GÜNÜN KÖŞE YAZARI

Günün yazarı Murat Bardakçı...

Murat Bardakçı, Atatürk’e, annesine ve manevi evlâdına iftira atan, hakaret eden dedikoduculara çok zarif bir şekilde hakaret ediyor…

Günün yazarı Murat Bardakçı...

Murat Bardakçı bugünkü HaberTürk’te “Âfet Hanım ve mahalle karılarından beter dedikoducular“ başlığı altında yayımlanan makalesinin bir yerinde, kendilerine “tarihçi” süsü veren müfteri dedikoducular için şöyle diyor:
“İnsan” olanlar akademik eleştiri ile hakaretin arasındaki farkı zaten idrak etmişlerdir!”
*
Bardakçı, Atatürk’e, annesine ve manevi evlâdına iftira atan, hakaret eden dedikoduculara çok zarif bir şekilde hakaret ediyor…
*
Bu güzel makalesiyle Murat Sabuncu Günün yazarı…

ÂFET HANIM VE MAHALLE KARILARINDAN BETER DEDİKODUCULAR

Atatürk ile Cumhuriyet’in kurucu babalarına hakareti meslek edinmiş olan ve “tarih” diye mahalle karılarından beter mesnedsiz dedikodular yapıp duran üç zavallı ekrana çıkıp da ortaya Atatürk’ün özel hayatı ve manevî kızı Âfet Hanım hakkında edepsizce iddialar atınca savcılık soruşturma açtı!

Gerçek bir tarihçi iseniz, eleştirinizi belge ile yaparsınız! Belgeniz varsa yayınlar, sonra o belgeyi yorumlarsınız ama işi küfür boyutuna getirmek aklınıza bile gelmez! Zira “insan” olanlar akademik eleştiri ile hakaretin arasındaki farkı zaten idrak etmişlerdir!

Atatürk hakkında böyle desteksiz uydurmaların ve hakaretlerin yolunu doktorluğunun yanısıra iyi bir tarihçi olan, Türkoloji alanında önemli yayınlar yapan, hattâ Lozan Anlaşması’nda da imzası bulunan ama sonradan tozutan ve tırlattığı hatıralarının hemen her satırından anlaşılan Rıza Nur adındaki çatlak açtı!

Rıza Nur’un ardından pespaye ve çapsız taklidleri ortaya çıktı! Kafasında fes, yakasında şıngır şıngır bir Osmanlı arması ve elinde de sopayla dolaşan ama tarihçiyi değil Tanzimat zanparasını yahut turistik Maraş dondurmacısını andıran adamın biri Rıza Nur’un palavralarına sarıldı, onun yazdıklarını bire bin katarak nakledip “üstad” oldu! Bu işi başkaları da ekmek parası yaptılar fakat ortaya bilinenleri değiştirecek tek bir belge bile koyamadılar; ya Rıza Nur’un söylediklerini abarttılar, yahut “Filâncanın amcasının oğlunun baldızının anneannesinin eniştesinin ahbabı bana demişti ki...” gibisinden dedikoduları nakledip tarih yazdıklarını zannettiler, o kadar!

HAKARET, SADECE HAKARET!

Zaman geçti, kalite daha da düştü, yerlerde sürünür hâle geldi ve son senelerde etrafı Rıza Nur’un onuncu, yirminci sınıf kopyaları sardı! Çirkefliklerle dolu mesleklerine Sultan Abdülhamid’i pazarlamakla başladılar ama sermayeleri bitti; Kâzım Karabekir’e el attılar, bu defa da karşılarında Karabekir Paşa’nın ailesini buldular ve nihayet ben dahil başkalarının bundan seneler önce yayınladıkları belgeleri makaslayıp Atatürk’e hakaret dolu yorumlar ilâve ederek yeni bir keşifmiş gibi pazarladılar ve bu işi “tarihçilik” diye yutturma yoluna gittiler.

Atatürk’e, Cumhuriyet’in kurucu babalarına ve hattâ devletin kuruluşuna senelerden buyana demediklerini bırakmıyorlardı ama ortada bulup yayınladıkları tek bir orijinal belge yahut doğru bilgi bulunmuyordu!

İşin daha da tuhaf tarafı, bu hakaretlerin 5186 sayılı kanuna göre bir ilâ beş sene hapis gerektiren suç olmasına rağmen savcılarımızın artık işin peşini bırakmaları idi ve dolayısı ile Atatürk’e “tarih” kisvesi altında edilen küfürlerin haddi-hesabı yoktu. Hedeflerinde şimdi rahmetli Âfet Hanım var ve Âfet Hanım ile Atatürk hakkında burada tekrar edemeyeceğim şekilde edepsizce sözler ediyorlar!

BİR ‘TENEZZÜL’ MESELESİ

Ben, Âfet Hanım’ı tanıdım; zarif, düzgün ve daha önemlisi “çok iyi” bir hanımdı, ailesi de öyle... Çirkefliklerle dolu mâlûm televizyon programında Âfet İnan’ın kızı Arı Hanım’ı da işin içine dahil etmek maksadıyla “Bizi arasın, konuşsun” deyip durmalarına rağmen Arı İnan’ın bu adamları muhatap almaması ve annesi hakkındaki edepsizce iddialara karşı cevap vermemesi sadece bir tenezzül meselesidir ama böyle terbiyesiz ifadelerin sahiplerine “tenezzül”ün ne olduğunu nasıl anlatabilirsiniz ki?

Açık söyleyeyim: Tarihî şahsiyetlerin kanunla korunmasına karşıyım ama korunan kişileri akademik üslûpla eleştirmek yerine iş yalana, hakarete, küfüre ve hattâ yatak odası masallarına kadar götürülürse bu kanun “şart”tır ve kendilerini müdafaa edemeyecek kişilerin hatıralarının korunması vazifesi de devlete düşer.

Atatürk’ün ve döneminin eleştirilecek tarafları yok mudur? Sadece Atatürk dönemi için değil, her dönem için vardır ama bu iş akademik metodlarla ve en önemlisi de belge ile olur; züccaciye dükkânına girmiş fil gibi dangıl dungul, hırs ve nefret dolu sayıklamalarla ve zarafetten uzak şekilde değil!

Bugün sizlere anlatacağım bir de “Çukur Tarih” hikâyesi vardı ama yerim kalmadı! Önümüzdeki cuma günü yazacağım ve eminim eğleneceksiniz! Şunun şurasında iki gün var, sabır buyurun...

ÇOK OKUNANLAR
Yorumlar