RÖPORTAJ

Nermin Mollaoğlu: Son Hız Çalışmaya, Üretmeye Devam!

Edebiyat ajanı Nermin Mollaoğlu, Sayım Çınar'a konuştu. Nermin Mollaoğlu, edebiyat dünyasına dair çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Nermin Mollaoğlu: Son Hız Çalışmaya, Üretmeye Devam!
GAZETECİLER.COM - ÖZEL RÖPORTAJ
SAYIM ÇINAR  sayimcinar@gmail.com


Sayım Çınar edebiyat ajanı Nermin Mollaoğlu ile buluştu, ortaya edebiyat dünyamıza, gelecek projelerine, Frankfurt Kitap Fuarı'na dair zengin bir söyleşi çıktı.

Nermin kaç yıl oldu bilmiyorum. En son kaç yıl önce röportaj yaptık biz?

Ah çok yıl oldu, Kalem Ajans'ın ilk yıllarıydı. İyi ki yapmışız Sayım çünkü şu an internette Nermin Mollaoğlu diye aratınca senin yaptığın o şahane röportaj çıkıyor, beni merak edenler seni röportajınla birlikte tanıdı, tanımaya devam ediyor.

Televizyonda da yapmıştık.

Evet. Aslında hakikaten google amcaya Nermin Mollaoğlu deyince senin bana olan desteğin çıkıyor ortaya.

Ne demek canım. Diğer gazetecilerin de düşünmesi gereken bir şey bu aynı zamanda. Hani edebiyat açısından söylüyorum sen 10 yıldır Türkiye'de yazar ajanlığı yapıyorsun aynı zamanda telif ajanslığı yapıyorsun. Biraz yaptığın işten bahseder misin? 10 yıl içinde nereden nereye geldin? Kendini nasıl konumlandırıyorsun?

"ŞU ANA KADAR 46 ÜLKENİN KİTAP FUARINA GİTMİŞİM" 

Gülümsemek için yeterince nedenimin olduğu bir konumdayım. Üç işimiz var: Birinci işimiz Türkçe yazılan kurgu, kurgu dışı ve çocuk, gençlik edebiyatını temsil etmek, bu konuda oldukça başarılı olduk, 10. yılımızı kutlarken verdiğimiz rakamlar gerçekten beni ve şahane ekibimi çok mutlu ediyor. Hiç bu kadar güzel sonuçlar alabileceğimizi tahmin etmiyordum ama tabii bunun birçok etkisi var, çevirmenlerle olan yoğun çalışmalarımız, farklı ülkelerdeki kitap fuarlarına düzenli katılımımız bunların başında geliyor. Şu ana kadar 46 ülkenin kitap fuarına gitmişim Sayım, az bir sayı değil. Dünyada bu kadar çok kitap fuarı görmüş başka bir edebiyat ajansın olduğunu sanmıyorum. Her ülke için ayrı özenle davrandık, onların edebiyatlarını Türkiye'de tanıtmaya yönelik çalıştık böylece biz kendi edebiyatımızı da onlara tanıttık, birbirimizi karşılıklı olarak anlamanın daha iyi olacağını düşündüm. Kırkın üzerinde farklı dile çeviriler satıyoruz, artık yazarlarımızın tekrar baskıları gelmeye başladı ve bu da çok iyi bir şey. Sadece tek bir kitap basıp ondan sonrasında bırakmıyorlar yazarları. Yazarlarımız o ülkelerdeki edebiyat festivallerine ve kitap fuarlarına katılmaya başladılar. Sadece kitabı satmak ve çevrilmiş kitabı rafa koymak değil aynı zamanda o yayınevinin düzenlediği organizasyonlarla okurla buluşmak da önemli. Biz buna da yoğun şekilde aracılık etmeye çalışıyoruz. Bu işimizin daha doğrusu gelirimizin sadece yüzde onluk bir bölümünü oluşturuyor. Kalem'de Türk yazarlarla sadece ben ilgileniyordum. Kalem'e stajyer olarak başlayan, şimdi onsuz nasıl çalışırım diye arada düşündüğüm oda arkadaşım Gizem Özgüven'le birlikte yazarlarımızı tanıtmaya devam ediyoruz. Onun 22 yaş enerjisi hemen çalışmalarımıza yansıdı. Şahane bir Frankfurt Kitap Fuarı geçireceğimize eminim.

Çeviri kitaplar buluyorsunuz ve onları yayıncılara sunuyorsunuz.

Evet. Bu konuda temsil ettiğimiz yabancı yayıncı ve ajans listemiz çok büyüdü, gerçekten çok severek çalıştığımız yayınevleri var. Mesela şurada gördüğün Susana Tamaro'nun en son kitabı Düşünen Bir Yürek kitabını biz sattık.

Şu an Tudem'den çıkan 2012 yılında Carnegie Madalyasını alan Çöplük sattığınız bir diğer kitap. Bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz.

 

Kesinlikle çoğaltabiliriz. Mesela Portekizceden çevirmen bulmak çok zor, biz zoru başarıp Portekizce çevirmenleri buluyor ve yayıncılara öneriyoruz. Çevirmen haklarının gelişmesi, çevirmenlerin varlığının bilinmesi için çalışmaktan çok mutluluk duyuyorum. Ekibimiz çok büyüdü, şu an 13 kişiyiz ve şahane bir ofisimiz var. Arada eğlenerek çalışıyoruz ama çok yoğun çalışıyoruz. Hayalimdeki ofis ortamı oluştu ve her sabah heyecanla, gülümseyerek ofise gidiyorum. Bazen yurtdışı fuarlara, festivallere gittiğimde ekibimizi özleyerek dönüyorum. Bu bazıları için çok saçma gelecektir, insan ofisi özler mi hiç diyenler olacaktır... Elbette birbirimize kızdığımız, benim arada şiddetle bağırdığım, sonra pişman olduğum zamanlar oluyor ama genel olarak birlikte ve ayrı ayrı parçası olmaktan mutluyuz.

"Ekibin kendini geliştirmek için gittiği tüm eğitimlerin yarı ücretini ödüyorum."

Nasıl ayrı ayrı ve birlikte çalışıyorsunuz?

Herkesin ana sorumlu olduğu bir alan var ve onun her yükünden asıl sorumlu o oluyor. Dediğim gibi ben ve şahanem Gizem'le sadece Türk yazarlarıyla ilgileniyoruz. Aynı zamanda çok iyi bir çevirmen olduğunu düşündüğüm Sedef İlgiç yabancı dillerden Türkçeye kurgu kitaplardan sorumlu. Tüm bu alandaki toplantıları, yazışmaları, fuar katılımlarını o gerçekleştiriyor. Kalem'e ilk günden beri kendini sürekli geliştiren, ikinci üniversite eğitimini Fars dili ve edebiyatı bölümünde yapan Göksun Bayraktar yabancı dillerden çocuk kitaplarını Türk yayıncılarına tanıtıyor. Çocuk kitaplarına telif satışımız her gün biraz daha artıyor. Bildiği dil sayısıyla beni kıskançlıktan çatlatan ve yeni diller için kendini zorlayan Nazlı Gürkaş kurgu dışı kitaplarımızdan sorumlu. Bu üç şahanenin telifini sattığı kitapların sözleşmelerini Berrak Sıral yapıyor. Çok ağır bir yükü var aslında. O kadar uyumlu, çevresinde güzellikler yaratan bir yapısı var ki Berrak'cığım onsuz bu sözleşmeler bu hızla, bu özenle yapılamazdı. Tabi bunca kitabın bir de telif hesaplamaları ve ödemeleri var. Bunda Kalem'in en eskisi Songül Çakmak ve muhasebemiz Can Demirayak devreye giriyor. Sosyal medya hesabımızı, parmaklarıyla her bilgiye, jet hızıyla ulaşan Hazal Baydur yönetiyor. Hazal öyle tatlı ki kimin ne yardıma ihtiyacı varsa, hemen yanına koşuyor. Bugün beni çok mutlu etti, Nermin hanım ben de bir dil daha öğreneceğim, Almanca kursuna başlayacağım dedi. Yapı Kredi Yayınları'nda bana yapmışlardı. Gittiğim dil kursunun yarı parasını ödemişlerdi. Ben de aynısını Kalem'de uyguluyorum. Ekibin kendini geliştirmek için gittiği tüm eğitimlerin yarı ücretini ödüyorum. Yemeklerimizi Cennet yapıyor, onu da bu sonbahar pastacılık kursuna göndereceğiz. İşte böyle ayrı ayrıyız ama öğle yemeğinde aynı masa etrafında toplanıp hep beraber yazar dedikoduları yapıyoruz.

Sen de tekrar üniversiteye başlayacaksın, değil mi?

Evet, başlayacağım. Geçen yıl bu zamanlar biri bana gelip, Nermin şu üniversitede oku, sana ayda şu kadar çok para vereceğiz deseler, güler geçerdim. Bu yılın başında kendimi üniversitede hayal etmeye başladım. Yeni bir disipline kendimi sokmak istedim. Yenilemek istedim kendimi. Üniversite sınavına girdim, elbette tek bir soru bile önceden çözmeden, hazırlanmadan girdim. Oldukça da iyi puan aldım. Sınavdayken arada gülümsüyordum, iyi kitap okuyanların rahatça çözecekleri ne çok soru vardı. Mesela Ahmet Ümit'in Elveda Güzel Vatanım romanını okuduğum için bir soruyu o kadar rahat cevapladım ki... O tarih derslerinden bu yana hayatımdan 20 küsür yıl geçti ama romanlar hala benim yanımda. Her neyse puanlar iyi gelince, ne okusam sıkıntısı başladı. İkinci öğretim olmak zorundaydı, İstanbul Üniversitesi olmak zorundaydı. Seçenekler arasında Arap dili ve edebiyatı ve sanat tarihi arasında gidip geliyordum. Bir gün beynine hayran dolduğum biri ile kahve içerken onun Arapça bildiğini keşfettim. O an karar verdim. Arapça öğreneceğim. Fizan'a gideceğim... Bugün kaydımı yaptırdım. Allah akıl fikir versin ile Allah zihin açıklığı versin arasında gidip geliyorum...

Burası Pera'nın ortası. Pera'da zaten çok global bir algı.

Kesinlikle çalıştığımız yerin işimize katkısı çok büyük. Yaptığımız işin üçüncüsü de İTEF yani İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali. Bu yıl festivalin 8. yılı bitti 9. yıl için hazırlıklarımız sürüyor.

İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali gerçekten oturdu. Her yıl çok güzel açılışları oluyor, bu yıl da Romen Kültür Merkezi'nde olmuştu, güzel bir etkinlikti. Gerçekten edebiyatçıların en çok buluştuğu yer bu tür festivaller oluyor. Türk yazarları yabancı yazarlarla buluşturmak açısından da çok büyük bir öneme sahip.

Kesinlikle. Festivalimiz aynı zamanda Profesyonel Buluşmalar Programı düzenliyor. Bu yıl beşincisini düzenledik ve bu güne kadar 200'den fazla yabancı yayıncıyı bu programda ağırlamışız. Kolombiya'dan Rusya'ya Çin'den İngiltere'ye kadar birçok farklı ülkeden her yıl 20 yabancı yayıncıyı İstanbul'a davet ediyoruz, onlara Türk yayıncılık piyasasını, Türk edebiyatını öğretiyoruz ve burada İstanbul'da bu buluşmayı gerçekleştiriyoruz. Sadece bizim ağzımızdan değil farklı kaynaklardan Türkiye'yi anlamaya çalışıyorlar ve bence ülkelerine döndüklerinde en azından Türkiye'yle ilgili bir fikirleri oluşuyor. Bunun nasıl olduğuyla ilgili hiçbir yorumda bulunmak istemiyorum ama Türkiye'den mutlaka kafalarında bir düşünceyle ayrılıyorlar ve bunun sonucunda çeviriler yapmaya daha fazla istekli olduklarını hep gözlemledim. Bu programdan da çok umutluyum hatta bunu yapabildiğimiz için çok gururluyum. Bu programa destek olan bazı yayıncılarımız var Can Yayınları, Ayrıntı Yayınları, Everest Yayınları gibi çünkü farkındalar Türk edebiyatının gelişmesi için dünyada daha fazla okura ulaşması için bu tür organizasyonları desteklemek gerektiğini anlayan yayıncılarımız var.

Bunların çoğalmasını diliyoruz.

İnşallah. Maşallah...

Son iki yıldır Türkiye'de siyasi bir gerilim var, ülkemizin başından çok fazla badire geçiyor. Bu durumda edebiyatın özel olarak koruyucu melekler tarafından korunması gerekiyor çünkü esasında böyle zamanlarda edebiyatın önemini de daha çok anlıyoruz. Sen bu iki yıl içinde ayakta kalmayı nasıl başardın? Çünkü zor bir süreçti.

Evet, zor bir süreç ama hiçbir küçülme yaşamadan devam ediyoruz. Türkçeden diğer dillere satışlarımızda ciddi bir azalma var ki bu beni üzüyor ve aynı zamanda endişelendiriyor ama bunun geçici olduğunu söyleyip daha yoğun çalışmaya çalışıyorum. Mesela dün akşam saat gece yarısına yaklaşıyordu ve ben ofiste çalışmaya devam ediyordum. Kafamda hep "evet ne olursa olsun bunu devam ettirmeliyiz, uğraşmalıyız" düşüncesi var. Ne olacak diye soruyorum kendime demek istediğim Türkiye'nin yakın ve uzan tarihine baktığınızda her zaman sorunlar yaşadığımız dönemler var ve birçok insana göre şu an çok daha zor bir süreçten geçiyoruz. Eminim ki daha önce yaşadığımız krizlerde de aynı şeyleri söyleyenler olmuştur. Ben moralimizi yüksek tutup, çalışmanın önemine inanıyorum. Polyanacılık hiç değil çok da gerçekçi davranmak, daha hazırlıklı olmak, bu süreç geçtikten sonra "evet buradayız" diye söyleyebilmek lazım. Moraller kötü bu yüzden çalışmıyoruz demek benim yapabileceğim bir şey değil, ekibimin de hiç yapmadığı bir şey. Yurtdışından çeviriler devam ediyor, bize para kazandıran bir iş ama Türkiye'deki yazarların üretiminde de ben çok ciddi bir artış olduğunu görüyorum. 10-20 yıldan beri Türk romanında patlama var, herkes roman yazmak istiyor diyen eleştirmenlerimiz var ama ben sanki bunun nicelikten çok niteliğe de dönüşmeye başladığını, iyi yazarlarımızın çıkmaya başladığını görüyorum. Ben öykü okumaya bayılıyorum ve çok iyi öykücülerimiz var, şu anda Bora Abdo'nun Seni Seviyorum. Çok, diye bir öykü kitabını okuyorum ve niye daha önce bu kitabı okumadım dediğim bir kitap sonraki ne olacak diye beklediğim yazarlardan biri Bora Abdo. Bunun gibi çok değişik keşiflerim var.

Cemil Kavukçu da çok iyi bir öykücümüz. Yeni birçok isimle karşı karşıya kalıyorsun.

Evet ama Cemil Kavukçu ismi ve edebiyatı iyi bilinen, edebiyatta yerleşmiş bir yazar olduğundan dolayı onun ismini vermedim. Ben yenileri de keşfetmekten çok mutluyum.

Burada ilginç bir şeyle karşı karşıyayız Sultan kitapları. Örneğin Demet Altınyeleklioğlu'nun Kösem Sultan kitabı Lehçe diline çevrildi ve Polonya'da kitaba özel bir ilgi olduğunu öğrendik. Polonya sence neden Türk sultanlarını bu kadar merak etti?

Polonya'daki yayınevi büyük bir hızla devam etmek istiyor. Demet Altınyeleklioğlu'nun diğer kitaplarını da aldılar. İki yıl öncesinde Polonya'ya kitap satışlarımız neredeyse yoktu, büyük yayıncılar Türk edebiyatından hiçbir isimle karşılaşmamıştı, Orhan Pamuk ve Elif Şafak'ın yeterli olduğunu düşünüyorlardı. İki yıl önce bir kırılma noktası yaşandı. Bence yaşanan bu durumun iki önemli nedeni var: birincisi Türkiye-Polonya ilişkilerinin 600. yılı kutlandı. Böyle diplomatik olayların gösteriş olduğunu sadece diplomatik seviyede kaldığını düşünenlerden birisiydim ta ki Polonya'yı görene kadar. Böyle bir diplomatik olayın edebiyat seviyesinde çok işe yaradığını gördüm ve yapılan ortaklaşa etkinliklerin birçok şeyi değiştirdiğini görmek umut verici oldu. İkincisi ise Türk dizileri Polonya izleyicisi tarafından keşfedildi. Belki de biraz geç bir keşifti daha öncesinde bütün o Balkanlardaki dalga Polonya'ya geç vardı ve bununla birlikte insanların Türk edebiyatına olan ilgisi arttı. Çevirmenlerimiz de ortaya çıkmaya başladı, yabancı bir ülke bir kitabı ne kadar isterse istesin eğer bir çevirmen yoksa bir edebiyatı tanıtmak çok zor. Türkçeden Lehçeye kitaplar çeviren çok iyi çevirmenlerimiz var şu anda. Ben mutluyum. Kalem Ajans'ın ilk yılında hiç kimsenin ilgilenmediği zamanlarda Varşova Kitap Fuarına katılmak için Polonya'ya gitmiştim. Bu yıl Varşova Kitap Fuarına Lehçe de dahil yirmiden fazla dile çevrilmiş olan Sufle kitabının yazarı Aslı Perker'le beraber gittik.

Fuardaki ilgi nasıldı?

Çok iyiydi, biz çok memnun kaldık. Polonya'nın çok okunan edebiyat dergilerinde röportaj yaptık. Şimdi Aslı Perker'in yeni kitabı için görüşmelere başladık.

Örneğin Almanya'daki yayıncılıkta şöyle bir şey var farklı dillere çevrilmiş yazarları keşfedip onlar için bir takım söyleşiler imzalar düzenleniyor ve onların bu tür etkinlikler çerçevesinde bütün masrafları karşılanıyor. Alman hükümeti kültürel etkinliklerde onları destekliyor. Türkiye'de de yazarlara Kültür Bakanlığı'ndan çeviri desteği olduğunu biliyorum. Bunun haricinde başka destekler var mı?

Kültür Bakanlığı'nın TEDA projesi var. Hala var mı diye bazen kendi kendime de soruyorum bunu çünkü biz şu an Ağustos ayındayız ve 8 aydan beri TEDA'dan herhangi bir şekilde hiçbir haber çıkmadı. Normalde yılda 2-3 defa toplanan ve destek veren bir kurumun Türkiye'deki politik dalgalanmalardan bu kadar etkilenmemiş olması gerekiyordu. Ne olursa olsun kültür politikasını daha stabil halde kalıp desteklenmeye devam edilmesi gerekiyordu. Şu anda TEDA'nın devam edip etmeyeceğini ya da nasıl bir şekilde devam edeceğini şey maalesef bilmiyorum. Bu durum bizi kaygılandırıyor çünkü TEDA Kültür Bakanlığı'nın yaptığı en iyi projelerden bir tanesiydi ve hatta gecikmiş bir projeydi. Birçok ülkenin böyle projeleri var, 5 milyon nüfusundaki Norveç edebiyatını dünyaya tanıtmak için harcanan para, emek ve psikolojik destek inanılmaz. Şu anda dünyanın her tarafındaki kitapçılara baktığımızda raflarda birçok Norveçli yazarın kitapları var. Siz kalkıp "şimdi böyle bir derdimiz var kitapla kim uğraşacak?" derseniz aslında geleceğinizi baltalamış olursunuz.

Şiddetin o kadar az olduğu Norveç gibi bir ülkede en çok polisiye roman okunması da oldukça ilginç, criminal dosyaları ciddi bir şekilde araştırıyorlar. Norveç denince benim aklıma Nobel ödüllü yazar Knut Hamsun geliyor. Bergen-Oslo arasındaki bir yolculuğumda Knut Hamsun'un romanının geçtiği yerleri görüp okuma fırsatı bulmuştum, tren yolculuğu çok güzeldir. Norveç edebiyatı denildiğinde gerçekten Türkçede de olması gereken romanlar var tabii. Sen bireysel olarak Norveç edebiyatından Türkçeye neleri kazandırdın?

Şahaneymiş ben de yapmayı çok isterim. Polisiye romanın çok okunması oldukça ilginç bir durum ama polisiye haricinde çok iyi edebiyatları da var ve biz de Norveç edebiyatının Türkçeye kazandırılması için çok çalışıyoruz. Bjorn Sortland çocuk serisi, Frankfurt Kitap Fuarı'nda tanışacağımız için çok heyecanlı olduğum Jostein Gaarder'in yeni kitapları, Erlend Loe ve Roy Jacobsen yeni kitapları YKY'den çıkacak, birçok ülkeye satılan ve ödüller alan Maja Lunde'nin Arıların Tarihi kitabı Kavgam kitabının yayıncısı Monokl Kitap'tan çıkacak, festival yazarlarımızdan Selma Lonning'in Geliyorum kitabı, Ayrıntı Yayınları'ndan kitapları çıkan Ingvar Ambjörsen'in yeni kitaplarının ajansı da biziz, örnekler çoğaltılabilir.

Yoğun çalışma temponuzda tatil yapabildiniz mi? Önümüzdeki günler için ne gibi hazırlıklarınız var?

 

Biz tatil döneminde iki hafta boyunca ofisi kapatıp aynı anda tatile çıkıyoruz, dediğim gibi ayrı ayrı ama birlikte kuralı burada da geçerli. Ben şahane bir tatil yaptım, babam ve kocamla birlikte New York ve Washington'ı dolaştık. Başka tatil yapacak mıyım? Hayır, çünkü Frankfurt Kitap Fuarı'na 60 gün kaldı ve hazırlıklarımız yoğun bir şekilde başladı. Fuarın sadece 3-4 günü değil, fuarın daha öncesinde de çalışmamız gerekiyor. Fuar randevularımızı oluşturmaya 1 Haziran'da başladık. Fuar için çok yoğun bir şekilde çalışmamız gerekiyor.

Almanya'da da heyecanla beklediğiniz, anlaşma yapmak istediğiniz kitaplar mutlaka vardır. Fuarda en çok yapmak istediğin seni kalbinden vuran bir kitap anlaşması var mı? Türkçeden Almancaya telif satışları nasıl?

2008 yılında Türkiye'nin Frankfurt Kitap Fuarı onur konukluğuyla yakaladığımız dalganın gücü azalmış durumda, bu durum için yeni bir şeyler yapmak gerekiyor. Politik gelişmeler insanları o kadar çok etkiliyor, bence böyle de olması lazım çünkü edebiyat ne olursa olsun politiktir ve yaşanan bu durumlar sizin kafanızdaki politik görüşle şekillenen bir şey. Şu anda Almanya'ya daha çok kurgu dışı kitaplar satıyoruz. Ece Temelkuran ve Can Dündar'ın kurgu dışı kitapları yakın zamanda Almanya'ya sattıklarımız arasında. Yakın zamanda ikisi de basılacak ve Frankfurt Kitap Fuarı'nda tanıtımları yapılacak. Almanya şu sıralar romandan daha çok kurgu dışı kitaplarla ilgileniyor ve ben de bu sebeple kurgu dışı kitaplarla daha çok ilgilenip okumaya başladım. Neler tanıtabilirim diye yoğun bir çalışma içerisindeyim.

Bestseller kitaplar bulmak zorundasın değil mi?

Evet. Benim günlük okumamda kurgu dışı çok bir yere sahip değildi. Şu an kurgu dışı kitaplara okumalarımda yer ayırmak için özel bir çaba sarf ediyorum.

50'ye yakın kitap fuarını gezdiğini söyledin. Fuarlara gidip de gerçekten edebi anlamda güzel kitaplar bulduğun oldu, anlaşmalar yaptın. Her kitabın ayrı bir heyecanı vardır ama seni etkileyen imkansızı başardığını düşündüğün anlaşmalar hangileri?

Zoru başarmak dersek 2007 yılında Japonya'ya gidişimi örnek verebilirim. Çok naiftim yani "gideceğim, Japonya Türkiye ilişkileri çok iyi, kitaplarım var ve satacağım, neden olmasın?" diye düşünürken çok iyi bir editörle yaptığımız toplantıda bana Türkiye'de hangi dilin konuşulduğunu sordu o kadar sinirlenmiştim ki hala hatırlıyorum yani o editörün Türkiye'yle olan ilgisi bu kadardı. O kadar masraf ediyorsun, uzun bir yol gidip Japonya'da kalıyorsun, fuara katılıyorsun ve daha ajansın ilk yıllarında para da kazanmıyorsun ama Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Huzur romanını sattık Japonya'da. Kazanılan para konusunda kesinlikle karşılığını alamadık ama ben iyi ki oraya gittim diyorum. Cahil Japon editörü her hatırladığımda olsun Nermin senin sayende Japoncaya Ahmet Hamdi Tanpınar çevrildi diyorum. Sonrasında Japoncaya başka kitaplar çevrilmedi. Bilmiyorum belki de üzerimdeki bu kırgınlığımı bırakıp Japonya'ya bir kez daha gitmem gerekiyor.

Sen aynı zamanda bir Türkiye kültür diplomatı gibisin. Türk edebiyatını dışarıda temsil ediyorsun. Yabancıların Türkiye'ye bakış açılarında büyük bir önyargı da var, bu önyargıları kırmak da ayrıca bir psikolojik savaşı gerektiriyor. En çok psikolojik savaş verdiğin yerler neresi?

Psikolojik bile olsa savaş demeyelim çalışmalarıma Sayım'cığım. Savaşmayalım, sevişelim:) Ülke, dil gözetmeden tüm dünya ile sevişelim hatta... Sevme isteğime ilk ket vuran Japonya'ydı, ikincisine Meksika örneğini vermek istiyorum. Meksika'ya 2009 yılında gitmiştim çünkü bizim için İspanyolca hala zor pazarlar bir tanesi ve İspanyolca telif alış-satışı Guadalajara Kitap Fuarı üzerinden yapılıyor, telif alım-satımının yapıldığı yer İspanya değil. Bunu öğrendiğim zaman tam 27 saat süren bir yolculukla kalktım Guadalajara'ya gittim. Malum biletler pahalı, LA üzerinden aktarmalı gittim, oraya vardığımda gerçekten bitmiş bir haldeydim. İlk yıl yine Japonya'da yaşadığıma benzer bir durum yaşadım. Meksikalı bir yayıncı bana Türkiye'de hangi dilin konuşulduğunu sordu ve ben de İspanyolca diyerek kendisiyle dalga geçtim. Gülümseyerek ona Türkiye'yi ve Türk edebiyatını anlatmaya başladım...

"LATİN EDEBİYATI TÜRKİYE'DE HEP OKUNUR."

İspanyolca bütün Latin Amerika'da konuşulan bir dil ve en çok konuşulan dillerden bir tanesi. İspanyolca romanlar Türkiye'de de gerçekten ilgi görüyor. Gabriel Garcia Marquez'i temsil etmeseniz bile mutlaka psikolojik olarak destekliyorsunuzdur. Latin Amerika edebiyatından bulduğunuz yeni yazarlar var mı? Meksika'ya gittiğine değdi mi?

Latin edebiyatı Türkiye'de her zaman okunur. Marquez'i biz temsil etmiyoruz ama okumaktan zevk aldığım yazarlardan bir tanesi. Latin Amerika edebiyatından Türkçeye kazandırdığımız yazarlar Javier Marias, Juan Gabriel Vasquez , Eduardo Berti verebileceğim isimler arasında. Meksika ziyaretim elbette yararlı oldu çünkü sonrasında Ahmet Ümit'in İstanbul Hatırası kitabını sattık. Kitabı basan yayınevi daha sonrasında İTEF İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali'ne geldi ve şu anda o yayınevi Türk edebiyatı dizisi başlatmak üzere konuşuyoruz. Sonuç olarak Meksika'ya gitmeme elbette değdi ve ben yakın gelecekte ekonomik olarak da iyi sonuçlar alacağımıza eminim kısacası iyi ki Meksika'ya gitmişim. İyi ki o tekilaları içmişim...

Senin gerçekten ciddi bir yükün var. Türkiye'de edebiyat ajanlığı yapmak fazla cinayet işlenmeyen bir ülkede polisiye roman yazmak gibi bir şey. Gerçekten zor bir iş yapıyoruz ve edebiyat manevi boşluğumuzu her zaman doldursa da ciddi bir mücadele veriyorsun. Bütün bu organizasyonları yaparken her defasında ayakta kalmak gerçekten ciddi bir iş. Senin ayakta kalma sihrin nedir?

Ben her zaman gülümsemeyi başarabiliyorum çünkü çevremde benim gülümsememi sağlayacak olan desteklerim çok fazla. Mesela sen Sayım, benimle röportaj yapman benim için gerçekten önemli bir şey. İnsanlar bir Don Kişot'luk yaptığımın farkındalar ve başarıları gördükçe daha çok destek oluyorlar böylece ben de arkamda daha fazla güç ve rüzgar alıyorum. Gülümsemeye ve çalışmaya devam ediyorum.

Bu meslekte kurumsal algıyla çalışan başka ajanslar da var ve ciddi bir rekabet de var. Sen sadece Türk yazarlar için değil yurtdışından kitapların telifleri için çalışıyorsun. Orada da açık arttırmaya benzeyen bir durum oluyordur. Diğer ajanslarla ilişkilerin nasıl?

Aslında rekabet olmuyor çünkü biz rakip değiliz, aynı işi yapan insanlarız. Şöyle düşün Renault satanla Toyota satan ne kadar rakipse birbirine ve birbirlerini ne kadar etkiliyorlarsa biz de o kadar rakibiz ve birbirimizi etkiliyoruz.

Esasında burada ciddi bir pazar payı da var. Yeter ki insanlar bu işi yapmak istesin değil mi?

Kalem Ajans ekip olarak yaptığı her işi ciddiyetle kale alıyoruz ve bir kitabın çevirmeninden pazarlanmasına kadar olan her adımı özenle takip edip gereken zamanlarda en iyisinin oluşması için büyük çaba sarf ediyoruz. Çevirmenin isminin doğru yazılmış olması, çevirmenin parasını zamanında almış olması, Norveççe bir kitap varsa İngilizce üzerinden değil de Norveççe çevirmene bir şans verilmesini, yetiştirilip daha iyi bir çevirmen olması için uğraşılmasını destekliyoruz. Bu konuda biz çok uğraşıyoruz ve bunun da gerçekten karşılığını çok iyi alıyoruz. Mesela Arap edebiyatı... 10 yıl öncesinde çok az Türkçeye çevrilmiş olan çok az Arap edebiyatı vardı. Necip Mahfuz'un bile 10 yıl öncesinde Türkçede sadece 3-4 kitabı vardı ama şimdi Necip Mahfuz'un bütün kitapları çok iyi çevirmenler tarafından çevrilmiş durumda. Hem ünlü hem de tanınmaya başlamış Arap yazarların Türkçeye kazandırılmasında rol oynamaktan çok mutluyuz, bu yolda devam ederken bizi şevklendiriyor.

Yaptığın yazar ajanslığında yayıncıların seni ciddi anlamda desteklemesi gerekiyor. Yayıncılara yazar ajanslarıyla kurdukları ilişkilerde senin özellikle vermek istediğin bir öneri var mı? Memnun musun?

Ben yayıncılarla olan ilişkilerimden çok memnunum, sorunluyum diyebileceğim bir yayıncı yok ya da varsa bu onun problemi benim değil. Bence her işte olduğu gibi bizim işte de iletişim, görüşmek, aynı masayı aynı kahveyi paylaşmak çok şeyleri değiştirebiliyor ve Nermin bize niye gelmiyor sorularından çok ben Nermin'e bir gitsem de kahve içsem demeleri bence birçok şeyi onlar adına değiştirebilecektir.

Son olarak şunu sormak istiyorum yazarlarla özellikle Türk yazarlarla uğraşmak çok ayrı bir kulvarı da gerektiriyor. Bizim ülkemizde yazarların edebiyat yoluyla şöhret olmaları da söz konusu beklentileri minimumda değil en yüksekte tutuyorlar. Gazeteler belli mecralar belli ama bir de sosyal medya patlaması var ki oradan da yükselebiliyorlar. Sen yazarların telifini satarken satışta psikolojik engelleri nasıl aşıyorsun? Onlarla nasıl iletişim kuruyorsun?

Aslında benim her yazarla iletişimim farklı farklı ve bu durumu belirleyen kesinlikle ben değilim yazarın kendisi. Yazar beni görmek istiyorsa her an onunla görüşebilirim, gel bu akşam birlikte yemek yiyelim dediği zaman ben onunla birlikteyim ve oturup yeni kitabını konuşabilirim ama benimle iletişimini sadece e-mail ya da telefon aracılığıyla sürdürmekten memnunsa bunu değiştirmek için bir çaba harcamam. Elbette yüz yüze yapılan konuşmaları daha çok seviyorum ama yazar istemiyorsa yapacak bir şey yok. Karşı taraf benden ne istiyorsa onu verebilirim. 150'den fazla yazarım var ve hepsi birbirinden farklı. Hani birisine daha fazla özen göstermiyorum ya da bir sıralama yapmıyorum. Onunla daha çok zaman geçiriyorsam bunun sebebi yazarın bunu böyle isteyip bunun için zaman yaratmasıdır, diğerini az sevdiğim ya da kitaplarını az sevdiğim için değil.

O kadar farklı türlerde yazarlar temsil ediyoruz ki bundan çok hoşlanıyorum hepsine eşit davranmak için çok uğraşıyorum dediğim gibi bu eşitlik de yazarla bağlantılı bir şey. Yazar, ah Nermin yine şu yazarla fotoğraf vermiş, en son beni ne zaman arayıp sordu, ne zaman kahve içmek için zaman yarattı diye sadece düşünüp, bunun sebebini kendisine sormuyorsa yapacak bir şey yok demektir. Hadi Nermin bu sabah kahve içelim, hadi Nermin bu akşam yemek yiyelim birlikte diyen bir yazarıma hiç hayır demedim bugüne kadar...

Frankfurt Kitap Fuarı'na ben de gideceğim. Nasıl geçecek sence bu yıl fuar?

Sayım mutlaka ve mutlaka sana ve bu röportajı okuyan fuarda bulunacak tüm dostlara şimdiden söylemek isterim. Frankfurt fuarının olduğu hafta salı akşamı fuar alanına yakın kocaman bir mekanda Kalem Ajans'ın 10. yılı kutlama partisi var. Lütfen bilenler, bilmeyenlere söylesin ve hep beraber gelsinler... Dünyanın dört tarafından, farklı farklı dillerde yayıncılık yapan editörler, edebiyat fonu yöneticileri, 500'e yakın yayıncılık profesyoneli katılacak. Gizem ve İTEF koordinatörü Fatma Yılmaz o akşam Kalem mutluluğunu paylaşmaya geleceklere özel bir minik hediye de hazırladılar. Frankfurt'ta bizimle misin Sayım'cığım:)

Böylesi özel bir partiyi tabii ki kaçırmam, dünyadan ve Türkiye'den yayıncı ve gazeteci dostlarla birlikte olmak güzel olacak. Kim bilir, belki karşıma röportaj kitapları yayınlayan bir yayıncı bile çıkabilir ve ilk yurtdışı satışımı birlikte gerçekleştiririz:) 

ÇOK OKUNANLAR