RÖPORTAJ

Erkeklerimiz çok kapalı, kadınlarımız ise çok cesur!

Türkiye'de psikoterapi konusunda en önemli isimlerden Gülseren Budayıcıoğlu hem Türkiye kadın ve erkek profiline hem de yaşadığımız ülkeye dair çok önemli saptamalar yapıyor...

Erkeklerimiz çok kapalı, kadınlarımız ise çok cesur!

GAZETECİLER.COM - ÖZEL İÇERİK
SAYIM ÇINAR
sayimc@superonline.com

Sayım Çınar Türkiye'de psikoterapi konusunda en önemli isimlerden Gülseren Budayıcıoğlu ile yeni kitabı Kral Kaybederse ekseninde bir sohbet gerçekleştirdi. Yazarın hem Türkiye kadın ve erkek profiline hem de yaşadığımız ülkeye dair çok önemli saptamaları söyleşide.

 

Bu bir psikoterapi romanı. Böyle bir roman fikri nasıl ortaya çıktı?

Uzun bir süre önce başladım yazmaya. Irvin Yalom'dan çok etkilendim. Bu kadar açık, net, birebir ilişkiyi yazmaz Yalom, benim yazdığım şekilde. İnsanlar yaptıkları işle sahneye çıkmayı çok istemiyorlar. İkincisi birebir psikoterapi seansları çok sıkıcı olabilir. Okuyucuyu yormadan vereceksiniz. Ben zor bir işe giriştim bu yönüyle. 4 yılda yazabildim. Bütün bu kaygıları bir araya getirmek zor çünkü. 300 küsur sayfada insanları sıkmadan, tempolu yazmak zor bir iş.

Kenan karakteri önemli bir karakter. Böyle bir erkek profili bulmak, ancak iyi bir uzmanın işi. Samimi bir girişle okuru selamlıyorsunuz. Kitabın geneline yansıyan bir samimiyet var. Hem karakter çizimlerinde, hem önsözde.

Kenan artık hayatta değil. İnsanlar okumadan öldüğünü bilsin istemiyorum. Kitabı bitirince anlayacak okur. Hayatta en büyük isteği unutulmamak ve ölümsüzleşmekti. Bunu yaptım ben de belki de.

Deneme

Ankaralı birçok yazar bugün edebiyat dünyasında önemli noktalarda. Siz de Ankaralı bir isimsiniz, Ankara'da doğmuş ve eğitim görmüş olmak neler kazandırdı size?

Ankara'dan sonra İstanbul'a gelenlerde daha yüksek bir başarı hissediyorsunuz. Çok disiplinli bir yerde yetişiyorsunuz, sonra da İstanbul gibi zengin ama disiplin yoksunu bir yere geliyorsunuz. Mesleğiniz anlamında, özel hayatınız anlamında daha kuralları olan bir şehir demek bu. Hep Ankaralı olmak kısıtlayıcı olabiliyor. Bir arkadaşım şöyle dedi: Ankara'da yaşayanlar huzurlu ama mutsuz olurlar, İstanbul'da ise huzursuz ama mutlu olurlar.

Deneme"YÜKSEK EGOYU DA BERABERİNDE GETİRİYOR BU REKABET ORTAMI"

Avına av olan bir avcının hikayesi diyorsunuz. Genel bir ego sorunu, kendini yüksek ve üstün görme eğilimi var günümüz insanında, özellikle erkeklerde. Kitabınız aslında egosuna yenilen bir kahramanı anlatıyor. Ego meselesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Özellikle Kenan'ı yazıyor olmamın sebebi gerçekte bu son yıllarda kendini aşmak, gelişmek zorunda kalıyor insanlar. Daha genç olduğum yıllarda da bir rekabet vardı ama bugünkü gibi değildi. Tıp fakültesini bitirmek bir şey demekti. Şimdiyse hiçbir şey yetmiyor. Sürekli gelişmek zorundalar. Doktora, okul yetmiyor, kendi kişiliklerini geliştirmek zorundalar. Bu anlamda psikiyatri de çok öne çıkıyor. Yüksek egoyu da beraberinde getiriyor bu rekabet ve kendine yatırım ortamı. Çok yüksek bir egoyla başlıyor Kenan da yola. Bir kere çok yakışıklı. Müthiş bir aurası vardı. Kadın üzerine tam bir profesyonel olmuş. Adamın uzmanlığı kadınlar. Günümüzde güzellik anlayışı da çok değişti. Güven, karizma, kendini ifade edebilme etkili olmaya başladı. Böyle bir adamla ego yüksekliğini de anlatmış oldum. Roman aslında bu meseleler üzerine kurulu.

Bir uzman olarak Türkiye'de kurulan ilişki biçimlerini, kadın erkek ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Köle olmak ile tam anlamıyla dominant olmak arasında savruluyor mu ilişkiler?

Köle rolündeki kadınlar ve dominant erkekler. Çok güzel bir soru. Evet savruluyorlar, bunu görüyorum. Kadının tarihiyle de bağdaştırıyorum. Kadının tarihi acılı bir tarihtir. Yakın zamanda kadınlar gününü kutladık. Eşit olduklarını göstermeye çalışıyorlar. Biz eşit değildik, yeni eşitlendik. Kol gücünün hakim olduğu bir dünyada nasıl eşit olalım. Ne zaman devrimler oldu, ne zaman makineler devreye girdi, işte o zaman eşitlik konusu gündeme geldi. Bu anlamda kadın istediği ve hak ettiği yere gelecek ama bunun zamanı var. Bu savrulmalar da bu gelişmenin parçası.

Alper Canıgüz "5 yaş insanın en olgun çağıdır, sonra çürüme başlar" der. Siz de ilk gençliğin çocukluğun insan ruhundaki önemiyle başlıyorsunuz arka kapak yazınıza. Bu dönem tüm hayatı şekillendiriyor mu?

Tüm hayatı şekillendirmiyor ama kişilik dediğimiz şeyin ilk taşları ilk 6 yılda örülüyor. Bir hamur düşünün, kaba hatlarıyla heykel bu 6 yılda çıkar, devamında ince işlerini yaparsınız. Gelişme ölene kadar devam etmeli.

Deneme

Yıllar yılı psikiyatri alanında biriktirdiğiniz deneyimlerin de bir bütünü niteliğinde kitabınız. Türk erkeğini nasıl değerlendiriyorsunuz deneyimleriniz sonucunda. Erkekler sorunlarını farkında mı, yardım almaya açık mı?

Değiller. Büyük bir klinik Madalyon, örneklerden şunu söyleyebilirim, 3 kadına 1 erkek bize gelir. Farkındalıkları çok düşük. Erkekler ancak gerçekten çok kötü olduğunda geliyor. Kadın kendi için, çocuğu için kocası için gelir.

Eşcinsel hastalarınız var mı? Eşcinselliğe nasıl bakıyorsunuz? Hastalık olduğunu düşünen büyüklerimiz var.

40 yıldır bu işi yapıyorum. İlk 20 yılda daha çok eşcinselle çalışıyordum. Bir cinsel sapma, bir tedavi edilmesi gereken sorun olarak algılanıyordu. Son dönemde bunun bir sapma olmadığını, bir kişilik şekli olduğunu anladılar. Doğanın hatası ya da rengi olarak kabul ediyorlar. Eşcinselim ben beni kurtarın diyerek gelen olmuyor artık, eşcinselim ve başka sorunlarım var diyenler geliyor. Günahın Üç Rengi adlı kitabımda biraz da bunu anlatmıştım. Bir eşcinsel, bir mazoşist ve bir fahişenin hikayesini anlattım. O zamanlar uç bir yerdi, şimdi de çok farklı değil aslında. Bazı olumsuzlukları görürken olumlu şeyleri de görmeliyiz.

Peki ya Türk kadını? Sürekli sevgi dilenen ve kendini değersiz hisseden bir kadın türü çok yaygın değil mi ülkemizde?

Çok doğal ve haklı olarak kadın toplumda olması gereken yere doğru yolda hala. Daha ulaşamadık. Bu kadar hızlı gelişen bir ülkede, pat diye gelmesini bekleyemeyiz. Birçok insan aşk acısı çekerken bir sürü şeyi toplar, bütün acılarını bir araya getirir, en üstüne de aşkı koyar. Ve aşk acısı altında bütün acılarını yaşar. Bir yandan aşkı önemserim, bir yandan da farklı şekillerde kullanıldığını düşünürüm. Kenan'a aşık olup 10 yıl geyşa gibi hizmet eden bir metres var kitabımda. Kenan evli, başka kadınlarla da beraber oluyor ama bu kadın bunu yapıyor. Ve bunu aşk olarak açıklıyor. Psikoterapi seanslarında ne kadar çektiğim acı varsa Kenan'a tutkumla anlatmışım bunu diyor. Kadının hep aşağılanan bir durumu var.

Deneme

"EŞCİNSEL OLMAMAK İÇİN FAZLA ERKEK OLAN ÇOK ERKEK VAR"

Kenan neden böyle sizce?

Bu adam ne olmuş da bu hale gelmiş, ben de bu sorunun peşine düştüm. Perişan ediyor kendini ve anlamıyorsunuz. Eşcinsel olmamak için çok erkek olmuş. Babasıyla ilişkisi problemli. Toplumun eşcinseli yadırgamasını anlayabiliyorum, yerli yerine koyamıyor çünkü.

"DIŞ DÜNYA SENİ KRAL YAPTI HADİ SEN DE KABUL ET"

DenemeKral olmak, başkan olmak, egemen olmak ve bunun için her yolu mubah saymak bir hastalık mı?

Bir takım içgüdülerle gelir insan hayata. Önemsenmek, sayılmak, sevilmek, daha da ötesi kral olmak, egemen olmak ister. Ciddi bir savaş vermek zorunda insan. Kendini kendine kabul ettirmek de en zoru. Dış dünya seni kral yaptı, hadi sen de kendini kabul et demek için bu kadar mücadele ediyoruz aslında.

Kurduğunuz Madalyon Psikiyatri Merkezi hem İstanbul hem Ankara'da çok popüler bir merkez haline geldi. Karşılaştığınız hastaların hikayeleri edebiyatınızı ne ölçüde etkiledi?

Beni harekete geçiren hastalarım oldu. Sadece para kazanmak için yola çıkarsanız ne mutlu olursunuz ne de başka bir şey. İşimi hep hobi gibi yaptım, çok keyif aldım hep. Gezmeyi tozmayı sevmem, spor yapmam, hayatım işimdir. İşimi çok severek yaparım. 40 yılın sonunda her insan, her görüşme beni çok heyecanlandırıyor. Bu kadar hazineyi öbür tarafa götürmeyi kıyamıyorum.

Kral Kaybederse'nin ne kadarı gerçek, ne kadarı kurgu?

Büyük kısmı gerçek. Ana kurgusu gerçek. Kolay okunsun diye bazı dokunuşlar yaptım, koca bir ömrü sıkıştırdım bir kitaba.

Çok fazla denenmemiş bir tür. Bence çoğalmalı bu örnekler.

Devamı gelecek. Ne kadar çok yazabilirsem o kadar çok yazacağım. Bu kitapların çok fazla okunmasını istiyorum. Bu kitapları yazmamın en büyük sebebi kendi farkındalıklarını yaratsın, kaderini değiştirsin insanlar, okurlar.

DenemeÇok kitap yayınlanıyor. Bir sağaltım yolu olarak yazan insanlar var. Doktora gitmek yerine yazı yazıyorlar.

Çocuğum yokken çocuğu olan insanları dinler ve onları çok iyi anladığımı zannederdim. Eşini kaybeden insanların acılarını paylaşmaya çalışırdım, ne zaman eşimi kaybettim o zaman gerçekten anladım. Bir şey yaşandıktan sonra anlatmak her zaman daha iyi olur. Bir sağaltım yolu olarak yazı yazmak da önemli bir saptama.

ÇOK OKUNANLAR