MEDYA KÖŞESİ

Nihal Bengisu Karaca: Medya susturulduğunda meydan fısıltılara kalır

Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca bugünkü yazısında AK Parti'nin 15 ili neden kaybettiğini yazdı. Karaca yazısında medyaya yönelik eleştirilerde de buldun.

Nihal Bengisu Karaca: Medya susturulduğunda meydan fısıltılara kalır

Nihal Bengisu Karaca, yerel seçimlerin ardından yaptığı değerlendirmede medyanın tarafsızlığına dikkat çekti. Karaca: " Tarafsız bir medya inşa etmek yerine, uysallaştırılmış- evcilleştirilmiş bir medya tercih edildiği için, gerçeklerin yerini fısıltılar, komplo teorileri alıyordu. Fısıltılar tivitlere, tivitler hakaret ve ithamlara dönüşüyor ve hükümet meseleye vakıf olduğunda artık tüm telafi imkanları tükenmiş oluyordu." ifadelerini kullandı. 

AK Parti'nin 15 ili kaybetme nedenlerinden birinin de medya olduğunu belirten Nihal Bengisu Karaca'ya göre: İktidar-medya içiçeliği sorunu ve bu ilişkinin hem iktidar partisinin hem de medyanın güvenilirliğine zarar vermesi. Medyanın özgürlüğüne müdahale edenin aynı zamanda kendi erken alarm sistemini parçalamış olduğunu bir türlü anlamaması.

İŞTE NİHAL BENGİSU KARACA'NIN O YAZISI

An itibarıyla elbette Cumhur İttifakı’nın aldığı oy oranı (%51.64), Millet İttifakı’nın aldığı oy oranından (%37.57) fazla. Bu bir başarı mı? Evet. En azından Ankara, Adana, Antalya gibi önemli şehirlerin; Ankara, İzmir ve İstanbul gibi olmazsa olmazların kaybındaki dramatik etkiyi azaltan bir faktör. Ancak 2014’te AK Parti’de olan 15 il artık değil. Ortada şapkayı önüne koyup derin derin düşünmeyi gerektiren bir tablo olduğu da açık. *

Daha önce de uyardığım için tekrar etmekte beis görmeyeceğim: İttifak iyi bir fikir değildi. Çünkü ittifakla aynı pakette gelen güvenlikçi yaklaşım yerel seçim sathı maili için doğru vurguları ve unsurları içeren bir yaklaşım değildi. AK Parti teşvik edilen milliyetçi argümanların günün sonunda özellikle İç Anadolu, iç Ege ve iç orta Karadeniz’de milliyetçi partiye yarayacağını görmedi ya da görmezden geldi. Yerel seçimde MHP ile yapılan bu denli görünür bir ittifakın ve MHP ile aynı pakette gelen “devletin bekası” tezinin yerel seçimde şehirle ilgili planlara daha çok önem veren kozmopolit büyük şehirleri AK Parti’ye -hatta Adana örneğinde olduğu gibi MHP’ye bile- kaybettireceği az çok belliydi sadece dozu ve oranı bilinmiyordu. 

Peki AK Parti bunu öngöremiyor muydu? Gördü görmesine. Ama TBMM’deki varlığı yasaları tek başına geçirecek oranda değil. Meclis’teki etkinliği Cumhur İttifakı’nın sürmesine bağlıydı. AK Parti de yeni sistemdeki yasama faaliyetinde pürüz çıkmaması, bir yerde yeni sistemin oturması için, yerel seçimdeki başarıyı feda etti denilebilir.

BAŞLIKTAKİ SORUYA YANIT ARAYANLARIN BAKMASI GEREKEN ADRES

Ancak üzerinde durulması gereken dönemsel olduğunu umduğumuz sıkıntılar ya da yerel seçim söylem ve stratejileri değil. Başlıktaki soruyu cevaplamak için, bu sorunun bütün cevaplarını içeren tek bir hikayeye, bir ilçenin hikayesine bakmak gerektiği kanaatindeyim.

O hikaye ki, Rabia Naz’ın hazin ölümü ve bu ölümün aydınlatılamayış serüvenini oluşturan pek çok vakıa ve olguya dayanıyor.

O hikaye ki, üç seçim boyunca AK Parti’nin kazandığı Giresun’un Eynesil ilçesinin çocuğuna sahip çıkma adına oy davranışını radikal bir biçimde değiştirmesine ve bu kez CHP’li Ahmet Latif Karadeniz’i başkan yapmasına neden olan olaylar ve algılar zincirini ibretlik bir derse dönüştürüyor.

ADALET ARAYIŞI CEZALANDIRILAN BİR BABA

Rabia Naz, ölüm nedeni saatler içinde birkaç kez değişen 11 yaşında bir kız çocuğuydu.

Önce birçok gazetede “doğrusu” yazdı. Ölüm nedeni “trafik kazası” idi. Gece trafik kazası olan gerekçe, sabah “düşme” ve hatta “intihar”a dönüştü.

Rabia’nın ölümü çok üzücüydü. Baba Şaban Vatan’ın iddiası ise korkunç…

Vatan’a göre Rabia Naz siyah Doblo süren bir sürücü tarafından öldürülmüş, deliller ilçedeki üst düzey yöneticiler tarafından karartılmış ve siyasi bağlantılar sayesinde olay örtbas edilmişti.

Kızını kaybeden baba bir yıl boyunca sorularına cevap aradı. Soruları yanıtlanmayınca, zaman içinde bulgularını taştan çıkaran bir CSI uzmanına dönüştü. Neredeyse tek başına.

KANUN ÖNÜNDE EŞİTLİK, HESAP VEREBİLİRLİK, ŞEFFAFLIK?

Takip edebildiğim kadarıyla sadece İçişleri Bakanlığı Şaban Vatan’ın derdini dinledi. Muhtemeldir ki, Rabia’nın düştüğü ya da intihar ettiği iddia edilen metruk binanın yıkımı kararının durdurulması ve olay yeri incelemesinin yapılarak çocuğun trafik kazasına kurban gitmesi olasılığının daha yüksek olduğunu ortaya koyan sonuçlar da bu sayede elde edilebildi. 

Onun dışında şunlar oldu: Hadisede adı geçen üst düzey siyasetçi suçlamaları reddetti, sorumlunun bulunmasını herkes kadar istediğini beyan etti ama Şaban Vatan’a suç duyurusunda bulunmayı da ihmal etmedi.

Dahası, baba Şaban Vatan’ın bütün çabalarının bedeli “Akli dengesi yerinde değil” denilerek kliniğe alınmak istenmesi oldu. Vatan’ın yatmadığı akıl hastanelerinden bile kaydı bulunup çıkarıldı. Şaban Vatan, bunların asılsız olduğunu ispat etti ama “Birileri Rabia Naz’ın ölümünde parmağı olanları koruyor” algısı kuvvetlendi de kuvvetlendi. 

Başlıktan sorduğumuz sorunun cevabına karşılık geldiği için daha açık söyleyelim. Lokal siyaset çevreleriyle Ankara arasındaki ilişki dinamiğini çalıştırabilenlerin suç ve ceza arasındaki bağı koparabildiği; adam kayırmacılığın alıp yürüdüğü fikri zehir gibi yayıldı. 

Marcus Aurelius’un iç sesi atar oldu nabızlarda: “Kanunlar, örümcek ağlarına benzerler; küçük sinekler yakalanır, büyük sinekler ağı delip geçerler”.

Bu izlenim belki de gerçek dışıydı. Ama özellikle FETÖ gözaltıları ve tutuklamalarında ortaya çıkan, “Parası ya da tanıdığı olan kurtuluyor, olan gariban öğretmen, ev kadını, halıcı şekerciye oluyor” önkabulü, bu izlenimin oluşmasına zemin sağladı.

Çünkü tekzip mekanizması da, kriz yönetimi de doğru çalışmıyordu.

MEDYA SUSTURULDUĞUNDA MEYDAN FISILTILARA KALIR

Nasıl çalışsın? Neredeyse %80’i iktidar dinamikleri tarafından doğrudan ya da dolaylı şekillerde kontrol altına alınmış medyada tek satır çıkmıyordu ki, hükümet olayı görüp meselenin kriz boyutunu ele alabilsin? 

Eşi başörtülü, ailesi AK Partili baba Şaban Vatan, aylarca çalışıp araştırdıktan sonra iddialarını ve bulgularını sadece “muhalif”, hiçbir yerde akreditasyonu olmayan gazeteler/gazeteciler aracılığıyla aktarabilmişti. Dolayısıyla olay muhalif medyanın dikkat çektiği veriler üzerinden şekillenmişti. “Devletin ihtiyaçları mı- bireyin hakları mı daha kutsaldır?” sorusunu hiç düşünmeden “Elbette devlet” diye yanıtlayacak kişiler konuyu köşelerine programlarına taşıyıp bir nevi “icazet” verene kadar “hükümete yakın” medyada Rabia Naz hakkında yaprak kımıldamadı. 

Sadece Ankara’nın ajandasına sadık kalmakla ilgilenen, ucu AK Parti’li siyasetçilere dokunan vakaları görmeyen, göreni de ihbar eden anlayış vicdanen rahat edemese de yazarsa ağır bedel ödeyeceğinden endişe edenleri de hizaya getirmişti epeydir. Öte yandan kimse yazmayınca, eleştirmeyince, uyarmayınca her şey güllük gülistanlık da olmuyordu. Hükümet için kötü haber şuydu: Tek sesli medya suskunluğu, kriz anının geldiğini haber veren alarm sistemini de atıl bırakıyordu. Sadece bu olayda değil, neredeyse her olayda.

Tarafsız bir medya inşa etmek yerine, uysallaştırılmış- evcilleştirilmiş bir medya tercih edildiği için, gerçeklerin yerini fısıltılar, komplo teorileri alıyordu. Fısıltılar tivitlere, tivitler hakaret ve ithamlara dönüşüyor ve hükümet meseleye vakıf olduğunda artık tüm telafi imkanları tükenmiş oluyordu.

Bu durum başlıktan sorduğumuz sorunun cevaplarından birine daha denk geliyor: İktidar-medya içiçeliği sorunu ve bu ilişkinin hem iktidar partisinin hem de medyanın güvenilirliğine zarar vermesi. Medyanın özgürlüğüne müdahale edenin aynı zamanda kendi erken alarm sistemini parçalamış olduğunu bir türlü anlamaması.

Bütün bu anlayışsızlıklar üst üste birikince, ekonomik sıkıntılara, hukuk devletinin görevlerine, lokalden genele uzanan torpil ve adam kayırma iddialarının artmasına ilişkin rahatsızlıkların mesajı sandıkta verildi.

Medya tetikçiler, yağdanlıklar o ya da bu bakanın, o ya da bu akrabanın ajandasını takipten sorumlu gazetecilerin kapladığı bir alan olarak dizayn edilmeseydi, millet bu mesajı sandıktan değil sorunlarına dolaysız ve hesapsız şekillerde yaklaşacak gazeteciler, yazarlar aracılığıyla verebilir, AK Parti’ye 15 il kaybettirecek o tokadı atmayabilirdi.

BİR MASA, BİR AYNA, BİR DE NEŞTER

Ama öyle olmadı.

İktidar, şerrinden sığınmak için satın aldığı düşmanlarının ağzına bakarak dostlarını şeytanlaştırdı.

Özeleştiri davetlerinin hemen hepsi “eziklik”, “muhalefete şirin görünme ihtiyacı”, “hainlik yapmadan duramama sendromu” gibi akla ziyan gerekçelerle izah edildi, daveti yapanlar da ya sosyal medyada linç ettirildi ya da peyderpey işlerini kaybettiler.

Ancak dün lüks olarak görülen “eleştiri ve özeleştiri mekanizmasının çalıştırılması” işi hiç şüphe yok ki artık zorunluluk oldu. 
AK Parti kendisini iyileştirecek tedaviyi bulacaktır. Ancak apse yapan yerleri deşip iltihabı akıtmazsa aldığı ilaçlar fayda etmeyecektir.

Malzeme listesi: Bir masa, bir ayna, bir de neşter.

* AK Parti'nin kaybettiği 15 ilden kasıt, AK Parti'nin elinde olan toplam belediye sayısındaki değişim değil; 2014'te elinde olup 31 Mart'ta kazanamadığı illerin sayısıdır. 

 

ÇOK OKUNANLAR
Yorumlar