RÖPORTAJ

Mehmet Eryılmaz: ‘Misafir’ şan şöhret için yapılmadı…

Montreal’den önemli ödüllerle; fipresci ve Grand jury prize ile dönen Misafir'in yönetmeni Mehmet Eryılmaz filmini Sayım Çınar'a anlattı

Mehmet Eryılmaz: ‘Misafir’ şan şöhret için yapılmadı…

GAZETECİLER.COM - ÖZEL İÇERİK
SAYIM ÇINAR 
sayimcinar@gmail.com

Ünlü yönetmen Mehmet Eryılmaz, etkileyici, sarsıcı, güçlü bir filme imza attı: “Misafir” Yurtiçi ve yurtdışı festivallere katılan, Montreal’den önemli ödüllerle; fipresci ve Grand jury prize ile dönen film, konuşulmayan toplumsal meseleleri,anne kız ilişkisini, aile içi şiddet ve tacizi konu alıyor. Yönetmen Mehmet Eryılmaz’la Sayım Çınar önemli bir söyleşi gerçekleştirdi.


Malatya Film Festivali’nde Misafir’i izledim ve çok etkilendim. Bir sinema filmi bazen hayatı onarabiliyor. Nasıl bir süreç yaşadınız anlatır mısınız?

Misafir ilk uzun metrajım “Hazan Mevsimi-bir panayır hikayesi” filmimden sonra gelen bir film oldu. Panayıra düşen bir kızın finalde gittiği bir yer vardı, belirsizdi nereye gittiği, ve  her defasında,her ortamda  bu kız nereye gitti diye merak etti izleyiciler ilk filmin sonunda, ve bu kızın arka planı, neden panayıra düştüğü de  “misafir”i oluşturdu bir bakıma. Panayırda bir tutunamayanlar hikayesi anlatırken, yerleşik olmayan insanların aşklarını bile kolayca  yaşayamayacağını da anlatıyordum. Burada da yine aynı tutunamayan bir sosyolojik guruba fokuslandım, Bir takım imkansızlıklar sebebiyle gecikti, 6 yılın sonunda gizlenmiş bir taciz hikayesi, ve aile bağlarını merkeze  koyduğum bir film oldu. Keyif olsun diye yapılan, para için,şan şöhret için yapılan bir iş değil tabii bu. Ticari sinema kavramına bunun için karşı çıkıyorum, ticari şiir yoksa, ticari sinema da olmaz. Ticaret,ekonomi sektörel olarak sinemanın doğasında  tabii ki vardır, ama ticari film diye bir şey yoktur. Sinema her şeyden önce şiir gibi resim gibi müzik gibi bir sanattır…

Çektiğiniz filmlere baktığımızda doğallık ve ciddi tasarım göze çarpıyor. Her filmde izleyici benzer şeyler isteyecek. Bu zorlu bir süreç değil mi?

Kendi yazdıklarımızı çeken bir yönetmen kuşağıyız. Bu başkalarının yazdıklarını çekmeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Yalansız, dolansız, samimi olmaya çalışıyoruz,  misafirde mekan için sadece istanbulun bütün varoşlarını dolaştım, Küçük Armutlu’ya geldiğimde adını bile bilmiyordum. Bu mahallede yaşayan insanlardı benim hikayemdekiler , ve biz kendi dünyamızla  o evlere konuk olduk. Dünya sinemasının gelişen bir dili var, bizde takip ediyoruz, yeniden yaratarak . sinemaya yedinci sanat da denir biliyosun, müzik var edebiyat var resim var, oyunculuk var, üç boyut var, bütün sanat dalları var içinde. Dramatik yapı önemli ama plastiği de kurmak o derece zorunlu. Metin Erksan’ın öğrencisi olarak plastiğin de ; ölçeğin açının ışığın da  önemli olduğunu düşünüyorum. Her şey hikaye demek değil, anlatım stili belki de daha önemli…

Sesli roman sinema belki de.

Yazamadığım romanların filmini çekiyorum der jean-luc Godard. Gençlik yılarımda şiirle resimle edebiyatla müzikle de uğraştım. Belki de anlatım dili olarak sinemaya gelirken bunların da etkisi oldu.

“Kadın meselesi çözülmeden başka problemler de çözülemez, kadın ayağa kalkmadan erkek de kurtulamaz.”

Erkek yönetmenler daha farklı konular işliyorlar, sizse kadın hikayesi anlatmayı tercih etmişsiniz. Ötekileri anlatan bir film. Sancılı mıydı bu filmi kurgulamak?

Filmin ana temasını Tutunamayanlar olarak adlandırmıştım, arzuları gerçekleşmeyenleri, bu dünyanın garibanlarını anlatıyorum bi bakıma. Kadınla anlatmak,onu merkeze almak daha etkili olacaktı. Kadın meselesi çözülmeden başka problemler de çözülemez, kadınlar ayağa kalkmadan erkekler  de kurtulamaz. Erkekleri doğuran büyüten de kadınlar,hatta eğiten de... Sanatımda Kadın meselesi olmazsa olmazlarım arasında


Esasında bazı bölümlerde anne kız yüzleşmesi var ve psikolojik sorgulamalar yaşıyor izleyici.

Yaşanmış ama dillendirilmemiş zamanlar var, doğru. Her filmin bir tagline’ı vardır. Ben de onu şöyle seçtim hatırlarsan: ölüm döşeği sahnesinde, benim çocuğumun hayatı benim hayatım gibi olmayacak diyor karakter. Kaderine başkaldıran bir kadın tipi yaratmaya çalışıyorum fimde. Kaderine karşı koyan bir kadın. İfade etmeye çalışan, saklamayan bir kadın. Kol kırılır yen içinde kalır demeyen. Dünyada da böyle aslında. Aile birliğini korumak, çocukların geleceği gibi konularla aile içi şiddet taciz vb konular kapatılıyor, gözden saklanıyor. Bizler sanat üreticileri yaratıcıları olarak bu çıbanlara dokunmak zorundayız. İnsanlar üzerinden çağın bizlere getirdiği sorumluluk bu. Planlı programlı değil de belki doğal bir sorumluluk bu.

Işıltılı İstanbul geceleri de var, kıyıda köşede kalmışlıklar da. Bu görüntüler filmle çok iyi birleşiyor. İstanbul sizin için ne ifade ediyor?

Romantik bir adam sayılırım. İstanbul benim için de çok özel, dünyayı dolaşmış,yaşamış  biri olarak söylüyorum, Anadolu topraklarında  yaklaşık 33 uygarlık üzerinde yaşıyoruz, ve  başkenti İstanbul. Burası bir ülke. Dünyanın geleceğinde de ruhsal açıdan da bir rönasans merkez şehri olabilecek bir nitelikde. Bir yanıyla bin kocadan arta kalan bir bakire. Bir mahallesinde bir evde bile neler yaşanıyor, ne sorunlar var ve ne güzellikler, Birçok gizemi ve güzelliği beraber yaşatıyor içinde.

Filmde ambulans sesleri duyuyoruz. Burada ne anlatmak istediniz?

Ben filmden çıkan herkesin, artık hayatında bir ambulans sesi duyduğunda bir şeyler düşünmesini istedim, bir eğretileme var orada. Bu trajediyi hatırlasınlar istedim. Her yere leblebi gibi hastane açıyorlar diye bir cümle var filmde. Sağlık sektörü de sıradan bir sektör halini aldı, insanlar nesne olarak,mal olarak algılanıyor. İstifa eden bir doktorun cümlelerini hatırlıyorum, insaf demişdi, küçük bir el burkulmasında bile tomografi neden çekmiyorsun diye kızıyormuş başhekim gerek olmadığı halde, çünkü para demek bu. Sömürü sağlıkda en üst düzeyde. Sevgililer anneler babalar günü… her şeyin içi boşaltılıyor. Bizler de ne yazık ki istemeden dahil oluyoruz. Reddedemiyoruz.


“Malzemem insan.”

Ciddi bir ekiple ciddi bir dram çektiniz. Sokaktaki insanı anlatmak nasıl bir his?

Malzemem insan. Ağırlıkla sokağı tercih ediyorum. Ele avuca gelen, meselesi olan yaşayan insanı seviyorum. Sinemasal alanda mutlu hissediyorum, ruhuna girmek de bir o kadar zor, bu da iyi geliyor bana. İnsan ruhunun bilinemezliği ilgimi çekiyor. Tutunamayanların hikayesini anlatırken klişeden kaçınmaya çalışıyorum, olaylar karşısındaki hisleri tavırları daha çok ilgimi çekiyor. Kızına taciz imasında hissettiğimiz  baba, savaşda belki de arkadaşlarının katili gerilla kızı öldüremiyor,  enteresan mesela.insanoğlunun çok yönlü ve kolay açıklanamayan çok gizemli varlıklar  olduğunu düşünüyorum

Montreal’de neler yaşadınız, Toronto ve Hayfa’da?

Ülke  sinemamıza büyük ilgi var yurtdışında. Salonlar dolu ve hatta dışarıda kalan bir ciddi seyirci kitlesi oldu, filmi çekerken tam da hedeflediğimiz bir izleyici kitlesi var, ince sorular soran, dikkatle izleyen ve soru cevaplarda  karşılıklı beslendiğimiz bir seyirci. 2046 film arasında yarışmaya seçilen 26 film içindeydik . iki ayrı juriden de büyük ödülü almak her şeyden önce sinemamız ve Ülkemiz adına sevindirdi bizi. Mesleğimizin Profesyonellerince fark edilmek bize güç verdi. Her üç şehirde de ,ülkemizde de kadınların filme daha çok konsantre olduğunu ,detayları daha iyi farkettiğini gördüm.

Müzikler de çok özel. Sema Moritz var. Türküyle başlıyor ve bitiyor. Erkan Oğur söylüyor. Kalpten vuruyor. Bektaşi bir dedenin yazdığı peygambere bir güzelleme.

Sinemada “film müziği” anlamında müzik kullanımından yana değilim, Sema Moritz geniş kitlelerce bilinmiyor ama çok değerli bir ses-yorumcu oysa ki. Sema’nın şarkılı sahnelerini  canlı çektim, diğerinin Erkan oğur’un parçasının ise  bir bölümünü tv ve araç teybinde kullandım. Filme her iki büyük ses de anlam zenginliği ve güzellikler kattılar. Promosyon bir  bir biletle gidilen müzikholde dinliyoruz Sema’yı Bu eserler önceden sevdiğim dinlediğim eserlerdi ve bu eserler  için sahneleri özel yazdım diyebilirim

Oyunculara gelirsek. Tamer levent, Ayten Uncuoğlu, Zümrüt Erkin, Hale Akınlı, Ersin Umut Güler ve Melek Çınar... Performanslar hepsinde de çok yüksek. Çocuk, anne, kardeş… Zor muydu yönetim ve bir araya getirme süreci?

Senaryo aşamasında buluşturdum ilk önce tüm rolleri,  Şükran teyzeyi, baba hamiti, anneyi, çocuğu ablayı kardeşi. Yazdığım karekterlere Hayat verecek oyuncuları denkleştirmek kolay değildi tabii . Beş ayrı karekter ve biri 5 yaşında bir çocuk, Denk geldi, zamanları uydu, ruhlarımız anlaştı, senaryoyu beğendiler, sette de çok uyumluydular. Benim için hepsi başrol değerindeydi...

Kuşların kullanımı da çok güzel.

Mahallede Bir derme çatma kuş kümesi ve kuşçu çocuk vardı zaten. Evin bahçesinde beslenen tavşanlar ya da kuşlar vardı aklımda. Kuşları bulunca da  senaryoyu ona göre geliştirdik.

“Nuri Bilge Ceylan kısa filmimle sinemaya dahil oldu, zaten hep niyeti vardı.”

Birde kısa filminiz var. Seviyorum Ergo Sum, 1993 tarihli, kısa filminiz. Nuri Bilge’nin içinde olduğu bir film.

İçinde bulunduğu ilk film.


Ceylan’ın karşılığı nedir sizde?

Türkiye sınırlarını aşmış bir isim. Yaratıcı ve  yalnızlğı seven, yalnız üretmeyi seven biriydi. Fotoğrafçıydı, özel bir gözü vardı, çok da iyi bir fotoğrafçıydı. Sinemaya hep niyeti vardı gerçi ama ben ona yalnızca bir yol açtım, vesile oldum diyebilirim. Hem oyuncu olarak içinde ol filmin, hem de serüvenini yaşa dedim. Mimar Sinan’da okuyordu o sıralar yanılmıyorsam, ben ilk üniversitemden marmaradan mezun olmuştum, radyo televizyon bölümünden, bilge  ise  Boğaziçi elektronikden. Mimar Sinan ise bizler için Üniversite sonrası, ikinci  bir okuldu, eğitimde hayatta aradığını bulamayan sanatçı öğrencilerin geldiği bir okuldu. Bilge’nin okuldan daha çok şey öğrendiğini söylediği bir film oldu “ergo sum” süreci. Benim için ise “Düşünüyorum öyleyse varım değil, seviyorum öyleyse varım”  dediğim bir film. Daha sonra o filmdeki 35 mm kamerayı bilge satın aldı, kozayı kasabayı onunla çekti.

“Misafir” Gösterime henüz girmedi, şu an festivallerde yoluna  devam ediyor. Ne zaman gösterime girecek? yeni projeler var mı ?

Şubat Mart gibi vizyona girme niyetimiz var. Bu film  belgesellerden, kurmaca belgesellerden sonra sinematografimde yeni bir tuğla, yola devam ediyorum, kendi varoluşumuzu şimdilik  ifade biçimimiz bu . Evet yeni bir film projesi var. Yine bir kadın ve yaşlı bir “yardımcı oyuncu” figürasyonun peşinde olacak kameram. Yaşlı bir annenin çalışmak zorunda kalması, sinema sektöründe- figürasyon olarak- tutunması çabasının hikayesi diyebiliriz kabaca….  Ya nasip.

ÇOK OKUNANLAR