KİTAPLIK

Halkımızın Nobel'i çoktan Yaşar Kemal'in olmuştu!

Yokluğuna alışamadığımız bir yazarımız daha göçtü. Toroslar'ın destancısı, "İnce Memed"in yaratıcısı ve ozanı uluslararası üne sahip Yaşar Kemal'e gereği kadar sahip çıkabildik mi, bilemiyorum.

Halkımızın Nobel'i çoktan Yaşar Kemal'in olmuştu!

Remzi Kitabevi'nin Yayın Koordinatörü Öner Ciravoğlu, yayınevinin Kitap Gazetesi'ndeki Okuma Gözlüğü isimli köşesinde Yaşar Kemal'in ardından çarpıcı bir yazı kaleme aldı.

Yaşar Kemal, Bir Destan... başlıklı yazısında Ciravoğlu, "Arkadaşım M. Sabri Koz'un sözünü bir türlü unutamıyorum: "Geride kalmanın zorluğu bu, gidenlerin yokluğunu kabullenmek..." diyor ve şöyle devam ediyor:

DenemeYokluğuna alışamadığımız bir yazarımız daha göçtü. Toroslar'ın destancısı, "İnce Memed"in yaratıcısı ve ozanı uluslararası üne sahip Yaşar Kemal'e gereği kadar sahip çıkabildik mi, bilemiyorum.

Yaşar Kemal, Dede Korkut'un çağdaş bir sürdürücüsüdür. Tıpkı onun gibi boy boylayıp soy soylar yapıtlarında. "Binboğalar Efsanesi", "Üç Anadolu Efsanesi", "Çukurova Yana Yana", "Sarı Defterdekiler" bunun en içten örnekleridir. Romanların dili ise okudukça ısıtır içinizi... John Steinbeck gibi, hatta ondan daha şiirsel bir anlatımla başlar romanları. Örneğin "Toros dağlarının etekleri ta Akdeniz'den başlar. Kıyıları döğen ak köpüklerden sonra doruklara doğru yavaş yavaş yükselir. Akdeniz'in üstünde daima top top ak bulutlar salınır. Kıyılar dümdüz, cilalanmış gibi düz, killi topraklardır. Killi toprak et gibidir. Bu kıyılar saatlerce içe kadar deniz kokar, tuz kokar."

Yıl 1966. Hukuk Fakültesi'ne kaydolmak için Ankara'dayım. Okulun kapısında Zülküf Şahin'le tanışıyorum. Sonra Attilâ Aşut ağabeyle buluşuyoruz. Mithatpaşa Caddesi'ndeki toplantıdan Yaşar Kemal ve bir grup adam çıkıyoruz. Haydi yemeğe... Yaşar Kemal o yemekte avuç avuç maydanoz yiyor, yol boyunca ise önümüze çıkan Ataol Behramoğlu'yla konuşuyorlar. Sanırım Kızılay'daki ünlü Piknik'in önüne gelince Ataol ona Necmiye'den söz ediyor. "Bir Gün Mutlaka" şiirinin yazıldığı günler... Aklımda kalan bu... Bir de ertesi sabah Mehmet Ali Aybar'ı Esenboğa'dan uğurluyoruz, Russell Mahkemesi için... ABD'nin Vietnam suçlarını yargılamak üzere... Birkaç yıl sonra da Trabzon'a geliyor Yaşar Abi. Burada yerel bir sağ eğilimli gazeteciyi elinin tersiyle kovuyor. Öyküsü uzun...

Deneme

Yaşar Kemal'in yaşamı tıpkı romanları gibidir. Çocukla çocuk olur. Balıkçıyla balıkçı... Taşıyıcıyla kol kola girer, onun yükünü de sırtlamak ister. Çok örneği var bunun. Thilda'ya olan bağlılığı da anılmalı. Raşit Gökçeli de Toros Yayınları olarak emek verdi onun külliyatına.

Benim son karşılaşmalarımın biri Arif Keskiner'in Çiçek Barı'nda oldu. Yazdığım bir şiirin içinde nereden aklıma estiyse Arif'in Barı'ndan söz etmiştim. Hadi ona da okuyayım dedim. Arif Ağabey her zaman olduğu gibi Yaşar Kemal'le sohbete dalmıştı Çiçek Bar'da... Ben hafifçe fısıldayacak oldum. Yaşar Ağabey "Sesli oku bakalım," dedi. Bitirince "Ben de sana bir şiir okuyayım," diye karşılık verdi. Başladı "Hayat Ağacı" şiirini okumaya. Ben tıkanıp kalmıştım. Şiir çok güzeldi çünkü. Oradan nasıl ayrıldığımı anımsamıyorum. İlk karşılaşmada bunu Arif'e soracağım.

Yaşar Kemal bu toprakların hikâyesini anlatır. Anlatır da, bunu güzel Türkçeyle nasıl evrenselleştirir bilemiyorum. Edebiyat tarihçilerimize çok iş düşüyor bu konuda. Onu anlamak... İnsan sevdasını kavramak... Bunu hikâye etmek ve bir bütünlük içinde yazınsal bir mucizeye dönüştürmek... İşte işin özü bu!

Halkımızın Nobel'i çoktan onun...

ÇOK OKUNANLAR