitap Fuarında bu yıl hangi etkinlikler yer alacak?

19 Ekim 2016 Çarşamba günü açılacak fuarda Saat 12.00’de Türkiye Ulusal Standı ve 15 Temmuz Sergisi’nin Açılışı yapılacak. 20 Ekim’de moderatörlüğünü Doğan Hızlan’ın yapacağı “Darbenin Panzehiri Kültürdür” isimli panele İskender Pala, Adnan Özer katılacaklar. 21 Ekim’de “Kısık Sesler” isimli paneli Ceren Kenar yönetecek. Alev Alatlı, İlber Ortaylı, Latife Tekin, Ayşe Böhürler ve Orhan Miroğlu ise konuşmacı olarak katılacaklar. 22 Ekim günü Gourmet Gallery’de Yunus Emre Akkor Türk Mutfağı ile ilgili bir sunum yapacak. Aynı gün saat 16.30’da Mehmet Mollaosmanoğlu’nun yeni kitabı Domuz Kasabı’nın tanıtımı ulusal stantta yapılacak.

BİR YAYINCI OLARAK BENİ HEYECANLANDIRIYOR

Peki, bir yayıncı olarak yanıt vermeniz gerekirse, uluslar arası fuarlar neden önemli?

Kitabın kokusu benim için önemlidir. Kitabı koklarım ve severim…

Uluslararası fuarlar ve organizasyonlar, farklı seslere ve farklı renklere açılan bir kapı oluyor. Yeniliği, yabancı kültürleri, sektörel değişimi takip edebileceğimiz bir vitrine benzetiyorum ben bu fuarları.

İşte bu küresel vitrinde ülkemiz yayın sektörünün temsilcilerini görmek, bir yayıncı olarak beni onurlandırıyor, umutlandırıyor. İnanıyorum ki her fuarda bir şeyler öğreniyor, her fuar sayesinde yeni işbirliklerine giden yolun inşası adına bir taş daha koyuyoruz.

Yazı yazmak hiç kuşku yok ki bir iz bırakmak gayesinden doğar. Kültürün, maddi şartların, tekniğin, bilimin sürekliliğini yazıya borçludur insanoğlu. “Söz uçar, yazı kalır” denir... Doğrudur. Yazmak, sözün mührüdür. Sözün ve dilin, konuşmanın sesi varsa, yazının da hükmü ve kalıcılığı vardır.

Çok ilginçtir ki bu ikisi, yani söz ve yazı, bundan 500 yıl öncesine kadar bu kadar çok da ayrı şeyler olarak görülmüyordu.

Ortaçağ Avrupa’sında yazılı eserler sesli okunurdu. Bu adeta bir zorunluluktu. Bir kitabı elinize aldığınız zaman, onu, çevrenizdekilerin duyacağı şekilde sesli biçimde okumanız gerekiyordu. Bunun çeşitli nedenleri vardı elbette. Ama bunlardan en önemlisi, kitabın basım teknikleri ile alakalıydı. Kitap bir ekonomik ürün değildi. Kitle iletişiminde, çok dar bir yer kaplıyordu. Kitabın az olduğu, herkesin okuma yazma bilmediği dönemlerdi bunlar. Dolayısıyla bir kişinin sesli okuması da, dinleyen herkesi kitaba ya da yazıya ortak ediyordu.

“COĞRAFYALAR, KİTAPLAR…”

Aynı dönemlerde İslam coğrafyası içerisinde de kitaplar hattatların kalemlerinden çıkıyordu. Bugün eşsiz güzellikte eserler olarak bir kültür hazinesi olan yazma eserler, aslında o günlerde kitap üretiminin geniş imkanlara sahip olmadığına işaret ediyordu.

Okur azdı... Yayın teknikleri gelişmemişti... Kitap, insan emeğiyle vücut buluyordu. Bu nedenle kitapların kopyalanması meşakkatli bir işti. Üstelik böylesi zorlu bir işin ardından kitap, pahalı bir ürün oluyordu. Ağaç oyma kalıplar 1500 yıl önce Çin’de doğmuştu. Dünyanın pek çok noktasında bu teknik uygulanıyordu. Hatta Avrupa, bu tekniği Araplardan almıştı. Ne var ki bunların hiçbirisi kitabı, bir ekonomik ürün haline getiremezdi, getiremedi de.

Yayın dünyasında, yazıyı bir ekonomik değere ya da kitle iletişimin odağı haline getiren şey, malumunuz, matbaacı Gutenberg ile başladı. Harfler metal kalıplarla buluştuğunda kitap daha seri ve daha ucuz olarak piyasaya sunulabildi. Modernleşme ile birlikte adım adım okuma yazma kültürünün yayılmasıyla birlikte bu iş tam bir sektör haline geldi. İşte kitap ve pazar kelimelerini yan yana getiren kırılma noktası bu iki temel değişim oldu.

Bugün bir kitap pazarından söz edebiliyorsak, ilk olarak işte teknik devrim ve ikinci olarak da okuma alışkanlığının kültür hayatına işlemesi sayesindedir.

Bu süreci neden anlattım? Sadece tarihi bir gerçeği sizlerle paylaşmak amacında değilim elbette. Amacım, bu süreç üzerinden Türkiye’deki kitap pazarına ilişkin olarak iki temel meseleyi gözler önüne sermek.

İlk nokta; doğrudan doğruya kitabın bir pazar ürünü olarak Türkiye’deki konumuyla-gücüyle ilgili. Türkiye’deki teknik altyapı, kitabı kitlesel bir ürün haline getirmekte zorlanmıyor. Bugün matbaacılık imkanlarımız, kaliteyi ve verimliliği sağlayacak düzeyde.

Türkiye’de durum nasıl?

2015 yılında Türkiye’de 621 milyonu aşkın kitap üretildi. 56 bini aşan başlıkta, hemen her konudaki kitap, piyasadaki yerini aldı. Özellikle edebiyat, teknoloji ve uygulamalı bilimler, tarih, eğitim ve din konularındaki kitaplara yoğun bir talep var. İfade ettiğim bu konulardaki kitapların ağırlıklı rolü bulunuyor sektörde. Ayrıca 6000 kitabevi, 150 dağıtım şirketi kitabı okurla buluşturuyor. 2015 yılı rakamlarını merakla beklediğimizi de belirtmeliyim!

Altyapı konusunda yapılan yatırımlar da sektördeki adımlarımızı sağlıklı bir şekilde atmamızı sağlıyor. Yayınların sağlıklı bir şekilde tasnifi ve takibi için 2007 yılında kurulan online ISBN sistemi, sektörün dinamiklerini daha iyi görmemizi sağladı.

Kentleşme, genç nüfus ve iş yaşamında giderek artan uzmanlaşma ile birlikte sosyal yaşamdaki zenginleşme kitaba olan ilgiyi daha da artıracak. Ama hâlâ bu konuda ciddi sıkıntılarımız var. Belki de bunların en başında okuma alışkanlığı geliyor. Ülkemizde 2105 yılı itibariyle kişi başına düşen kitap sayısı 8,1. Bu rakam gelişmiş ve bazı gelişmekte olan ülkelere göre çok az.

Dolayısıyla Türkiye’de kitabın kitle iletişiminin ayrılmaz bir parçası yapan yazar-yayıncı-okur arasındaki zincir, yeterli bir sayıyla (yani pazar büyüklüğüyle) desteklenemiyor. Matbaanın icadını tamamlayan okur kitlesindeki artıştı. Bir yandan kitap ucuzlarken, diğer yandan da okuma yazma oranı artıyordu. Kitabı ekonomik bir sektörün parçası yapan süreç buydu. Bugün okur sayısı konusunda, Türkiye’deki problemler aşılmayı bekliyor.

Türkiye’deki kitap pazarına (ve genel olarak dünya kitap piyasasına) ilişkin olarak öne çıkan ikinci nokta da şu... Bugün 500 yıldan uzun bir süre önce (1450’de) Gutenberg ile yaşanan değişime benzer bir gelişmeye şahit oluyoruz.

Elektronik dünyayı nasıl değerlendiriyorsunuz yayıncılıkta?

Kitap, artık elektronik dünyanın bir ürünü olma yolunda. Mürekkep, kâğıt, kalem ortadan kalkmadı elbette. Onlar da olacak. Ama şunun altını da özenle çizmek gerekiyor.

Kitabı internetle, elektronikle, yeni bir kitle iletişim yöntemiyle buluşturabilen yayıncılar, yeni denizlere yelken açacak. E-kitap gerçeği, yayın hayatımızın ve sektörün geleceğini belirleyecek. Bu sektörde ayakta kalmak, küresel rekabette “ben de varım” diyebilmek buna bağlı.

Bugün Türkiye’de e-kitap (genel olarak e-yayın) pazarı, gelişme yolunda ilerleyen ama henüz yeterli güce de erişememiş bir niteliğe sahip. 2015 yılında 10 bin e-kitap yayınlandı. Ama daha yürümemiz gereken çok yol var.

Ben öyle düşünüyorum ki uluslar arası fuarlar küresel çaplı organizasyonlar da bu konuda yayın dünyamızın temsilcileri için bir deneyim kazanma vesilesi oluyor. Zannediyorum ki küresel eğilimlerin ve teknolojik yenilikleri buralarda takip edebiliyor, gereken dersleri çıkarabiliyoruz.

Osmanlı’daki ilk sistemli matbaacılığı getiren İbrahim Müteferrika, denizciliğin geliştirilmesi için Katip Çelebi tarafından yazılan bir kitabı (Tuhfet-ül Kibar fi Esfar el-Bihar’ı) yayınlamıştı.

1729 yılında yayınlanan bu kitapta Katip Çelebi; “bugün de önemli olan gafleti koyup yine elden geleni yapmaktır” diyordu. Bizler de sektörün geleceği ve gelişmesi adına gafleti bertaraf edip, elden gelenin en iyisini yapmak zorundayız.

2016 zor bir yıl oldu mu? Turizm sektörünün çıkmazlarını yayıncılar yaşadı mı?

2016 Nisan ayından itibaren biz yayımcılar çeşitli daralmaları yaşadık. Allah’tan krizlere çok alışkın bir sektörümüz var. 15 Temmuz Darbe Kalkışması ile birlikte işlerimize çeşitli sekteler vuruldu. Allah ülkemizi her türlü darbeden ve terörden korusun demekten başka bir şey söylemek gelmiyor içimden. Çünkü inanın darbe girişiminden itibaren 1 ay boyunca kimse iş yapmadı/yapamadı. Bu zamanlarda herkes kendini toparlamaya ve fabrika ayarlarına dönmeye çalışıyor…

Frankfurt deyince aklına neler geliyor? Ne hissediyorsun?

Frankfurt deyince ilk aklıma gelen Goethe, Kitap ve 2008 yılında yaptığımız “Hayali Doğu-Hayali Batı” konferansı…

ÇOK OKUNANLAR
Yorumlar